Derin anlamlı mesajlarla yüklü olan bu son kesit,
Kur'an'ın o günkü ilk muhataplarının
akıllarının ucundan bile geçmeyen birkaç köklü
anlamlı gerçeğe dikkatimizi çeker. Bu gerçeklerin
ilki, insan hayatının önceden tasarlandığı,
kesin bir plana bağlı olduğu gerçeğidir.
Okuyoruz:
"İnsanoğlu, başıboş
bırakılacağını mı sanıyor?"
Kur'an'ın o ilk muhataplarının
anlayışlarına göre hayat, sebebi, amacı ve
ideali olmayan birtakım hareketler zinciri idi. insanlar
rahimler tarafından dışarıya
atılıyorlar ve mezarlar tarafından
yutuluyorlardı. Bu iki aşamanın arası oyundan,
eğlenceden, süsten-gösterişten, övünme yarışından,
hayvana özgü kısa vadeli zevklerden ibaretti. Tüm evrene
egemen olan bir yasalar sistemi varmış, bu
yasaların gerisinde bir amaç ve o amacın gerisinde de
bir hikmet yatıyormuş. İnsan bu hayata belirli bir
plân uyarınca gelmişmiş. Bu hayat bir
hesaplaşma ve ödül-ceza işlemi ile
noktalanacakmış, insan şu yeryüzündeki serüveni,
sözkonusu hesaplaşma ve ödül-ceza aşamasında
sonuçlanacak bir sınav sürecinden ibaretmiş. Bütün
bu ayrıntılı ve birbirine bağlı düşünceler
ve bu düşüncelerin gerisindeki güçlü, plânlayıcı,
hikmet sahibi, herşeyi bir ön-tasarıya göre yapan ve
herşeyi belirli bir sonuca ulaştıran ve
"Allah" bilinci o günkü insanların zihniyetlerine
ve kafa yapılarına uzak ve yabancı kavramlardı.
İnsanı hayvandan ayıran özellik, insanın
olaylara, zamana ve amaçlara bağlılık bilinci,
gerek kendi soyunun ve gerekse çevresindeki tüm varlıkların
bir amacı, bir maksadı yolundaki misyonudur. Bunlar da
yetmez. insanın, insan sayılabilmesi için bu bilince ve
ufuk genişliğine bağlı olarak insanlık
merdivenlerinin basamaklarında sürekli bir tempo ile
yükselmelidir, evrende işleyen yasal sistemin
varlığına ilişkin duyarlı bir düşünce
taşımalıdır, olaylar ve nesneler ile bu
yasalar arasındaki sıkı bağı
farketmelidir. Ömrünü birbirinden kopuk olaylar ve zaman
dilimleri biçiminde algılayarak yaşamamalıdır.
Zaman, yer, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek
arasında kafasında bağ olmalıdır. Sonra bütün
bunlar ile evren bütünü ve onun yasaları arasında
bağ kurmalıdır. Son aşama da bu
saydıklarımızın bütünü ile yoktan var edici,
planlayıcısı, hiçbir şeyi boşuna
yaratmayan, yarattıklarını başıboş
bırakmayan yüce irade arasında bağ
kurmalıdır.
Kur'an'ın sağladığı ufuk
genişliği sayesinde o eski çağda insanların
kaydettikleri bu düşünce aşaması, o günün yaygın
düşünceleri ile karşılaştırma
yaptığımız takdirde müthiş bir
aşamadır. Bu aşama insanlığın
tanıdığı, evrene ilişkin klâsik ve
modern felsefelere göre bu gün de müthiş bir
transformasyon olma özelliğini halâ korumaktadır.
"İnsanoğlu başıboş
bırakılacağını mı sanıyor?"
Kur'an'ın bu yoldà insan kalbine yönelttiği
dokunuşlardan biridir. Amacı insanın
sağına-soluna dikkatli bakarak kendi
varlığını tüm evrene ve evren bütününü
planlayan yüce iradeye bağlayan bağların, irtibat
kanallarının, hedeflerin, amaçların, gerekçelerin
ve sebeplerin farkına varmasını
sağlamaktır.
Bu ayetin arkasından insanın başıboş
bırakılmayacağını kanıtlayan somut
ve yalın bir gerçeğe ışık tutuluyor.
Sade ve duru bir dille anlatılan bu somut gerçek
insanın ilk
yaratılış gerçeğidir. Okuyalım:
"O, fışkıran meniden oluşmuş bir
sperma değil miydi?
Sonra embriyoya dönüştü, sonra Allah onu yaratıp
biçimlendirdi. Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti."
Şu "insan" denen varlık nedir? Neden
yaratıldı? Başta nasıl bir şeydi? Sonra
nasıl oluştu? Dünyaya gözünü açıncaya kadar ki
büyük yolculuğunu nasıl geçirdi? O ilk defa tamla su,
fışkırtılan, ana rahmine atılan bir meni
damlası değilmiydi? Bu meni damlacığı, küçücük
tek bir hücreden ana rahminde kendine özgü konumdaki bir
embriyoya dönüşmedi mi? Rahmin çeperlerine asılarak
yaşayan ve besinini sağlayan bir embriyo
aşamasına geçmedi mi? Bu hareketi ona kim ilham etti?
Ona bu gücü kim verdi? Onu bu yöne kim yöneltti?
Daha sonra kim onu dengeli yapılı, uyumlu
organlı, ilk başta yumurtalı bir tek hücreden
ibaretken milyarlarca hücreden oluşmuş organizmalı
aşamaya geçirdi? insan yavrusunun tek hücre aşamasından
biçimlenmiş "cenin" aşamasına
varıncaya kadar aldığı mesafe ve
yolculuğunun cenin aşamasında geçirdiği
değişmeler doğumundan ölümüne kadar yaşadığı
olayların tümünden ve aştığı
mesafelerin toplamından daha uzun ve daha geniş çaplıdır.
bu uzun yolculukta kim ona rehberlik etti? Çünkü o küçücük
ve güçsüz bir yaratıktır. Ne aklı ne kavrama
yeteneği ve ne de deneyimi vardı.
O tek hücreden son aşamada erkek ile dişiyi kim türetti?
Hangi irade bu hücreye dişi olmasını empoze
ederken, şu hücreye erkek olmasını empoze etti?
Yoksa biri bu işe el attı da ana rahminin
karanlıkları içinde bu hücreleri bu yolda tercih
yapmaya mı iletti?
Bunları düşünürken plânlayıcı, fakat
fark edilmez bir elin varlığını kabul etmek kaçınılmaz
olur. İşte bu farkedilmez el, ana rahmine
atılmış meni damlacığına uzun
yolculuğunda rehberlik etmiş ve sonunda onu
belirttiğimiz aşamaya erdirmiştir; yani "Sonra
ondan erkek ve dişi çiftler türetmiştir: '
Kendini insana ister-istemez kabul ettiren bu gerçeği,
surenin işlediği gerçeğin bir çoğunu içeren
şu geniş kapsamlı mesaj izliyor. Okuyoruz:
"Bunları yapan Allah, ölüleri diriltemez mi?"
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih
ederiz O'nu. O ölüleri diriltebilir. Hayır hayır! Her
türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. O yeniden
dirilişi gerçekleştirecek güce sahiptir.
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih
ederiz O'nu. Kendini ister-istemez kabul ettiren bu gerçek karşısında
insanın yapabileceği tek şey titreyip
aklını başına toplamaktır.
İşte sure bu kesin, bu net, bu derin etkili, bu güçlü,
bu insan kafaları insan varoluşu ve bu varoluşun
gerisindeki ilahi plân ve tasarı bilinci ile doldurup
taşıran mesajla noktalanıyor.