36- Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başkalarıyla
korkutuyorlar. ,4llah kimi saptırırsa onu artık
doğru yo!a ileten olmaz.
37- Allah kime de doğru yolu gösterirse; artık onu
şaşırtan olmaz. Allah, galip ve öç alan değil
mi?
38- Ey Muhammed! Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri
yaratan kimdir?" diye sorsan; "Allah'dır"
derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin; Allah bana zarar
vermek isterse, Allah'ı bırakıp da
taptıklarınız, O'nun verdiği zararı
giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet di!erse, O'nun rahmetini
önleyebilir mi? "Deki: Allah bana yeter. Dayananlar O'na
dayanır. "
39- De ki: "Ey kavmim! Durumunuza göre bildiğinizi
yapın: ben de bildiğimi yapıyorum. Yakında
bileceksiniz. "
40- "Kendisini rezil edecek azap kime geliyor: Kime sürekli
azab inecek?"
Bu ayetler, sağlıklı imanın
mantığını bütün sadeliği,
zindeliği, açıklığı ve derinliğiyle
ortaya koymaktadır. Tıpkı Hz. Peygamberin kalbine
yerleşen iman gibi. Bir mesaja iman eden herkesin ve bir dava
sahibi olan her insanın kalbinde yerleşmesi gereken iman
da bu özelliklere sahip olmalıdır. Bu imandır tek
başına insana yeterli olan onu başka şeylere
muhtaç olmaktan kurtaran: hedefe ulaştırıcı,
değişmez ve doğru yolu önüne seren temel gerçek.
Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında kaydedilen
rivayetlere göre Kureyş müşrikleri, Allah'ın elçisi
olan Hz. Muhammed'i (s.a.s.) ilahları ile korkutuyor ve
onların gazabından (öfkesinden) sakındırıyorlardı.
İlahlarına aşağılayıcı sözler
söylemekten vazgeçmediği takdirde onların
hışmına uğrayacağını söylüyorlardı.
Fakat bu ayetlerin anlamı daha kapsamlı ve daha
geniştir. Bu, hakkı çağıran davetçi ile
yeryüzünün ona karşı koyan tüm güçleri arasında
meydana gelen savaşın gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.
Bu güçleri sağlıklı terazide tarttıktan
sonra mü'min kalbteki güveni, kesin inancı ve huzuru da
tasvir etmektedir.
"Allah, kuluna yetmez mi?"
Evet, yeterlidir. Öyleyse kim onu korkutabilir? Hangi şey
onu korkuya düşürebilir; Allah onunla beraber olduktan
sonra... Kendisi kulluk makamına yükselip, bu makamın
hakkını ödedikten sonra. Bütün kullarının
üstünde egemen olan, yüce kudret sahibi Allah'ın kendi
kuluna kâfi olduğundan kim şüphe edebilir?
"Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar."
Nasıl korkar O? Allah'ın dışındakiler
O'nun koruduğu kimseyi korkutamazlar. Yeryüzünün tamamı
Allah'ın dışındaki varlıklarla dolu
olmasına rağmen bunların hiçbir O'nu etkilemez.
Bu, rahat anlaşılabilecek, apaçık bir meseledir.
Kafa yormaya ve tartışmaya gerek yok bu konuyu. Bir
tarafta yüce Allah, diğer tarafta Allah'ın
dışında kalan varlıklar. Bu konu üzerinde düşündüğümüzde
artık ne herhangi bir şüpheye ne de herhangi bir karışıklığa
neden olacak bir şey kalır.
Geçerli olan, Allah'ın iradesidir. Üstün olan, O'nun
dilemesidir. Kullar hakkında hükmü geçerli olan O'dur.
Kulların kendilerine, kalblerinin hareketlerine ve
duygularına hükmeden O'dur.
"Allah kimi saptırırsa onu artık doğru
yola ileten olmaz. Allah kime de doğru yolu gösterirse artık
onu şaşırtan olamaz.
Kimin sapıklığa müstehak olduğunu bilip
onu saptıran; kimin de doğru yola layık
olduğunu bilip ona yol gösteren Allah'dır. Şu veya
bu şekilde biri hakkın
da
karar
verdiği zaman artık O'nun dilediğini
değiştirecek kimse olamaz.
"Allah, gâlip ve öç alan değil mi?"
Şüphesiz evet. Kuvvet ve üstünlük sahibi olan O'dur.
O, herkese hakettiği karşılığı verir.
İntikâma müstehak olandan intikam alır. Gerçekten
Allah'a kulluk görevini yerine getiren bir insan nasıl bir
kişiden veya bir şeyden korkabilir? Hem de yüce Allah
onun koruyucusu ve kendisine yeterli olduğu halde!
Sonra bu gerçeği başka bir kalıpta ortaya
koymaktadır. Bu kalıp, onların kendi
mantıklarından ve fıtratlarında mevcut olan,
Allah gerçeğine ilişkin realiteden
kaynaklanmaktadır: "Ey Muhammed! Andolsun ki, onlara
"Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan; "Allah'dır"
derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin Allah bana zarar
vermek isterse, Allah'ı bırakıp da
taptıklarınız,
O'nun verdiği zararı g
iderebilir
mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?"
De ki: "Allah bana yeter. Dayananlar O'na dayanır.
Onlar, sorulduğu zaman gökleri ve yeri yaratanın
Allah olduğunu belirtiyorlardı. Hiçbir fıtrat bu sözün
dışında başka bir şey diyemez. Hiçbir akıl,
göklerin ve yerin yaratılışını, yüce,
üstün bir iradenin varlığına bağlamadan açıklayamaz.
İşte yüce Allah, müşrikleri ve aklı
başında herkesi bu apaçık fıtri gerçekle kıskıvrak
yakalamaktadır. Yüce Allah göklerin ve yerin yaratıcısı
olduğuna göre, bu göklerde ve yerde yaşayan bir kimse
veya bir varlık, yüce Allah'ın, kullarından birine
dokundurmak istediği bir zararı önleyebilir mi? Yine bu
göklerde ve yerde yaşayan bir kimse veya bir varlık, yüce
Allah'ın kullarından birine dokundurmak istediği
rahmetine engel olabilir mi .
Bu sorulara verilecek kesin cevap, hayırdan ibarettir. Bu
gerçek kesinleştikten sonra Allah'a çağıran davetçinin,
kendisinden korkacağı ne olabilir? Neden korkabilir?
Neyi umabilir? Ona dokunacak zararı kim önleyebilir? Kim ona
gelen rahmeti engelleyebilir? Kim onu endişeye düşürebilir
veya korkutabilir, yahut yolundan alıkoyabilir?
Bu gerçek, inanmış bir kalbe yerleştiğinde
onun açısından mesele bitmiş olur.
Tartışma sona erer. Korku, kökünden sökülür.
Bütün arzular sona erer; sadece yüce Allah'a bağlı
olan umutlu kalır. O, kuluna yeter. Yalnız O'na tevekkül
edilir.
"De ki: "Allah bana yeter. Dayananlar O'na dayansın"
Ayrıca bu, iç huzurdur, güvendir. Kesin kanaattir.
Korkunun etkisinde kalmayan iç huzuru, sarsılmayan güven ve
gevşemeyen kesin kanaat. Yolun düze çıkacağına
tam bir güvenle yoluna devam etmektedir.
"De ki: "Ey kavmim! Durumunuza göre bildiğinizi
yapın; ben de bildiğimi yapıyorum. Yakında
bileceksiniz."
"Kendisini rezil edecek azap kime geliyor; kime sürekli
azab inecek?"
Ey milletim, kendi yolunuza ve durumunuza uygun olan işleri
yapmaya devam edin. Ben de sapmadan, korkmadan ve sarsılmadan
yoluma devam ediyorum. Siz ilerde kime dünyada kendisini rüsvay
edecek bir azabın geleceğini ve ahirette sürekli azabın
kimin başına getirileceğini öğreneceksiniz.
Fıtratın, kendisini dile getirdiği ve bütün
bir varlığın kendisine tanıklık
ettiği, rahat anlaşılabilen gerçeğin
sergilenmesinden sonra karar veriliyor. Göklerin ve yerin yaratıcısı,
göklerin ve yerin üzerine egemen olan Allah'dır.
Peygamberlerin insanlara ulaştırdıkları ve
davetçilerin, sorumluluğunu üstlendikleri davanın
sahibi de O'dur. Buna göre göklerde ve yerde olan varlıkların
hangisi O'nun elçilerine ve davetçilerine hükmedebilir? Kim
onların başına gelen bir zararı savabilir veya
onlara gelen rahmeti engelleyebilir? Bunların hiçbiri söz
konusu olmadığına göre neden korkabilirler?
Allah'dan başka kimden ne bekleyebilirler?
Dikkat edin! Artık mesele
aydınlanmıştır. Yol belli olmuştur.
Artık tartışmaya veya bahane aramaya gerekçe
kalmamıştır.
Allah'ın elçileriyle onların yolunda duran
diğer yeryüzü güçlerinin konumu budur işte. Peki
onların görevlerinin gerçek mahiyeti nedir? İlahi
mesajı yalan sayanların konumları nedir acaba?