Allah ile beraber başka bir ilaha yöneldiğinde -böyle
birşey imkansızdır, ama meseleyi anlamak için
öyle düşünelim- azaba çarptırılacaklar
arasında peygamberimizin de yer alacağı
belirtildiğine göre artık varın
başkasını siz düşünün! Peygamber olmayan
insanlar böyle bir işe yöneldiklerinde nasıl azaptan
kurtulacaklardır?! Orada hiçbir kayırma da söz konusu
olmayacaktır. Bu büyük günahı, işlediği
taktirde peygamberin üzerinden dahi bu azabın
kaldırılması mümkün olmaz!
Peygamberin -salat ve selam üzerine olsun- kendisini uyardıktan
sonra, ailesini uyarması da emrediliyor ki,
başkasına ders olsun. İman etmeyip şirkte
direttikleri taktirde azabın bunları da tehdit
ettiği böylece ifade edilmiş oluyor. "Öncelikle
en yakın akrabalarını uyar" Rivayetlerin
belirttiğine göre bu ayet indirildiğinde peygamberimiz
-salat ve selam üzerine olsun- Safa tepesine gelip üzerine çıktı.
Sonra "Hele gelin Hele gelin" diye çağırdı.
Bazıları kendileri geldiler. Bazıları da elçilerini
gönderdiler. Böylece insanlar toplandı. Peygamberimiz orada
konuşmaya başladı. "Ey Abdulmuttalip
oğulları! Ey Fihoğulları! Ey Lüey oğulları!
Ben şimdi size dağın öbür yamacında düşman
süvarilerinin bulunduğunu ve size saldırmak
istediklerini söylesem bana inanır mısınız?
diye sordu. Evet, dediler. Sonra ilave etti "Ben
şiddetli bir azaptan önce size gönderilmiş bir
uyarıcıyım". Ebu Leheb söze karıştı
ve "Gün boyunca ağzın kurusun. Sırf bunun için
mi bizi çağırdın" dedi? Bunun üzerine yüce
Allah Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da" suresini
gönderdi. (Buhari, Müslim)
Hz. Aişe anlatıyor: "Yakın akrabanı
uyar" ayeti geldiğinde Allah'ın elçisi -salat ve
selam üzerine olsun- kalktı ve "Ey Muhammed'in
kızı Fatıma, Ey Abdulmuttalib'in kızı
Safiye, Ey Abdulmuttalip oğulları, Ben Allah'ın
huzurunda sizi kurtaramam. Malımdan dilediğiniz kadar
isteyebilirsiniz. (Müslim kendi rivayet zincirine dayanarak)
Müslim ve Tirmizi kendi rivayet zincirlerine dayanarak Ebu
Hureyre'nin şöyle dediğini naklediyorlar: Bu ayet
indiğinde peygamberimiz -salat ve selam üzerine olsun- Kureyş
kabilesini genel ve özel isimleriyle çağırdı ve
şöyle buyurdu: Ey Kureyşliler kendinizi ateşten
kurtarınız. Ey Ka'boğulları,
canınızı ateşten kurtarınız. Ey
Muhammed'in kızı Fatıma! Kendini ateşten
kurtar! Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ın huzurunda size
hiçbir yönden faydalı olamam. Yalnız siz benim
akrabamsınız. Sizin akrabalık
haklarınızı sonuna kadar gözeteceğim.
Bu ve benzeri hadisler peygamberimizin -salat ve selam üzerine
olsun- olayı nasıl algıladığını,
yakın akrabasına nasıl
anlattığını onların işlerinden
ellerini çektiğini, ahiret konusunda onların
durumlarını Rabblerine havale ettiğini,
yaptıklarını, ettiklerinin kendilerine fayda
vermediği, bir sırada akrabası
olmalarının bir yarar
sağlamayacağını, Allah'ın elçisi olmasına
rağmen bu durumda Allah katında kendileri için birşey
yapamayacağını açıklıyor. İşte
bütün açıklığı ve netliği ile,
Allah'ın yüce elçisi dahi olsa kul ile Allah arasında
hiçbir vasıtayı kabul etmeyen İslam budur.
Aynı şekilde yüce Allah, peygamberine, kendisi aracılığı
ile Allah'ın davasına gönül verip kabul eden inanmışlara
nasıl davranacağı da açıklıyor:
"Sana uyan mü'minlere karşı alçak gönüllük
kanatlarını indir."
Bu yumuşaklık, alçak gönüllük ve merhamet somut
şekillenmiş bir halde veriliyor. Kanatları germe
halinde veriliyor. Tıpkı konmak isteyen kuşun iki
kanadını yere germesi gibi. İşte peygamberimiz
de -salat ve selam üzerine olsun hayatı boyunca mü'minlere
karşı böyle davranmıştır. O'nun
ahlakı Kur'an'dı. O Kur'an'ı Kerim'in canlı
eksiksiz bir tercümanıydı.
Yüce Allah, peygamberine isyankarlara karşı
nasıl davranacağını da açıklamıştı..
Onları Rabb'lerine havale edecek ve onların
yaptıklarından el etek çekecekti. "Eğer
hemşehrilerin sana karşı gelirlerse onlara `Ben
sizin yaptıklarınızdan uzağım' de."
Bu, Mekke'de peygamber -salat ve selam üzerine olsun- müşriklere
karşı savaşmakla emredilmeden önce böyleydi.
Sonra peygamberi -salat ve selam üzerine olsun- Rabbine
yöneltiyor. Sürekli yakın ilişki ve koruma
bağını O'nunla oluşturuyor.
Onları isyanları ile başbaşa bırak.
Onların yaptıklarından uzaklaş. Rabbine yönel.
Ona dayan. Bütün işlerinde O'ndan yardım dile. Bu
surede yüce Allah iki yerde tekrar şu iki sıfatla
nitelendiriliyor. Kuvvet ve merhamet. Sonra peygamberin -salat ve
selam üzerine olsun- kalbi, yakınlık ve içtenliği
hissediyor. Tek başına namaza dururken Rabbi kendisini görüyor.
Secdeye kapanan topluluğun arasında da görüyor. Yalnızken
de görüyor. Namaz kılan topluluğun içinde onlara
direktif verirken, onları düzene koyarken, onlara imamlık
yaparken, onları bir halden bir hale sokarken de hep görüyor.
Hareketlerini de duruşlarını da görüyor. Dualarını
da niyazlarını da işitiyor: "O herşeyi
işitir ve herşeyi görür."
Buna göre, ifadede, koruma, yakınlık hesaba katma ve
yardım etme gibi unsurları içeren bir içtenlik var.
Böylece Hz. peygamber -salat ve selam üzerine olsun- Rabbinin
koruması altında, himayesinde ve en yakın
ilişki içinde olduğunu hissediyordu. Bu yüce içtenlik
atmosferi içinde yaşıyordu.
Surenin son gezintisi de yine Kur'an hakkındadır.
Birinci seferinde onun Alemlerin Rabbi tarafından
indirildiği ve onu Ruh-ul Emin'in getirdiği
pekiştiriliyordu. İkincisinin de onu
şeytanların indirmiş olma iddiası
çürütüldü. Bu seferde ise şeytanların Hz. Muhammed
-salat ve selam üzerine olsun- gibi güvenilir, doğru sözlü,
iyi bir yol izleyen insanlarla ilişki kurmadıkları,
onların ancak her yalancı, günahkar ve sapık
insana gelip gittikleri belirtiliyor, yani onlar,
şeytanların telkinlerini alan ve onları
şişirerek, gizemlilik kazandırarak yaymaya çalışan
kahinlere gelip giderler.