O |
insan
|
O |
|
23- Ey Muhammed, bu 'Kur'an'ı sana indiren biziz.
24- Rabbin hükmünü verinceye dek sabret, onların günahkârlarının
ve inatçı inkârcılarının sözlerine uyma.
25- Sabah ve akşam Rabbinin adını an.
26- Gecenin bir bölümünde O'na secde et, geceleri O'nu uzun
uzun tesbih et.
Okuduğumuz bu dört ayet, islama çağrı
hareketine ilişkin son derece önemli bir gerçeği dile
getirirler. insanları Allah'a çağıran dava
adamları bu gerçekle sıkı sıkıya bütünleşmeli,
onu enine-boyuna değerlendirip içlerine sindirmeli, imana
ilişkin somut ve psikolojik anlamlarını akıl süzgecinden
geçirip iyice kavramalıdırlar
Peygamberimiz, müşriklerin karşısına tek
ve ortaksız Allah çağrısı ile çıkmıştı.
O bu çağrı sırasında sadece müşriklerin
kalplerindeki inançla karşı karşıya
gelmiş değildi. Eğer durum böyle olsaydı
Peygamberimizin işi çok kolay olurdu. Çünkü adamların
savundukları müşriklik inancı tutarsız
olduğu için güçlü, tutarlı, açık ve yalın
islam inancı karşısında uzun boylu direnemezdi,
böyle bir güçten ve soluktan özü itibarı ile yoksundu.
Yani bilinen o inatçı muhalefetin itici gücü, müşriklik
inancının özünden değil, bu inancı
kuşatan yan şartlardan ve o günkü toplumun yapısının
özelliklerinden kaynaklanıyordu. Nitekim gerek tarihi
belgeler ve gerekse Kur'an'ın çeşitli ayetleri bu yan
şartların ve özel toplumsal yapının mücadeledeki
etkin rolüne önemle dikkatlerimizi çekmektedir.
Bu yan şartları ve toplumdaki yapısal
özellikleri şöyle özetleyebiliriz: ileri gelen müşrikler,
o günkü toplumun egemen sınıfım
oluşturuyorlardı. Bu konumları yüzünden toplumun
egemen değerlerini üstün tutuyorlar, onları maddi çıkarlarının
vazgeçilmez güvenceleri olarak görüyorlardı.
İşte tutarsız, saçmalığı belli müşriklik
inancının tutarlı, açık ve güçlü islam
inancı karşısında gösterdiği sert
direnişin arkasında yatan ilk faktör buydu. Sonra
öbür ikinci dereceden faktörler geliyordu. Cahiliye
kültürünün kurumsallaştırdığı hayat
tarzı, bu hayatın hazları, zevkleri ve körüklediği
ihtiraslar da bu direnişe güç katıyor; yeni inanç
sistemine karşı takınılan inatçı ve
katı tavrı besliyordu. Çünkü bu yeni inanç
sisteminin ahlâk ilkeleri ve yüce değerleri, içgüdülerin
ve ihtirasların başıboş
bırakılmalarına, istedikleri gibi at
oynatmalarına, her türlü ahlâk dizginini kırmış,
çılgın ve sorumsuz bir hayata dalınmasına göz
yummuyordu.
Buna göre islam çağrısına karşı
duran direniş hareketinin ardındaki sebepleri şu
üç kategoride toplayabiliriz: a) İleri gelen müşriklerin
sosyal konumları, o günün egemen toplumsal değerleri,
siyasi otorite, servet ve çıkarlar. b)
Alışkanlıklar, adetler ve geleneksel hayat
tarzı. c) Değer yargılarından ve ahlâk bağlarından
sıyrılmak isteyen içgüdülerin ve ihtirasların dürtüsü.
Bütün bunlar ilk çağrı hareketinin
karşısına dikilen faktörlerdi. Aynı faktörlerin
her zaman ve her yerdeki çağrı hareketlerinin
karşısına dikildikleri görülür. Bu faktörler
islam-küfür savaşının değişmez faktörleridir.
Aynı zamanda bu faktörler bu savaşa amansız ve
bitimsiz bir mücadele niteliği kazandırır; onun
sıkıntılarına, yükümlülüklerine katlanmayı
ve onu kararlılıkla sürdürmeyi dünyanın en zor
işlerinden biri haline getiriyor.
Bundan dolayı her dönemde ve her yerdeki insanları
Allah'ın dinine çağıran dava adamlarının
yukardaki ayetlerin içerdiği gerçekle ve bu ayetlerin
indikleri sıradaki şartlarla enine-boyuna bütünleşmeleri
gerekir. Çünkü bu şartlar, dünyanın neresinde ve
hangi döneminde olursa olsun, insanları Allah'a çağıran
bütün dava adamlarının vermek zorunda kalacakları
savaşın değişmez şartlarıdır.
Bilindiği gibi Peygamberimize, insanları
uyarması yolunda Allah'tan direktif geldi. O'na "Ey
örtüye bürünerek saklanan Muhammed, ayağa kalk
da uyar" buyuruldu.
(Müddesir 1-2) Peygamberimiz sırtına yüklenen bu
görevi yerine getirmeye girişir girişmez, daha ilk
adımlarında, bu faktörler ile, bu sebeplerle yüzyüze
geldi. Bu faktörler, hemşehrilerini bu yeni çağrıya
uymaktan alıkoyuyor, onları çürüklüğünün ve
tutarsızlığının farkında
oldukları eğri inançlarına sımsıkı
sarılmaya sürüklüyor, dahası bu adamları inançlarını,
sistemlerini, sosyal konumlarını, çıkarlarını,
alışageldikleri yaşama biçimlerini, hazlarını
ve ihtiraslarını inatla ve şiddetle savunmaya
itiyordu. Yeni çağrı hareketi daha ilk aşamada böylesine
çok yönlü tehditlerle boğuşmak zorunda
kalmıştı.
Bu inatçı direniş çeşitli biçimlere
büründü. ilk aşamada bu yeni çağrıya uyan mümin
azınlığa türlü eziyetler yaptı,
işkenceler ve tehditler yolu ile onları inançlarından
vazgeçirmeye çalıştı. Sonra bu inanç sisteminin
ak çehresini karartmayı, sistemi ve Peygamberini toz bulutu
altında bırakmayı denedi. Bu amaçla birçok
suçlamalara girişti, birçok asılsız dedikodulara
başvurdu. Bu kirli yollara başvuranlar bu dine yeni
katılmaların olmasını engellemek
istiyorlardı. Çünkü bu inanç sistemine yeni insanların
katılmasını önlemek, onun özünü kavramış
ve tadını almış eski müminleri dinlerinden
döndürmekten daha kolay olabilirdi.
Bunların yanısıra doğrudan doğruya
Peygamberimizi hedef alan komplolar tezgahlamayı da ihmal
etmediler. Tehditlerin ve eziyetlerin para etmediğini
anlayınca sahte bir yumuşama havasına girdiler.
Peygamberimizin karşısına şu tür teklifler
ile çıktılar: Geçmişi unutup yolun bu
noktasında elele verebilirlerdi. Bunun için Peygamberimiz,
bu beylerin inançlarına, sistemlerine ve geleneklerine yönelik
sert saldırılarını durdurmalı idi. O
zaman her iki tarafın onaylayacağı ortak
şartlar etrafında barış yapılabilirdi.
Nitekim zaman zaman çıkar ve ganimet bölüşümü
üzerinde, ya da bilinen diğer dünyalık meseleler
çevresinde anlaşmazlığa düşerek birbirleri
ile çatışan toplumlar ve kişiler sonunda bir
noktada anlaşıyorlar, aralarındaki çekişmeyi
sona erdiriyorlardı.
İşte insanları Allah'ın yoluna çağıran
bütün dava sahipleri her dönemde ve her yerde bu komploların
ya aynıları ile ya da benzerleri ile kesinlikle yüzyüze
gelirler.
Peygamberimiz gerçi bir peygamberdi. Yüce Allah O'nu
komplolara ve insanların kirli tuzaklarına
karşı kesin koruma altına almıştı.
Fakat, sıfatı ne olursa olsun, o da bir insandı.
Bir avuç mümin ile birlikte ağır şartlara göğüs
germek zorunda kalmıştı, karşı koyacak
yeterli güçten yoksundu. Yüce Allah O'nun bu durumunu biliyordu.
Bu yüzden O'nu yalnız bırakmıyordu; kendisini
desteksiz, yardımsız ve kritik noktalarda yol göstermesiz
olarak bu ağır realitenin baskısı altına
sürmüyordu.
İşte yukarda okuduğumuz ayetler, bu
yardımı, bu desteği, bu yol göstericiliği içerir.
Baştan Okuyalım:
"Ey Muhammed, bu Kur'an'ı sana indiren
biziz."
Bu ilk direktif, bu çağrıya ilişkin yükümlülüklerin
kaynağının, özünün dayanağının ne
olduğuna dikkatleri çekiyor. Bu çağrı Allah'tan
geliyor. Tek kaynağı O'dur. Bu Kur'an'ı indiren
O'dur. Onun başka bir kaynağı yoktur. Bu çağrının
özüne bu pınardan fışkırmamış olan
yabancı bir şey karıştırılamaz. Bu
inanç sistemi için bu kaynak dışındaki hiçbir
yerden bir şey alınamaz, iktibas edilemez, dayanak
yapılamaz, böylesine yabancı unsurlar bu inanç
sistemine karıştırılamaz.
Bunun yanısıra şunu da unutmamalı. Bu
Kur'an'ı indiren ve Peygamberini bu çağrıyı
seslendirmekle görevlendiren Allah'tır. O bu çağrıyı
ve bu çağrıyı seslendiren önderi korumasız
bırakmaz. Görevi, öndere veren O olduğu gibi
Kur'an'ı o Önder'e indiren de O'dur.
Fakat eğri güçler
şımarıklıklarını, küstahlıklarını
sürdürürler. Müminlere eziyet üzerine eziyet yaparlar.
Dinlerin vazgeçirme çabaları peşlerini bırakmaz.
Bu çağrı hareketinin amansız düşmanları
inançlarına, sistemlerine, geleneklerine,
sığınak olarak kullandıkları bozguncu ve
yıkıcı faaliyetlerine yönelik
ısrarlarından daha katı bir ısrarla
insanları Allah yoluna girmekten Alıkoymaya çalışırlar.
Aynı adamlar bir yandan da davanın önderine barış
yapmayı, Mekke kentini bölüşmeyi ve bir ortak noktada
buluşmayı öneriyorlar. O günün zor şartları
karşısında bu öneriyi reddetmek, geri çevirmek
oldukça zor bir karardır.
İşte bu noktada ikinci direktif geliyor.
Okuyalım:
"Rabbin hükmünü verinceye kadar sabret, onların günahkârlarının
ve inatçı inkarcılarının sözlerine uyma."
Her iş yüce Allah'ın plânına
bağlıdır. O eğriliğe mühlet tanır,
kötülüğe meydan verir; müminlerin sıkıntı,
sınanma ve arınma dönemlerine uzatır. Bütün
bunların gerisinde sadece O'nun bildiği bir hikmet
vardır. Bu hikmet aracılığı ile o plânını
uygular, hükmünü yürütür. O halde sen "Rabbin
hükmünü verinceye kadar sabret." O'nun belirlediği
an gelinceye kadar eziyetlere ve baskılara sabret.
Eğrilik cephesinin galip gelmesine, şer güçlerin gemi
azıya almalarına sabret. En çok da bu Kur'an'da sana
indirilen gerçeğe sımsıkı sarılarak
sabret. Sabret et de sakın o adamların bu inanç
sisteminin zararına olacak barış ve ortak noktada
buluşma önerilerine kulak asma. "Onların günahkârlarının
ve inatçı inkarcılarının sözlerine uyma:'
Onlar günahlara batmış kafirler olduklarına göre
seni Allah'a kulluğa, iyiye ve yararlıya çağırmazlar,
tersine seni şu ya da bu biçimde günaha ve kafirliğe
çağırırlar. Ortak bir noktada buluşma
önerilerinin ve seni hoşnut edeceğini, sana çekici
geleceğini sandıkları tekliflerinin ardında bu
kirli maksat yatar.
Gerçekten müşrikler Peygamberimize siyasi mevki içerikli,
servet içerikli, şehvet tatmini içerikli vaadler yapıyorlardı.
Ona kabilelerinin önderi olmayı, verecekleri servetlere
konmayı öneriyorlardı. Kendisini Mekke'nin en zengini
yapacaklarına söz veriyorlardı. Hatta O'na güzel kızları
peşkeş çekeceklerini söylüyorlardı. Nitekim müşriklerin
elebaşılarından biri olan Utbe b. Rebia birgün
Peygamberimize "Bu davadan vazgeç sana kızımı
vereyim. Kızım Kureyş kabilesinin en güzel kızlarından
biridir" demişti. Bütün bunlar öteden beri eğrilik
yanlılarının her yerdeki ve her kuşaktan dava
adamlarını satın almak için yaptıkları
çekici teklifler olagelmiştir.
Evet, "Rabbin
hükmünü verinceye kadar sabret, onların günahkârlarının
ve inatçı
inkarcılarının sözlerine uyma." Onlarla
aranızda üzerinde uzlaşılacak ortak bir nokta
yoktur. Onlar ile aranızdaki büyük uçurumun üzerine
köprü kurup üzerinden geçmek imkansızdır. Senin
sistemin ile onların sistemini, senin evren bütününe ilişkin
düşüncen ile onların kainat düşüncesini, senin
savunduğun gerçek ile onların tuttukları eğri,
senin imanın ile onların kafirliklerini, senin
aydınlığın
ile onların
karanlıklarını, senin gerçeğe ilişkin
bilgin ile onların cahiliye zihniyetlerini birbirleri ile
bağdaştırmak olacak şey değildir.
Aranızda aşılmaz sıradağlar vardır.
Zaman uzasa da, baskılar şiddetlense de,
caydırma girişimleri yoğunlaşsa da, yolun sonu
gelmez olsa da sabret.
Yalnız bu sabır zor iştir. Azık ister,
belirli bir destek ister. Okuyalım:
"Sabah ve akşam Rabbinin adını an.
Gecenin bir bölümünde O'na secde et, geceleri O'nu uzun uzun
tesbih et." Bu
çetin yolculuğun azığı İşte budur.
Sabahları ve akşamları Rabbinin adını an.
Geceleri secdeye kapanarak uzun uzun O'nu noksanlıklardan
tenzih et. Bu sana Kur'an'ı indiren ve seni bu çağrıyı
seslendirmekle görevlendiren yüce kaynakla ilişki
kurmaktır. Gücün kaynağı, azığın
ve desteğin pınarı geceleri uzun uzun zikrederek,
ibadet yaparak, dua ederek, tesbih ederek O'nunla bağ
kurmaktır. Çünkü yol uzundur, yük ağırdır.
Onun için bol azığa ve büyük yardıma ihtiyaç
vardır. İşte bu azık ve yardım
buradadır. Burada kul ile Allah yalnızlık köşesinde,
fısıltılı yakarışlarda,
beklentilerde ve başbaşa gelmenin coşkusunda
buluşurlar. Bu buluşmadan yorgunluğa ve
dermansızlığa karşı rahatlık
doğar, zayıflığa ve sayı
azlığına karşı güç meydana gelir. insan
ruhu basit duygulardan ve kaygılardan arınarak
taşıdığı yükümlülüğün yüceliğini,
üstlendiği "emanetin büyüklüğünü görür. O
zaman da insan üzerinde yürüdüğü yolun dikenlerinin
ayaklarında ve vücudunun diğer yerlerinde açtığı
ve açacağı yaraları umursamaz, önemsemez olur.
Yüce Allah merhametlidir, sevgili kulunu bu çağrıyı
seslendirmekle görevlendirmiş, O'na Kur'an'ı
indirmiş, yükünün ağır ve yolunun dikenli
olduğunu baştan bildirmiştir. Bu yüzden
Peygamber'ini yardımsız ve desteksiz
bırakmamıştır. İşte O'nun
yardımı budur. O bu yardımın o dikenli yoldaki
çetin yolculuğun uygun ve gerçek azığı
olduğunu herkesten iyi bilir. Bu yardım, her yerdeki ve
her kuşaktan dava adamlarının
azığıdır. Çünkü dava birdir,
şartları aynıdır, eğrilik cephesinin bu
dava karşısındaki tutumu aynıdır, bu
tutumun gerekçeleri aynı olduğu gibi eğrilik
yanlılığının yöntemleri de değişmezdir.
O halde "hak" yanlılarının yöntemleri de
yüce Allah'ın bu yolun uygun yöntemleri olduklarını
belirttiği yöntemler olmalıdır.
insanları Allah'a çağıran dava adamları, yüce
Allah tarafından bu çağrının ilk önderine
telkin edilen bu gerçeği enine-boyuna içlerine
sindirmelidirler. Sözkonusu gerçek, bu çağrı görevinin
Allah katından geldiği, çağrının
asıl sahibinin 0 olduğu, O'ndan gelen bu çağrının
özüne günaha batmış kafirlerce savunulan eğri
sistemlerden aktarılacak yabancı unsurların
karıştırılmaması gerektiği gerçeğidir.
Buna göre bu çağrının temsil ettiği gerçekle
o günahkârın savundukları eğri sistemlerinin
işbirliği yapmaları, "hakk"ı
savunanlar ile batıl (eğri yol)
yanlılarının uzlaşmaları, ortak bir
noktada buluşmaları mümkün değildir. Hak ile
batıl, birbirleri ile çelişen iki zıt sistemdir,
hiçbir zaman birleşmeyecek iki ayrı yoldurlar. Bu arada
bazan batıl yanlıları kaba güçlerine ve sayısal
çokluklarına dayanarak azınlık halindeki
zayıf müminleri yenebilirler. Bu Allah'ın bildiği
bir hikmetin sonucu olarak meydana gelir. Böyle durumlarda yüce
Allah'ın hükmü gerçekleşene dek sabretmek, Allah'tan
yardım istemek, geceleri uzun uzun dua ve tesbih ederek O'nun
desteğine sığınmak bu yolun tek güvenilir azığıdır.
Bu gerçek, bu yolun öncülerinin iyice kavramak, enine-boyuna
içlerine sindirmek zorunda oldukları önemli bir ilkedir.
Bunun arkasından peygamberimizin savunduğu sistem ile
müşriklerin tuttukları sistem arasındaki
bağdaşmaz farklılık bir kez daha
vurgulanıyor. Bunun kanıtı olarak müşriklerin
kendi iyiliklerinin nerede olduğunu bilmedikleri,
ideallerinin kof ve düşünce ufuklarının dar
olduğu anlatılıyor. Okuyalım:
|
|
O |
|
O |
|