Ayet-i Kerimede geçen "mübahele" birbirleriyle
mücadele eden iki grubun karşı karşıya
durarak hep beraber Allah'a niyaz etmeleri ve hangisi
yanlış yolda ise Allah'ın onu yok etmesini
dilemeleri anlamına gelir.
Nitekim bu grupların hepsi teker teker Hz. Peygambere
karşı mübaheleye girişmekten kaçınmış,
O'na yanaşmamışlardır. Bu meydan okuma çağrısına
karşılık vermemişlerdir. Bu da gösteriyor ki
onlar bütün kalpleri ile Hz. Peygamberin doğru söylediğini
ve islamın gerçek din olduğunu biliyorlardı.
İmam Ahmed der ki: İsmail İbni Yezid Zerki, Ebu
Yezid, Fırat, Abdülkerim İbni Malik Cezeri, İkrime,
İbni Abbas'tan şu haberi nakletmişlerdir: Ebu Cehil
"Eğer ben Muhammed'i Kabe'nin yanında görsem gider
O'nun boynuna çökerim" demişti. Buna
karşılık Hz. Peygamber "Eğer o böyle
bir iş yapsaydı, melekler onu açıkta
yakalarlardı. Eğer yahudiler ölümü isteselerdi,
ölürler ve ateşteki yerlerini görürlerdi. Hz. Peygamberle
mübaheleye girenler olsaydı geri döndüklerinde ne mallarından
ne de ailelerinden birşey görmezlerdi." (Bu hadis
Buhari, Tirmizi ve Nesihi Abdurrezzak, Muamei Abdülkerim kanalıyla
rivayet etmişlerdi)
Bu bir mübahele olmaya da bilir. Onlara karşı bir
meydan okuma olabilir. Çünkü onlar diğer insanlardan
ayrı olarak kendilerinin Allah'ın dostları
olduklarını iddia ediyorlardı. Öyleyse ölümden
niçin korkabilirlerdi ki? Ne diye insanların en
korkakları olabilirlerdi ki? Zira onlar öldüklerinde Allah'ın
dostlarının ve kendisine
yakınlaştırılmış
kullarının Allah katındaki mükafatlarına
ulaşacak değiller miydi?
Bu meydan okuyuştan sonra onların iddialarında
samimi olmadıklarını, gönül huzuru ile kendine
dayanabilecekleri bir iyilik yapmadıklarını, bundan
dolayı herhangi bir mükafat ve yakınlık ümidi
içinde bulunmadıklarını ifade eden tesbitler yer
alıyor. Onların sırf günah işledikleri bu
nedenle ölüm ve ötesinden korktukları belirtilmektedir.
Çünkü hazırlığı ve azığı
olmayan insan yola koyulmaktan endişe eder.
"Dünyada yaptıklarından dolayı ölümü
katîyken istemezler ve Allah zalimleri çok iyi bilendir."
Bu bölümün sonunda ölüm gerçeği ve ötesi dile
getiriliyor. Onların ölümden kaçışlarının
kendilerine bir yarar sağlamayacağı açıklanıyor.
Çünkü ölüm zorunludur. Ondan kaçış yok, ondan
sonrasından da kaçılamaz. Çünkü Allah'a dönüş
ve insanın yaptıklarından sorguya çekilmesi de kuşku
götürmeyen kaçınılmaz bir gerçekliktir.
"De ki: `Doğrusu kendisinden kaçtığınız
ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır;
sonra, görüleni de görülmeyeni de bilen Allah'a
döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı
haber verecektir."
Bu Kur'an-ı Kerim'in, hem o zamanki muhataplara hem de
onların dışındaki tüm insanlara yönelttiği
mesaj dolu bir uyarısıdır. İnsanların çoğu
zaman unuttuğu, fakat nerede olurlarsa olsunlar
yakalarını bırakmayacak olan bir gerçeği gönüllerine
yerleştirmektedir. Bu hayat birgün elbet son bulacaktır.
Bu hayatta Allah'tan uzak olmak, O'na dönüşle sonuçlanacaktır.
O'ndan kaçanların O'na sığınmaktan başka
çareleri yoktur. O'na dönüşten sonra sorguya çekilmek ve
O'na göre yaptıklarının
karşılığını almak mutlaka gerçekleşecektir.
Bundan kaçıp kurtulmak mümkün değildir.
Taberi, Mu ceminde, Muaz bin Muhammed Hazeli hadisinden Yunus,
Hasan, Semüre kanalıyla peygambere şu sözü izafe eder:
"Ölümden kaçan adara tilki gibidir. Yer ondan borcunu
ister. O ise kaçmaya çalışır. Nihayet yorulur,
bitkin düşer ve inine girer. Yer yine ona; ey tilki! borcum!
der. Tekrar kalkar, sürünmeye başlar. Böyle sürünüp
gider. Boynu önüne düşüp ölünceye kadar kaçmaya devam
eder."
Bu da son derece etkili, derin anlamlı ve canlı bir
ölüm tablosudur.