Burada verilen kopuk harfler, bu surenin de bir bölümünü
oluşturduğu apaçık Kitabın ayetlerine dikkat
çekmek içindir. Bu harfler, vahyi yalanlayanların elleri
altında olmalarına rağmen onlar bu harflerden bu
apaçık Kitabın bir benzerini yapamamaktadırlar.
Surede, bu Kitaptan yoğun biçimde söz edilmektedir. Girişinde
sonucunda, bu kitaptan bahsedilmektedir. Zaten Kur'an'da bu kopuk
harfler ile başlayan bütün surelerin özelliği budur.
Bu uyarıdan sonra müşriklerin tutumlarına
üzülen, kendisini ve Kur'an-ı Kerim'i yalanlamalarına
içerleyen Allah'ın elçisi Hz. Muhammed'e -salat ve selam
üzerine olsun- hitap ediliyor. Kendisi teselli ediliyor,
yüklendiği işi kolaylaştırılıyor.
Onlar için üzülmemesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü
yüce Allah dileseydi, zorla iman etmelerini, zorla imana boyun eğmelerini
sağlayabilir, kaba kuvvetle iman etmelerini garanti edecek
bir ayet (mucize) gönderebilirdi.
Ayetlerin ifade üslubunda Hz. Peygamber -salat ve selam
üzerine olsun- onların iman etmemelerine
sıkıldığından ve üzüldüğünden
azarlanıyor gibidir. İfade de bu özellik vardır.
"Ey Muhammed, onlar mü'min olmuyorlar diye neredeyse canına
kıyacaksın."
Ayeti kerimede geçen "Bahi'un-nefs" kavramı
kendisini öldürmek demektir. Bu ifade Resulullah'ın -salat
ve selam üzerine olsun- onların ilahi mesaj
yalanlamalarına ne kadar üzüldüğünü tasvir
etmektedir. Zira o bu yalanlamadan sonra onların
başına gelecekleri kesin biçimde bilmektedir. Bu
nedenle onlar adına içi yanmaktadır. Çünkü onları
kendisinin ailesi, aşireti ve milletidir. İçi
daralmaktadır. Bu durumda Rabbi ona acımakta,
öldürücü üzüntüsünü hafifletmektedir. İşini
kolaylaştırmakta ve ona demektedir ki: Onları imana
getirmek senin görevin ve yükümlülüğün değildir.
Eğer onları imana zorlamak isteseydik, biz
zorlayabilirdik. Onun karşısında imandan başka
bir çareye başvuramayacakları mağlup edici bir
ayet indirirdik. Böyle bir durumda onların boyun
eğiş halleri, somut bir tablo halinde ayette ifadesini
bulmaktadır. "Eğer dilesek onlara gökten bir
mucize indiririz de karşısında boyunları
eğik kalır." Boyunları bükülmüş,
eğilmiş vaziyettedir. Sanki bu onların
kendilerinden ayrılmayan halleridir. Hep böyle kalıp
duracaklardır!
Fakat yüce Allah, bu son peygamberliğin yanında bir
de mağlup edici bir ayetin (mucizenin) olmasını
dilememiştir. Yüce Allah bu son risaletin mucizesi olarak
Kur'an'ı vermiştir. Eksiksiz bir hayat programı
olarak Kur'an'ı her yönden mucize olan Kur'anı:
1- Kur'an, ifade yapısı ve edebi ahengi ile bir
mucizedir. Çünkü pek çok özellikleri, değişmeyen ve
farklılık göstermeyen bir düzeyde ve bir noktada
bütünleştirmeye dayanmaktadır. İnsanın
işleri ve eylemlerinde ise durum değişiklik ve
farklılık göstermektedir. Bir tek insanın
işinde yükselme, alçalma, güçlenme, zayıflama rahat
biçimde gözlemlenmekte, durum değişmektedir. Halbuki
bu Kur'an'ın ifadeye ilişkin özellikleri tek bir uyuma
ve tek bir düzeye dayanmaktadır. Üstelik bu uyum ve düzey
hiç değişmeyen bir sabitliğe sahiptir. Bu da
halleri değişikliğe uğramayan
kaynağının değişmezliğini ortaya
koymaktadır.
2- Kur'an, düşünce yapısı, bölümlerinin
ahengi ve mükemmelliği ile de mucizedir. Orada ne bir
eksikliğe ne de bir tesadüfe yer yoktur. Bütün buyrukları
ve yasamaları aynı noktada buluşmakta, uyum içine
girmekte ve birbirini tamamlamaktadır. İnsan
hayatını bütün olarak ele almakta, kuşatmakta,
ihtiyaçlarına cevap vermekte ve yönlendirmektedir. Bu kuşatıcı,
kapsamlı programın en ufak bir bölümü diğer bölümü
ile çelişmemekte ve insanın fıtratına
herhangi bir noktada aykırı düşmemektedir. Onun
ihtiyaçlarına cevap vermekten aciz kalmamaktadır. Bütün
direktifleri ve yasamaları tek bir eksene, tek bir kulpa
bağlanmaktadır. Bunlar arasında öyle bir uyum var
ki, insanın sınırlı deneyiminin bu noktaya
ulaşması mümkün değildir. Bunu ortaya koymak için
sınırsız yer ve zamanın
sınırları ile
sınırlandırılmamış bir bilgi ve
deneyime ihtiyaç vardır. İşte ancak böyle bir
bilgi ve deneyimle mesele bu ölçüde kuşatılabilir ve
ancak onunla bunun gibi bir düzenleme yapılabilir.
3- Kalpler ve ruhlara rahatlıkla ulaşması,
alıcı cihazlarına dokunması, kapalı olan
cihazlarına, etkilenme ve sinyallere karşılık
verme hassasiyetini kazandırması, ruhların ve
kalblerin açmazlarını ve problemlerini hayret verici
bir kolaylık ve çabuklukla çözmesi, onları kendi
metoduna uygun biçimde, karmaşıklığa,
dolaylı anlatıma ve demagojiye baş vurmadan, basit
dokunuşlarla eğitmesi ve yönlendirmesi ile de Kur'an
bir mucizedir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'i bu son risaletin mucizesi
kılmayı dilemiştir. İnsanların
boyunlarını büken, baş eğmelerini
sağlayan ve onları teslim olmaya zorlayan, maddi güce
dayalı bir mucize ile bu son dini desteklemeyi
dilememiştir. Çünkü bu son din, bütün milletlere,
bütün kuşaklara açıktı. Herhangi bir yerde ve
zaman diliminde yaşayan kapalı bir risalet değildir.
Bu nedenle son dinin mucizesinin de yakın-uzak bütün
ümmetlere ve kuşaklara açık olması uygun düşüyordu.
Maddi olan harikalar ise, ancak kendisini görenlerin boyunlarını
bükmelerini, sağlamaktadır. Bundan sonra ise dilden
dile dolaşan bir hikaye olmakta, gözle görülen bir gerçek
olmaktan çıkmaktadır. Kur'an ise, işte şimdi
üzerinden tam onüç asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen
bütün insanlığa açık bir kitaptır.
Belirlenmiş bir hayat programıdır. Bugün yaşayan
insanlar eğer onu kendilerine rehber seçerlerse, hayatlarını
onun ilkeleri üzerinde kurabilirler. Bu durumda Kur'an onların
bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecektir. Onları daha
güzel bir dünyaya, daha yüce ufuklara, daha örnek bir sonuca
götürecektir. Bizden sonraki insanlar da onda bizim görmediğimiz
pekçok şeyi göreceklerdir. Zira Kur'an'ın metodu, her
isteyene ihtiyacı kadar vermektir. Doğal olarak onun
kaynağı kurumaz. Sürekli yenilenir. Ne yazık ki,
insanlar bu yüce ve büyük hikmeti yeterince anlayamamışlardır.
Bu nedenle kendilerine gönderilen bu yüce Kur'an'dan zaman zaman
yüz çevirmişlerdir: