Aldırmadan
önemsemeden herhangi bir sınır koymadan.
Büyücüler, maharetlerinin en büyük kozlarını,
tuzaklarının en büyüklerini ortaya koydular. Firavunun
adı ve şerefi ile meydana atıldılar.
"Büyücüler, "Firavun'un ululuğuna andolsun ki,
üstün gelen taraf biz olacağız" diyerek iplerini
ve değneklerini attılar".
Onların iplerinin ve sopalarının ne
oldukları burada A'raf ve Taha surelerinde
anlatıldığı gibi anlatılmıyor. Böylece
Hakka duyulan güven ve sebatın gölgesi olduğu gibi
korunuyor. Hemen Hak ile batıl arasındaki
yarışmanın sonucuna geçiliyor. Zira bu surenin asıl
amacı budur.
"Arkasından Musa değneğini atınca,
değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını
yutuverdi."
Büyücülerin ileri gelenlerinin beklemedikleri dehşet
verici olay meydana geliyor. O güne kadar içinde yaşadıkları
ve tam anlamı ile öğrendikleri sanatlarının
en büyük ürününü ortaya koymaya çalışmışlar,
büyücülerin yapabileceklerinin en büyüğünü yapmışlardı.
Üstelik onlar büyük bir gruptu. Her yerden toplatılıp
getirilen büyük bir topluluktu. Musa ise tekti. Yanında
sadece Asası vardı. Buna rağmen Asası
onların uydurduklarını birden yutuvermişti.
Yutuvermek, yemenin en çabuk şeklidir. Onlar şimdiye
kadar büyüde göz boyamanın esas olduğunu
biliyorlardı. Fakat şimdi bu Asa onların iplerini
ve sopalarını gerçekten yutuyordu. Hiçbir izleri kalmıyordu.
Eğer Hz. Musa'nın yaptığı da büyü
olsaydı, onlara ve insanlara Hz. Musa'nın
yılanının onları yuttuğu hayal halinde gösterildikten
sonra ipleri ve sopaları ortada kalırdı. Fakat
onlar bakıyorlar ve bunların izlerine bile
rastlamıyorlardı!
İşte bu durumda artık tartışma götürmeyen
apaçık gerçeğe boyun eğmemek için kendilerine
hakim olamıyorlar. Çünkü onlar herkesten daha çok onun
gerçek olduğunu biliyorlardı:
Onlar az önce paralı askerlerdi. Ustalıklarına
karşı Firavun'dan karşılık
bekliyorlardı. Bir inanç ve problem sahibi değillerdi.
Yalnız kalblerine dokunan gerçek onları birden
değiştirmişti. Benliklerini titreten bir
sarsılıştı bu. Birden onları
herşeyden vazgeçirmişti. Ruhlarının
derinliklerine, kalblerinin merkezine
ulaşmıştı. Oranın üzerini kaplayan sapıklığın
tortularını silip götürmüştü. Onları
tertemiz yapıp diriltmiş, Hakka boyun eğer hale
getirmiş, imanla onarmıştı. Hem de kısa
bir zaman diliminde. Bir de bakıyoruz ki, onlar gayri
ihtiyari secdeye kapanıyorlar. Dilleri depreniyor. Apaçık
yakın bir ifade ile iman gerçeğini
haykırıyorlar.
"Ve bütün varlıkların Rabb'ine inandık."
"Musa ile Harun'un Rabb'ine dediler."
İnsanın kalbi gerçekten hayret edilecek bir varlıktır.
Merkezine ulaşan tek bir dokunuş bile onu kökten değiştirebilir.
Allah'ın peygamberi -salat ve selam üzerine olsun- doğru
söylemiştir: "Her kalb Rahman'ın iki
parmağı arasındadır. Dilerse onu düzeltir (doğrultur)
dilerse eğriltir (saptırır)" (Buhari-Müslim)
İşte bu şekilde paralı asker olan büyücüler,
mü'minlere, seçkin mü'minlere dönüştüler. Hem de yığınlarca
halk kitlelerinin, Firavun'un ve kurmaylarının gözleri
önünde ve işitecekleri bir şekilde.. Azgın, zalim
bir iktidarın karşısında apaçık iman
etmelerinin ne gibi sonuçları ve cezaları
olacağını düşünmeden, zorba iktidar
sahibinin ne söyleyeceğine, ve ne yapacağına
aldırmadan, bu imana gelmeyi gerçekleştirdiler.
Bu beklenmedik değişikliğin Firavun ve
kurmayları üzérinde şok etkisi yapmış
olması gerekir. Firavun'un piyonları halk kitlelerini
toplamış, onları bu yarışı izlemek için
toplarlarken onları hazırlamış,
şartlandırmışlardı.
İsrailoğulları'ndan olan Musa'nın büyücü
olduğu, büyüsü ile kendilerini yurtlarından çıkarmak
istediği, iktidar ve yönetimi kendi kavmine vermek istediği,
Firavun tarafından toplanan büyücülerin onu mağlup
edecekleri ve onun tezini çürütecekleri yalanına inanmaya
hazır hale getirilmişlerdi.. Sonra bu halk kitleleri
işte görüyorlar ki, büyücüler Firavun'un adı ve
şerefi ile atacaklarını atıyorlar. Halbuki
onlar az önce ona hizmet etmek için gelen, onun ücretinde
gözü olan ve onun şerefi ile işe koyulan paralı
askerleriydi!
Bu, Firavun'un tahtını tehdit eden bir
değişiklikti. Zira bu tahtın üzerinde kurulduğu
dini efsaneyi (mitolojiyi) ilahlık veya tanrıların
oğlu olma efsanesini tehdit ediyordu. Bazı
asırlarda bu tur dini efsaneler yaygınlık
kazanmıştır. Bunlar da işte o dindeki büyücülerdi.
Büyücülük kutsal bir meslekti. Bu sanat, ülke çapında,
sadece tapınakların kahinlerine serbestti.
İşte onlar da şimdi Alemlerin Rabbine, Musa ve
Harun'un Rabbine iman ediyorlardı. Halk kitleleri inançları
noktasında kahinlerin peşinde giderlerdi. Kahinler de böylece
onları oyalarlardı. Artık Firavun'un
tahtının dayanağı sadece bire inmişti. Bu
da kaba kuvvetti. Bu kaba kuvvet ise, inanç olmadan bir tahtı
ayakta tutamaz ve bir rejimi koruyamaz.
Biz Firavun ve etrafındaki kurmaylarının bu
korku ve endişelerinin nedenini kestirebiliyoruz. Yeter ki,
bu gerçeği doğru anlayıp değerlendirebilelim.
Kahin ve büyücü olarak gelip böyle açık, net,
etkileyici, bir biçimde iman etmeleri kabul ederek ve gönülden
boyun eğip bağlanarak, secdeye kapanmadan edemeyen bu
kitlenin iman etmelerini düşündüğümüzde, Firavun ve
kurmaylarının korkusunu haklı buluruz.
İşte bu sırada Firavun'un cinleri tepesine çıkmıştır.
Öfke dolu tehdidini savurmuş, işkence ve intikama
başvurmuştur. Öncelikle büyücüleri Musa ile işbirliği
yaparak kendisine ve milletine karşı komplo düzenlemekle
suçlamıştır!
"Firavun "Ben izin vermeden O'na inandınız,
öyle mi?" Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü öğreten
elebaşınızdı. Ama yakında
başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz.
Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve
ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi
asacağım dedi."
"Ben size izin vermeden ona inandınız öyle
mi?" Siz ona inandınız dememiş,
onların bu hareketini kendisi izin vermeden Musa'ya teslim
olma şeklinde değerlendirmiştir. Bu iradesine
sahip, hedefini bilen, sonucu kendisi hazırlayan,
herşeyini kendisi planlayan birinin manevralarına benzer
bir hareket tarzıdır. Onun kalbi büyücülerin kalbine
dokunan mesajı hissetmemiştir. Zaten zorbaların,
zalimlerin kalbleri ne zaman bu tür aydınlatıcı
dokunuşları hissetmiştir ki? Sonra o, bu tehlikeli
dönüşümü etkisiz bırakmak için, büyücüleri anında
suçlamaya başlıyor. "Hiç kuşkusuz o size
büyücülüğü öğreten
elebaşınızdı." Bu gerçekten hayret
edilecek suçlamadır. Yegane yorumu da şu olabilir:
Aynı zamanda kahin olan bu büyücülerden bazıları,
Firavun onu evlat edindiği için sarayda Musa'nın
eğitimini üstlenmişlerdi. Veya Hz. Musa'nın bazen
tapınaklarda onlarla başbaşa kaldığı
oluyordu. İşte Firavun, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki
bu uzak ilişkiye sığınıyor. Ayrıca
bu ilişkiyi de ters yüz ediyor: "O sizin öğrencinizdir"
diyeceği yerde "O sizin
elebaşınızdır" diyor. Böylece halk
kitlelerinin gözünde işin önemini ve dehşetini
arttırmaya çalışıyor!
Tehditlerini savurduktan sonra mü'minleri bekleyen acımasız
işkence ile korkutmağa başlıyor.
"Ama yakında başınıza neler
geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı
sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve
arkasından hepinizi asacağım" dedi.
İşte bütün zorbaların tahtının ve
şahsının tehlikede olduğunu hissettiklerinde
başvurdukları aptalca çözüm budur. Kalbleri ve
vicdanları titremeden öfke, katı yüreklilik ve iğrençlikle
bu cinayete başvururlar. Bu, söylediklerini anında
uygulayabilme gücü olan azgın ve zorba, Firavun'un sözüdür..
Peki bu söz karşısında
aydınlığı gören, inanmış kesimin sözü
ne olacak bakalım!
Bu, Allah'ı bulan ve bu buluştan sonra artık
neleri kaybedeceğine kulak vermeyen, bunlara aldırmayan
kalbin sözüdür. Allah ile temasa geçen, izzetin zevkine eren
kalp artık azgın iktidar sahiplerine değer vermez.
Ahireti kazanma peşinde olan kalbi, bu dünya işlerinin
ne azı, ne de çoğu ilgilendirmez.
"Büyücüler dediler ki, zararı yok. Nasıl olsa
Rabb'imize döneceğiz.''' "Bizler ilk inananlar
olduğumuz için Rabb'imizin kusurlarımızı
bağışlayacağını umarız
Zararı yok. Sağlı sollu birer el ve
ayağımızın kesilmesi önemli değil.
Asılmanın ve işkencenin önemi yok. Öldürüleceğimize
ve şehid edileceğimize aldırış etmiyoruz.
Önemi yok, çünkü biz Rabbimize dönüyoruz.. Artık biz
Rabbimize döndükten sonra bu yeryüzünde ne olursa olsun. Bizi
ilgilendiren, olmasını umduğumuz tek şey: "Rabbimizin
günahlarımızı
bağışlamasıdır." "Müminlerin
ilkleri olduğumuz için" Herkesten önce bu mesaja
sarıldığımız için.
Aman Allah'ım! İman vicdanları
aydınlatınca, ruhları coşturunca gönüllere
huzur doldurunca, çamur balçığını yücelerin
yücesine yükseltince, kalbleri zenginlik, bolluk ve azık
ile doyurunca ne dehşet verici güce dönüşüyor,
yeryüzündeki herşeyi ne kadar değersiz, basit ve
önemsiz hale getiriyor.
Anlatımın seyri içinde bu parlak edebi güzelliğin
üzerine, perde kapanıyor. Daha fazla birşey
anlatılmıyor. Böylece sahnenin hayranlık veren güzelliği
ve derin etkisi olduğu gibi kalıyor. Bu anlatım ile
Mekke'de zorluğa, sıkıntıya ve işkenceye
katlanan, bunlara göğüs geren ruhlar, gönüller eğitiliyordu.
Azgınlığa, zulme ve işkenceye karşı
koyan her inanç sahibi de onunla eğitilir.
Bundan sonra ise yüce Allah inanan kullarını yönlendiriyor.
Firavun ise, komplosunu hazırlıyor ve bütün ordularını
topluyor.