Surenin baş tarafındaki soru edatı cümleye
olumlu yönde pekiştirme anlamı katmaktadır. Fakat
insanın kendi kendine şu soruları sormasına
zemin hazırlar gibidir. Acaba insan, anılmaya değer
bir varlık olmadan önce uzun yıllar geçtiğini
bilmiyor mu? insan bu gerçeği düşünmez, üzerinde
kafa yormaz mı? içinden bu gerçeği düşününce
kendisini varlık sahnesine çıkaran, üzerine
ışık tutan, uzun bir "anılmazlık"
döneminden sonra kendisini anılabilirlik aşamasına
erdiren yüce "el"in farkına varmaz mı?
Bu soru işareti zihnimize birçok mesaj taşıyor.
Bu mesajlar vicdanlarımızda çok sayıda düşünceyi
uyandıran yumuşak ve köklü mesajlardır.
Bu mesajlardan biri vicdanlarımızı insanın
yaratılışından, yoktan varedilişinden
önceki döneme yöneltir. Vicdanlarımız bu "insansız"
dönemi evrenle birlikte hayalinde canlandırır. Acaba
vicdanınız o dönemi nasıl görür? Çünkü insan
kendini beğenmiş bir varlıktır, değerini
çok abartır. Öyle ki, bu evrenin kendisi olmadan nice uzun
yıllar varolduğunu, yaşadığını
unutur. Kim bilir belki de evren "insan" denen bir
varlığın yaratılacağını hiç
beklemiyordu. Fakat yüce Allah'ın iradesi bu canlı türünün
varlık sahnesine çıkması yönünde tecelli etti de
bunun sonucunda varoldu.
Bu mesajların bir diğeri hayalimizi insanın
varolduğu ana doğru çeker. Bu ana ilişkin çeşitli
düşünceler ve imajlar canlandırır. Oysa bu yeni
canlı türünü evrene katan o anın iç yüzünü sadece
yüce Allah bilir. Allah bu canlıyı yaratmadan önce
ince hesaplı planına almış, bu evrenin uzun
akış çizgisindeki rolünü çok önceden belirlemiştir.
Bu mesajların bir başkası bizi yüce Allah'ın
güçlü elini düşünmeye yöneltir. Yüce Allah, "insan"
denen bu yeni canlıyı varlık sahnesine sürüyor,
onu rolüne hazırlıyor, rolünü ona hazırlıyor,
hayatının iplerini tüm varlığın
oluşturduğu ana eksene bağlıyor, kendisi için
yaşamaya ve rolünü oynamaya elverişli şartlar
hazırlıyor, arkasından onu attığı
her adımda izliyor. Bu adımları atarken ipinin ucu
büyük evrenin diğer bütün ipleri gibi varlık bütününün
eksenine bağlı kalır.
Bu ayetler bunlar gibi daha birçok mesajı
vicdanlarımıza iletmekte, daha birçok düşünceyi
kafamızda uyandırmaktadır. Bu mesajların ve düşüncelerin
sonucu olarak zihnimizde şu bilinç oluşur:
İnsanın yaratılışı, hayat
yolculuğu ve bu yolculuğun akıbeti bir amaca,
belirli bir plana bağlıdır.
Bu hayat sahnesinde belirleme aşamasından sonra
varlığını sürdürmesi, hayat sürecini devam
ettirmesine gelince bunun ayrı bir hikayesi vardır.
Okuyoruz:
"Biz insanı sınavdan geçirmek amacı ile
karışım nitelikli bir su damlasından
yarattık. Bunun için onu işitme ve görme yetenekleri
ile donattık."
Ayetin orjinalinde geçen "emşac" sözcüğü
"çeşitli elementlerden oluşmuş
karışım" anlamına gelir. Bu sözcük
belki insan yavrusunun ana maddesini oluşturan su
damlasının erkeklik hücresi ile dişilik
yumurtasının döllenme sonucundaki birleşmesine
işarettir. Belki de karışımı
oluşturan elementlerden maksat döllenmiş hücredeki
kromozomların içerdiği "gen"lerdir. Bu genler
birinci derecede insan soyunun karakteristik niteliklerini, ikinci
derecede de ailenin niteliklerini taşıyarak
gelişecek olan insan yavrusuna aşılarlar.
İnsan yavrusunu oluşturan su damlası bu genler gösterdiği
doğrultuda gelişerek başka bir hayvan yavrusu
değil de insan yavrusu oluşturur. Bunun
yanısıra bu genler aileden geçen özel niteliklerin de
taşıyıcılarıdır. Ayrıca bu
deyim, çeşitli kalıtımların ortak
karışımı anlamına da gelebilir.
Yüce Allah insanı anlattığımız
karışım nitelikli su damlasından
yaratırken iş olsun diye, boşuna ya da rastgele
yaratmadı. Tersine onu sınavdan geçirmek için, imtihan
etmek için, denemek için yarattı. Aslında yüce Allah
insanın ne olduğunu, geçireceği sınavı
ve bu sınavın sonunda ne not alacağını
baştan biliyor. Fakat ön bilgisinin varlık sahnesinde
ortaya çıkmasını, varlığın özünde
plâna bağlanmış olan bu ön bilginin sonuçlarının
insanın eylemlerine yansımasını, bu bilginin
sonuçlarının onu adım adım izlemesini ve
sınavdan ortaya çıkacak sonuçların
karşılıklarına çarptırılmasını
istemiştir.
Bundan dolayı o, insanı "işitici" ve
"görücü" yapmış, yani onu gerekli duyu
organları ve algılama yetenekleri ile
donatmıştır. Amaç onun algılayabilmesi,
karşılık verebilmesi, nesneleri ve değerleri
kavrayabilmesi, bu algılara ve kavramalara dayanarak hüküm
verebilmesi ve seçim yapabilmesi ve yaptığı
tercihlere göre sınavını başarı ile geçmesidir.
Demek ki, yüce Allah'ın insan soyunun sürmesine ve
belirlediği yöntem -ki bu karışım nitelikli
bir su damlasından insan yavrusu yaratmaktır-
uyarınca insan fertlerinin çoğalmasına
ilişkin iradesinin arkasında bir hikmet, bir amaç vardır.
Ortada "rastgele"lik diye bir şey yoktur. Bu
surenin ardındaki amaç bu canlı türünü sınavdan
geçirmektir. Bundan dolayı ona algılama,
karşılık verme, bilgi edinme ve seçim yapabilme
yetenekleri bağışlamıştır.
insanın yaratılışı, algı ve kavrama
yetenekleri ile donatılması ve hayatı boyunca
denenmesi, bütün bunlar belirli ölçülere bağlıdır.
Sonra Allah, insanı bilginin yanısıra yol seçme
gücü ile donatmıştır. Önce ona başarıya
erdiren yolu göstermiş sonra seçme yetkisini kendisine bırakmıştır.
isterse kendine gösterilen düz yoldan gider, dilerse bu yoldan
saparak Allah'a erdirmeyen yollar peşinde
şaşkın şaşkın taban teper. Okuyoruz:
"Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder,
isterse nankör olur."
Burada "hidayet" yani doğru yola girme
kavramı "şükür" kavramı ile ifade
ediliyor. Çünkü hidayete eren kalbin en doğal, en beklenen
tepkisi Allah'a şükretmektedir. Sebebine gelince bu kalb iyi
biliyor ki, insan uzun yüzyıllar boyunca anılmaya
değer bir varlık değildi. Sonra yüce Allah onun anılmaya
değer bir varlık olmasını istedi. Bunun için
ona görme ve işitme yetenekleri
bağışladı, kendisini öğrenme gücü ile
donattı. Sonra gideceği yolu gösterip kendisini seçim
yapma yetkisi ile başbaşa bıraktı. Bu yüzden
bu münasebetle mümin kalbde belirmesi beklenen ilk duygu şükür
duygusudur. Eğer şükretmez ise nankör olur. Hem de
koyu bir nankör. Çünkü ayetin orjinalinde yeralan "kefur"
sözcüğü, aşırı dereceli bir nankörlüğü
ifade eder.
Bu üç dokunuştan sonra insan işin ciddiliğinin
ve duyarlılığının bilincine varır ve
iyice anlar ki, o bir amaç uğruna yaratıldı, bir
ana eksene bağlıdır, öğrenme yeteneği
ile donatılmıştır ve bu yeteneği gerekçesi
ile hesaba çekilecektir, o sınavdan geçmek ve başarılı
bir sınav vermek için dünyaya gönderildi, yeryüzündeki
hayat dönemi oyun, eğlence ve sorumsuzluk dönemi değil,
ciddi bir imtihan dönemidir. Okuduğumuz bu üç kısa
ayetten İşte bu yüce ve köklü düşünce birikimi
çıkıyor. Bunun yanısıra bu üç ayet,
okuyucuya hayata ilişkin ağır bir sorumluluk
duygusu, ciddiyet ve kâr da kazandırır. insanı, sözkonusu
sınavın sonuçları konusunda bilinçli yapar, varlığının
amacına, varlığının anlamına, genel
olarak hayata ve değerler sistemine ilişkin görüşünü,
bakış açısını değiştirir.
Bundan dolayıdır ki, ayetlerin devamında bu
sınavdan veya şükür yolunu ya da nankörlük yolunu
seçmesinden sonra insanı bekleyen sonuçların
sunulmasına geçiliyor. Kafirlerin karşılaşacağı
sonuçlara kısaca değinilmekle yetiniliyor. Çünkü
surenin havası hem somut ve hem de soyut anlamda kulluk ve
nimet havasıdır, ayetlere gönül açıcı
nimetlere özendiren çağrının ardından azaba
kısaca değinilmekle yetiniliyor.