200- Böylece inanmamayı ağır suçluların
kalplerine aşıladık.
201- Onlar acıklı azabı görmedikçe ora
inanmazlar.
202- O azapla hiç farkında olmadıkları bir
sırada, ansızın yüzyüze gelirler.
Ayetin ifadesi, yalanlamanın onlardan
ayrılmamasının somut bir şeklini çizmektedir.
Onlara demektedir ki, yalanlamanın şekli böyledir.
İnanmamanın ve Kur'an'ı yalanlamanın
şekli budur. Kalplerinizde onu bu şekilde düzenledik ve
öyle geçirdik. Oradan geçtikçe kalbiniz onu hemen yalanlar. Ve
kalblerinizde bu hal böyle sürüp gider:
"Onlar
acıklı bir azabı görmedikçe" "O azapla
biç farkında olmadıkları bir sırada,
ansızın yüzyüze gelirler." Gerçekten
de onların bazıları ölmek veya öldürülmekle bu
dünyadan ayrılıncaya kadar bu hal üzere kaldılar.
Buradan da acıklı azaba yöneldiler. İşte
ancak bu zaman diliminde ayrıldılar.
203- O zaman "Acaba bize mühlet verilir mi?" derler.
Bize bir fırsat daha verilir mi acaba? Kaçırdığınız
fırsatları değerlendirelim bu seferde.
Ama
nerde o fırsatlar! Halbuki
onlar alaylı, patavatsız, içinde yüzdükleri
nimetlerle övünerek Allah'ın azabının çabuk
gelmesini istiyorlardı. Duyuları köreliyordu. Bu
nimetlerin içinden alınıp azaba ve cezaya
atılacaklarını hayli uzak bir ihtimal olarak görüyorlardı.
Onların durumları bol nimet içindeki adamların
durumları gibiydi. Nimetin ellerinden
alınışı akıllarına gelmez.
Durumlarının değişebileceğini ne az
hatırlarlar. Ayetler onları bu gafletten
uyandırıyor. Acele gelmesini istedikleri azap
geldiği zamanki hallerini tasvir ediyor.
204- Onlar azabımızın bir an önce gerçekleşmesini
mi istiyorlar?
205- Baksana, eğer onları yıllarca refah içinde
yaşatsak da,
206- Sonra tehdit edildikleri azap başlarına gelse;
207- Vaktiyle refah içinde geçirdikleri hayat kendilerine
hiçbir fayda sağlamaz.
Böylece bir tarafa azabın acele gelmesini istemeyi,
diğer tarafa ise cezanın mutlaka gerçekleştiği
anı koyuyor. Bir bakıyorsun onların içinde yaşadıkları
nimet yılları sanki hiç yokmuş gibi birden
hesaptan düşüyor. Onlara hiçbir yararı olmuyor.
Azaplarını hafifletmiyor.
Sahih hadiste buyuruluyor ki: Kıyamet günü kafir
getirilir, bir kere ateşe sokulur. Sonra ona denir ki: Hiç
iyi günün oldu mu? Hiçbir nimetten yararlandığın
oldu mu? Allah'a yemin ederek: Hayır, ya Ràbbi der. Sonra
dünyada en büyük sıkıntıya düşen adam
getirilir. Bir kere cennetin boyası ile boyanır. Sonra
ona: Hayatında hiç zorlukla karşılaştın
mı? diye sorulur. O da Allah'a yemin ederek Hayır ya
Rabbi der (Bu hadisi ibn-i Kesir Tefsirinde rivayet etmiş ve
"Sahih Hadis'te şöyle denmiştir" diye
vermiştir.)
Sonra bu ayıranın, yok oluşun
başlangıcı olabileceğine dikkat çekiliyor.
Allah'ın merhameti gereği olarak, halkına
imanın delillerini hatırlatacak bir elçi gönderilmeden
hiçbir şehrin yok edilmeyeceği ifade ediliyor.
208- Yok ettiğimiz her ülkeye mutlaka uyarıcılar
gönderdik.
209- Amaç başlarına gelecekleri kendilerine önceden
haber vermektir. Biz zalim değiliz.
Yüce Allah, yaratılış sırasında bütün
bir insanlıktan, kendisini birlemeleri ve kendisine kulluk
yapmaları hususunda söz almıştır. Zaten insan
bizzat yaratılışı (fıtratı)
gereği yaratıcı ve bir olan Allah'ın
varlığını hisseder. Yeter ki
fıtratları bozulmasın ve sapmasın. Yüce Allah
imanın delillerini evrene serpiştirmiştir. Bu
delillerin hepsi de bir olan yaratıcıyı göstermektedir.
İnsanlar yaratılış sırasındaki sözleşmeyi
unutup ve imanın delillerinden habersiz hale geldiğinde
kendilerine bir peygamber gelir. Unuttuklarını
kendilerine hatırlatır. Habersiz kaldıkları
konular karşısında onları uyarır.
Peygamberlik bir hatırlatmadır. Unutanların
hatırına getirir. Habersizleri uyandırır. Bu
da Allah'ın adalet ve merhametinin bolluğundandır. "Biz
zalim değiliz" Buna rağmen şehirlerin
halklarını yok etmiş ve
cezalandırmışsak artık onlara zulmetmiş
olmayız. Zira doğruluk çizgisinden ve iman yolundan ayrılmalarının
bir cezası olarak kendilerini bu şekilde
cezalandırıyoruz.
210- Kur'an, şeytanlar tarafından indirilmiş
değildir.
211- Bu onların sıfatları ile
bağdaşmaz. Zaten onlar bunu yapamazlar da.
212- Çünkü onların vahyi işitmeleri
engellenmiştir.
Önceki gezide Kur'an'ın Alemlerin Rabb'i tarafından
gönderildiği Ruhul Emin (Cebrail) tarafından
getirildiği belirtilmiş buna ilave olarak onların
Kur'an'ı yalanladıkları, kendilerinin tehdit
edildiklerini azabın hemen gelmesini istedikleri ifade
edilmişti.. İşte şimdi Kur'an'ın
şeytanlar tarafından kahinlere dikta edilen bir kitab
olduğuna ilişkin iddiaları red ediliyor. Bu
toplumda insanlar sanıyorlardı ki, şeytanlar onlara
gaybten haberler getirirler, kulaktan dolma bilgiler edinerek bu
konuda ileriye dönük kehanetlerde bulunabilirler.
İnsanları doğru yola,
yanlışlarını düzeltmeye ve iman etmeye çağıran
Kur'an'ın şeytanlarla ilgisi olamazdı. Çünkü
şeytanlar sapıklığa bozgunluğa ve küfre
çağırırlar.
Sonra şeytanlar Kur'an'ı getirebilecek güce de sahip
değiller. Onların Allah'tan vahiy işitmesi, almaya
çalışması engellenmiştir. Onu sadece Ruhl
Emin olan Cebrail Alemlerin Rabbinin izni ile getirebilir. Bu
şeytanların yapabileceği bir iş değildi.
Burada hitap peygamberimize -salat ve selam üzerine olsun-
yöneltiliyor. Şirkten en uzak insan olmasına
rağmen ondan sakındırılıyor ki,
diğer insanların haydi haydi uzak durmalarını
gerektiği ifade edilsin. Yine peygamberimize en yakın
çevresini uyarması emrediliyor, sürekli olarak kendisini
koruyan ve düşünen Allah'a tevekkül etmesi isteniyor.