diye hitap etmez.
Çünkü onlar, Allah'ın kullarıdır. İşte
burada özel bir iltifat vardır. Yani peygamber bu emri
onlara ulaştırmakla yükümlü olduğu sırada
Allah adına onlara hitab etmektedir. Aslında çağrı
yüce Allah'dan gelmektedir. Hz. Muhammed (s.a.s.) ise bu çağrıyı
ilgili kimselere ulaştıran bir haberciden başka bir
şey değildir.
"Ey Muhammed! De ki:" "Ey mü'min kullarım!
Rabb'inize karşı gelmekten sakının."
Takva, kalbteki hassasiyettir, duyarlılıktır.
Sakınma ve korku ile umut ve arzu içinde Allah'a yönelme;
yufka bir yürek ve ürperti ile Allah'ın
rızasını ve gazabını gözleme duygusudur.
İşte bu, önceki ayetin kendisinden söz ettiği,
isteyerek ve teslim olarak kulluğa yönelen Allah erlerinin
göz kamaştıran parlak tablosudur.
"Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır."
Bu ne güzel karşılıktır! Günleri kısa
süreli, kalma süresi basit olan dünyanın güzelliği
karşısında, süreklilik ve devamlılık
yurdu olan cennet mükâfatı yer alıyor. Bu, yüce
Allah'ın insana bir lütfudur, ihsanıdır.
İnsanın güçsüzlüğünü, zayıflığını,
çabasının yetersizliğini bilen, bu nedenle ona
ikramda bulunup onu koruyan Allah'ın ihsanı!
"Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir."
Toprak sevgisi, çevreye alışmışlık,
soy, yakınlık ve arkadaşlık bağları
sizi dava için hicret (göç) etmekten alıkoymasın.
Bunlar dininizi yaşamayı
zorlaştırdıklarında, orada Allah için çalışmanıza
engel olduklarında bu durumda yere çakılıp kalmak
şeytanın tuzaklarından biridir; insanın kendi
içinde Allah'a ortak koşmasının bir başka
şeklidir.
Bu da Allah'ın birliği ve O'ndan sakınmaktan söz
etmekte olan Kur'an'ın , insan kalbinde gizli şirk çeşitlerinden
birine hoş bir şekilde dikkat çekmesidir.
İşte bu da Kur'an-ı Kerim'in ilahi kaynaklı
olduğunu gösteren bir belgedir. Yoksa insanın kalbini
onu en iyi şekilde gören yaratıcısından, en
gizli taraflarını bilen Allah'dan başka kim bu
kadar ustalıkla tedavi edebilir?
İnsanların yaratıcısı olan yüce
Allah, bir yerden başka bir yere göç etmenin insanlara zor
geldiğini bilir. İnsanın bu bağlardan tamamen
soyutlanmasının; alıştığı
hayatı, rızık araçlarını terk etmesinin
ve yeni bir yerdeki hayat şartlarına uyum
sağlamasının insanoğlu açısından
zor bir yükümlülük olduğunu pekala takdir eder.
İşte bu nedenle burada sabretmeye ve bu sabrın
Allah katındaki hadsiz-hesapsız mükâfatına da
değinmektedir:
"Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız
ödenecektir."
İşte Kur'an-ı Kerim bu dokunuşla
onların kalblerini en duyarlı yerinden
yakalamaktadır. Bu güçsüz olan kalblere zor gelen
yükümlülüğü en güzel biçimde tedavi etmektedir. Sıkıntıda
ve zor şartlarda oldukları bir sırada bu kalblerin
üzerlerine yakınlık ve rahmet meltemlerini göndermektedir.
Vatanlarını, topraklarını, ailelerini ve uyum
içinde bulundukları çevrelerini terk etmenin bir karşılığı
olarak onlara bağışının,
ihsanının kapılarını açmaktadır...
İnsanların kalblerini en iyi bilen, onların
girdisinden-çıktısından haberi olan, onlardaki
gizli deprenişlere varıncaya kadar her şeylerini gören
yüce Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir.
Bu bölümün tamamını ahiret atmosferi
kuşatmaktadır. Ahiret azabının korkusu ve o günün
mükâfatından umutlu olma her tarafı gölgelemektedir.
Bu bölüm Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun-
yöneltilen bir direktifle başlamaktadır. Bu direktif,
onun arı-duru haldeki tevhid sözünü ilan etmesi, Allah
tarafından görevlendirilen bir peygamber olmasına
rağmen bu tevhidden sapmanın akıbetinden
korktuğunu açıklaması, bütün içtenliği ile
yoluna ve yaşam biçimlerine bağlılığını
ifade etmesi, karşı çıkanları kendi
yolları ve yaşam biçimleri ile baş başa
bırakması, kendi yolu ile onların izledikleri yolun
kıyamet günündeki akıbetini açıklaması
direktifidir.