Adalet, iyiliklerin toplanması, kötülüklerin de
toplanması; sonra bunlara göre kararın verilmesidir.
Lütuf ise, yüce Allah'ın bu takva sahibi kullarına
fazladan bağışladığı şeylerdir.
Onların en kötü işlerini dahi
bağışlayıp kantarda bu kötülüklerini hiç
hesaba katmaması; onlara, her şeyi, her işi güzellik
olan insanlar gibi muamele etmesi; böylece iyiliklerinin artmasına,
çoğalmasına ve terazide ağır basmasına
garanti vermesidir.
Bu, hiç kuşkusuz Allah'ın lütfudur. Onu dilediği
kimseye verir. Yüce Allah bu lütufkârlığı
kendiliğinden söz vermiş ve bunu va'detmiştir. Bu
söz mutlaka gerçekleşecektir. Takva sahiplerinin ve
iyilikte bulunan insanların bu konuda güvenleri tamdır.
Şimdi ele alacağımız bölüm, bu surenin en
uzun bölümüdür. Burada tevhid gerçeği değişik
dokunuşlar içinde, değişik açılardan ele
alınmaktadır. Bölüm, mü'min kalbin gerçek durumunu,
yeryüzü güçlerine karşı tutumunu, kendisine
dayandığı yegane gücü, yalnız bu güce dayanıp
O'nun dışında kalan basit-değersiz güçlere
aldırmadığını tasvir etmektedir. Bu
kalbin, kuruntudan ibaret güçlerden elini eteğini çektiğini,
kendi durumunu ve kendisine karşı mücadele edenlerin
yaptıklarını kıyamet gününe, Allah'a havale
ettiğini, geleceğinden emin olarak tam bir güven
içinde ve sarsılmadan yoluna devam ettiğini
anlatmaktadır.
Bunun hemen ardından Hz. Peygamberin görevi açıklanıyor.
İnsanları doğru yola iletmede veya onları
saptırmada peygamberin, kulların başına buyruk
olmadığı; insanlara egemen olanın sadece Allah
olduğu ve her an onların enselerinden tutabileceği
belirtiliyor. Allah'ın dışında kimsenin
şefaatçısının olmadığı; zira
şefaatin tamamının Allah'ın elinde olduğu,
göklerin ve yerin dizgininin O'nun elinde bulunduğu, her
şeyin eninde-sonunda gelip O'na dayanacağı, O'na döneceği
anlatılıyor.
Sonra müşriklerin tasvirine geçiliyor. Kelime-i
Tevhid'in sözü olduğunda kalplerinin
daraldığı, şirk kelimesinden söz açıldığında
ise kalplerinin ferahladığı anlatılıyor.
Hemen bunun ardından Hz. Peygambere net bir biçimde Kelime-i
Tevhid'i ilan etmesi ve müşriklerin işini Allah'a
havale etmesi çağrısı yapılıyor.
Onların kıyamet gününde dünya dolusu ve bir o kadar
daha malları olsa dahi ateşten kurtulmak için onları
fidye vermek isteyecekleri tasvir ediliyor. Çünkü artık
Allah katından, dehşet ve korku veren şeyler görünmeye
başlamıştır.
İşte böyle. Halbuki onlar dara düştüklerinde
yalnız Allah'a dua edip yalvarırlar. Yüce Allah, katından
onlara bir nimet bağışladığında ise
büyük iddialara girişirler. Kimileri şöyle demeye
kalkışır:
"Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir."
Bu sözü kendilerinden önce de birileri söylemiş,
şimdiki müşrikleri de cezalandırmaya kâdir olan
yüce Allah onları cezalandırmıştı. Onlar
hiçbir zaman
Allah'ı acze düşüremeyeceklerdir. Rızkın
bolluğu ve darlığı ise O'nun yasalarından
birinin gereğidir. Bu yasa, yüce Allah'ın hikmetine ve
takdirine uygun biçimde işler. Rızkı
bollaştıran da, daraltan da yalnızca O'dur. "Doğrusu
bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır." '(Zümer
suresi, 52)