O |
Şuarä
|
O |
|
10- Hani Rabb'in Musa'ya şöyle seslenmişti, "Şu
zalim topluma git.
11- Firavun'un soydaşlarına `Onlar hiç mi başlarına
geleceklerden korkmuyorlar?
12- Musa dedi ki: "Ya Rabbi, onlar beni yalanlayacaklar
diye korkuyorum ".
13- Bu yüzden canım sıkılır ve öfkemden
dilim tutulur. Onun için Harun'a da peygamberlik görevi ver.
14- Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu
gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum.
15- Allah dedi ki; "Hayır, korkma, İkiniz
birlikte ayetlerimizle gidiniz. Biz sizinle birlikteyiz ve söylenecek
her sözü işitiriz. "
16- Firavun'un yanına vararak ona deyiniz ki; "Biz bütün
alemlerin Rabb'i olan Allah'ın peygamberiyiz.
17- İsrailoğullarının bizimle birlikte
buradan ayrılmalarına izin ver.
Bu kıssalarda peygamberimize -salat ve selam üzerine
olsun- hitab edilmektedir. Nitekim surenin başında ona
şöyle seslenilmişti.
"Ey Muhammed, onlar mümin olmuyorlar diye neredeyse canına
kıyacaksın." "Eğer dilesek onlara gökten
bir mucize indiririz de karşısında boyunları
eğik kalır."
"Onlar, son derece merhametli olan Allah'ın
kendilerine gönderdiği her yeni uyarıya burun
kıvırarak sırt çevirirler."
"Onlar yalanladılar. Fakat alay konusu ettikleri gerçeklerin
somut olayları ile yakında yüzyüze geleceklerdir.
Şimdi de ilahi mesajdan yüz çeviren, onu yalan sayan ve
alaya alanların haberleri, başlarına gelenler açıklanarak
anlatılmaktadır.
İşte bu birinci tablodur. Hz. Musa'nın -selam
üzerine olsun- peygamberlikle görevlendirilmesi tablosu. Bu,
tablo o toplumun niteliğini ortaya koymakla
başlıyor. "Zalim
toplum" Onlar
kafirlik ve sapıklıkla kendilerine zulmetmişlerdir.
Erkek çocuklarını boğazlamak,
kadınlarını dul bırakmakla ve onları
alaya alıp cezalandırmakla israiloğullarına
zulmetmişlerdir. Bu nedenle nitelikleri önce veriliyor.
Sonra kim oldukları belirleniyor. "Firavun
toplumu" Sonra
Hz. Musa onların işine hayret ettiği gibi her insan
da hayret ediyor. Sakınmazlar mı? Rabblerinden
korkmazlar mı? Zulümlerinin cezasından endişe
etmezler mi? Sapıklıklarından vazgeçmezler mi?
Onların işleri gerçekten hayret edilecek, gerçekten
hayretlik bir iştir! Onların durumunda olan her zalimin
hali de onlarınkinden farklı değildir?
Hz. Musa -selam üzerine olsun- Firavun ve hanedanını
yeni tanıyor değildi. Onların halini daha önceden
biliyordu. Firavun'un zulmünü, azgınlığını.
ve taşkınlığını çok iyi biliyordu.
Yüklendiği görevin ağırlığını
üstlendiği yükümlülüğün büyüklüğünü de
kavrıyordu. Bu nedenle Rabbine
zayıflığını ve yetersizliğini dile
getirdi. Tabii ki, yükümlülükten kaçmak veya mazeret ileri
sürmek için değil. Öylesine zor bir yükümlülükte yardım
ve destek istemek için böyle bir dilekte bulunuyordu.
"Musa dedi ki: Ya Rabbi, onlar beni yalanlayacaklar diye
korkuyorum.
"Bu yüzden canım sıkılır ve öfkemden
dilim tutulur" Onun için Harun'a da peygamberlik görevi
ver."
"Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu
gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum."
Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- bu sözünün aktarılmasından
anlaşılıyor ki, Onun bu korkusu sırf
yalanlanma korkusu değildi. Onun korkusu bu yalanlamanın,
canının sıkıldığı, dilinin dönmediği
ve açıklama imkanı bulamadığı, bu
yalanmayı eleştirip çürütme olanağının
olmadığı bir sırada meydana gelmesi
endişesinden kaynaklanıyor. Zira onun dilinde biraz
tutukluk vardı. Taha suresinde bu dile getirilmişti. "Dilimin
düğümünü çöz. Böylece söyleyeceklerimi
anlayabilsinler." (Taha süresi, 27-28) İşte bu
tutukluk, tabiatıyla insanın canının
sıkılmasına neden olabilir. Sözle tepki
gösteremeyen insanın canı sıkılır.
Heyecan arttıkça tutukluk da artar. Buna bağlı
olarak insanın içi de daha fazla daralır. Böyle
sürüp gider. Bu bilinen bir haldir. Hz. Musa buradan kalkarak,
peygamberlik görevi gereği Firavun gibi zalim ve zorba ile yüzyüze
konuşurken dilinin tutulmasından korkmuştur.
Zayıflığını ve peygamberliğini
tebliğ etme konusunda tàşıdığı
endişesini Rabbine açmıştır. Görev ve
yükümlülükte her hangi bir eksikliğin meydanà gelmesini
önlemek için. Kardeşi Harun'a da vahyetmesini,
peygamberlikte kendisine ortak yapmasını dilemiştir.
Yükümlülükten kaçmak ve mazeret ileri sürmek için değil.
Çünkü Harun'un. dili daha açık. Bu nedenle daha rahat biçimde
sözle tepki gösterebilirdi. Hz. Musa'nın dilinde tutukluk
olursa veya içi daralırsa, Hz. Harun tartışma,
delilleri sıralama ve açıklama görevini üstlenecekti.
Hz. Musa Taha suresinde ifade edildiği gibi, dilindeki bu düğümün
çözülmesi için Rabbine dua etmişti. Yalnız görevi
hakkı ile yerine getirmedeki titizliği nedeniyle
kardeşi Harun'un kendisine destekçi ve yardımcı
olmasını dilemiştir.
"Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu
gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum" Ayetinde
de durum aynıdır. Hz. Musa'nın burada korkudan söz
etmesi O'nun kaçınmasından dolayı değildir.
Bu korkunun Hz. Harun'un peygamber olarak görevlendirilmesi ile
ilgisi vardır. Eğer onu öldürecek olurlarsa Hz. Harun
onun yerini doldurur.' Ondan sonra peygamberlik görevini
sürdürür. Herhangi bir aksaklığa meydan vermeden
Rabb'inin kendisine emrettiği biçimde görevi yerine getirir.
Burada önemli olan davetçi değil, davetin kendisidir.
Alınan önlem dava içindir. Birinci ayetteki önlem
Rabb'inin mesajını açıklama ve savunma durumunda
dilinin tutulması halinde etkili olacak ve davanın
zayıf ve kısır bir halde gösterilmesi
engellenecektir. Kendisinin öldürülmesine karşı
alınan önlemi ifade eden ayet ise, O'nun öldürülmesi
halinde Rabb'inin kendisine yüklediği görevin yerine
getirilmemesi endişesini dile getirmektedir. Zira O, bu görevin
yerine getirilmesini ve süreklilik kazanmasını çok
arzu etmektedir. Yüce Allah'ın üzerine titreyerek yetiştirdiği
ve kendisine elçi olarak seçtiği Hz. Musa'ya -selam
üzerine olsun- yakışan da budur.
Rabbi Onun şiddetli arzusunu,
duyarlığını ve ihtiyatlı
davranışını bildiğinden istediklerini
kendisine' vermiştir. Korktuğu konularda onu emin
kılmıştır. Buradaki anlatımda
Allah'ın O'nun duasını kabul edişi Hz. Harun
ile buluşması aşamaları özet olarak
geçmektedir. Yüce Allah'ın Hz. Musa'nın gönlünü
tatmin ettiği, korkularını kökten silip attığı
zaman diliminde, bir taraftan da Hz. Harun ve Hz. Musa'nın
birlikte kerem sahibi Rabb'lerinin emirlerini almaya bàşladıkları
sahnesi gün yüzüne çıkmaktadır. Burada aslında
kuşku giderme amacı ile kullanılan bir söz bütün
endişeleri yok etmeye yetmiştir. Söz "Hayır"
sözüdür!
"Allah dedi ki; Hayır korkma. İkiniz birlikte
ayetlerimizle gidiniz. Biz sizinle birlikteyiz ve söylenecek her
sözü işitiriz."
Firavun'un yanına vararak ona deyiniz ki: "Biz bütün
alemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberleriyiz."
"İsrailoğullarının bizimle birlikte
buradan ayrılmalarına izin ver."
Hayır, asla için daralmayacak ve dilin tutulmayacak. Hayır,
onlar seni öldürmeyecek. Bunların hepsini kafandan sil. Sen
ve kardeşin gidiniz: "Ayetlerimizle
gidiniz" Daha
önce Hz. Musa, Asa ve Beyaz El mucizelerini gözleriyle görmüştü.
Burada bu iki mucizeye özet olarak yer verilmiştir. Zira bu
surede özellikle Firavunla yüzleşme, büyücülerin tutumu,
boğulma ve kurtulma tabloları üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
Gidiniz "Biz
sizinle birlikteyiz ve söylenecek her sözü işitiriz" Ne
büyük kuvvet! Ne büyük otorite! Ne büyük koruma, gözetme ve
güven! Yüce Allah her zaman ve her yerde onlarla ve her insanla
beraberdir. Özellikle kastedilen beraberlik yardım ve destek
beraberliğidir. Bu beraberlik kulak verme ve dinleme
şeklinde verilmektedir. Bu ise, hazır olmanın ve
dikkat etmenin en yüksek derecesidir. Dikkatli korumanın ve
yardım için hazır olmanın, Kur'an'ın ifade
metodu olan tasvire uygun olarak, kinaye biçiminde ifade
edilmesidir.
Gidiniz, "Firavun'un
yanına varınız"; endişeye
ve tereddüte kapılmadan görevinizi ona haber veriniz, "Biz
bütün alemlerin rabbi olan Allah'ın peygamberleriyiz."
deyiniz. Aslında onlar iki kişiler. Fakat ikisi
birlikte uyarıcı görevi yerine getirmeye, aynı
mesajı iletmeye gidiyorlar. Onların ikisi elçidir.
Alemlerin Rabbinin elçileri. İlahlık iddiasında
bulunan ve milletine: "Ben sizin Benden başka bir
ilahınızın olduğunu bilmiyorum." (Kasas
suresi, 38) diyen Firavun'un
karşısındadırlar. İşte bu, ilk andan
itibaren tevhid gerçeğinin, hiçbir korkuya ve aşamalı
anlatıma yer vermeden tek ve açık bir ifade ile yüzyüze
ortaya konmasıdır. Zira bu, idare etmeyi ve
aşamalı olarak gitmeyi kaldırmayan tek bir gerçektir.
Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- Kur'an'daki kıssasında
yer alan bu ve benzeri ifadeler açıkça gösteriyor ki: Hz.
Musa Firavun ve milletine gönderilen, onları dinine çağırmak,
peygamberliğinin yoluna uymalarını istemek için
görevlendirilen bir elçi değildi. Diledikleri gibi
Rablerine kulluk yapmaları için
İsrailoğullarını serbest
bırakmalarını istemek amacıyla bir elçi
olarak gönderilmişti. İsrailoğulları,
ataları İsrailden bu yana bir din sahibi
bulunuyorlardı. İsrail, Hz. Yusuf'un babası Hz.
Yakup idi. Bu din, onların vicdanlarında
yozlaşmış, inançları bozulmuştu. Yüce
Allah onlarà Hz. Musa'yı kendilerini Firavun'un zulmünden
kurtarsın ve onları Tevhid Dinine göre tekrar eğitsin
diye göndermiştir.
Buraya kadar biz, peygamber olarak gönderme, vahiy ve
yükümlülük tablosunun önündeydik. Fakat birden perde iniyor.
Şimdi kendimizi karşılaşma tablosunun önünde
görüyoruz. Burada Kur'an'ın sunuş metodunda
izlediği sanat prensibine bağlı olarak, iki tablo
arasında kendiliğinden anlaşılabilecek bölüm
kısaltılmıştır.
|
|
O |
|
O |
|