66- Onlar illa o saatin kendilerinin hiç farkında
olmadıkları bir sırada, ansızın
başlarına gelmesini mi bekliyorlar?
67- O gün takva sahipleri dışında, dost olanlar
birbirlerine düşman olurlar.
68-
Ey
kullarım, bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.
69- Onlar, ayetlerimize inanmış ve müslüman olmuş
kullarımdı.
70- Siz ve eşleriniz, ağırlanmış
olarak cennete giriniz.
71- Onların önünde altın tepsiler ve kadehler
dolaştırılır. Orada canların çektiği,
götlerin hoşlandığı herşey var. ve siz,
orada ebedi kalacaksınız.
72- İşte yaptıklarınıza
karşılık size miras verilen cennet budur.
73- Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan
yersiniz
74- Suçlular, cehennem azabında ebedi kalacaklardır.
75- Kendilerinden azab hiç hafiflemeyecektir. Onlar azab
içinde ümitsizdirler.
,
76- Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zalim idiler
77- "Ey Malik! Rabbin bilim işimizi
bitirsin" diye seslenirler. Malik de "Siz böyle
kalacaksınız" der.
Sahne kıyametin ansızın kopuvermesiyle
başlıyor. Onlarsa bundan habersizdirler. Kıyametin
gelip çattığının farkında
değildirler:
"Onlar illa o saatin kendilerinin hiç farkında
olmadıkları bir sırada, ansızın
başlarına gelmesini mi bekliyorlar?"
Bu sürpriz gelişme tuhaf bir olaya neden oluyor.
Onların dünya hayatında alışageldikleri
herşeyi altüst ediyor.
"O gün takva sahipleri dışında, dost
olanlar birbirlerine düşman olurlar."
Dostların düşman haline gelmesini, sevgilerinin
kendisinden kaynaklanıyor. Çünkü onlar dünya hayatında
kötülük etrafında birleşiyorlardı, birbirlerini
sapıklığa yöneltiyorlardı. Bugünse
birbirlerini kınıyorlar. Sapıklığın
sorumluluğunu, kötülüğün akıbétini
birbirlerinin üzerine atıyorlar. Bugün birbiriyle çekişen
düşmanlara dönüşmüşler. Oysa dostların
birbirlerini kurtarması gerekiyordu.
"Takva
sahipleri hariç..."
Onların sevgisi, dostluğu kalıcıdır.
Onlar doğru yolda birleşmişlerdi, birbirlerine
iyiliği tavsiye etmişlerdi. Sonuçta da kurtulmuşlardır.
Dünyadayken dost olanların ahirette düşman haline
gelip birbirlerini suçladıkları sırada, tüm varlıklar
müttakilere yönelik şu yüce ve onurlandırıcı
duyuru ile çınlıyor:
"Ey kullarım, bugün size korku yoktur ve siz
üzülmeyeceksiniz." "Onlar, ayetlerimize inanmış
ve müslüman olmuş kullarımdı."
"Siz
ve eşleriniz, ağırlanmış olarak cennete
giriniz."
Yani sevinciniz, neşeniz yüz hatlarınızdan ve
davranışlarınızdan taşarak, büyük bir
mutluluk içinde giriniz cennete.
Sonra -hayal gözüyle- altından kadehler ve tepsilerle
çevrelerinde dolaşıldığını
seyrediyoruz. Onlar için canlarının çektiği
herşeyin cennette bulunduğunu görüyoruz. Canın
çektiği şeylerin yanısıra, gözler de
gördüklerinden zevk alıyorlar. Onlara yönelik ikram hem
eksiksizdir, hem de göz zevkini okşayacak kadar güzeldir.
"Onların önünde altın tepsiler ve kadehler
dolaştırılır. Orada canların çektiği,
gözlerin hoşlandığı herşey var!"
Bu nimetlerin yanısıra, daha büyük ve daha üstün
bir lütuf var ki, o da yüce Allah'ın onlara yönelik
onurlandırıcı şu hitabıdır:
"Siz orada ebedi kalacaksınız."
"İşte yaptıklarınıza
karşılık size miras verilen cennet budur."
"Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan
yersiniz."
Biraz önce birbirlerini suçlayarak çekişirken
bıraktığımız suçlular ne durumdadır
acaba?
"Suçlular, cehennem azabında ebedi
kalacaklardır."
Bu, en zor, en dayanılmaz düzeyde, sürekli bir azaptır.
Bir saniye durmaz, bir an için olsun soğumaz. Kurtulma
ümidini taşıyan tek bir parıltı yok. Uzaktan
da olsa tek bir ümit ışığı görünmez.
Her yönden ümitlerini keserek kara kara düşünüyorlar:
"
"Kendilerinden azap hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azap
içinde ümitsizdirler."
Bunu kendi başlarına getiren onlardır.
Kendilerini bu korkunç akıbete kendileri sürükledi. Onlar
zalimdirler, zulme uğramış değildirler.
"Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zalim
idiler."
Sonra bu atmosfer içinden derinden gelen bir ses yankılanıyor.
Bu ses karamsarlığın,
sıkıntının ve ümitsizliğin tüm anlamlarını
taşıyor.
"Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin..."
Çok uzaklardan, derinden yükselen bir feryattır bu.
Oradan, cehennemin kapalı kapılarının
ardından yükseliyor. Bu yükselen, o suçlu zalimlerin
feryadıdır. Kurtulmak için, yardım istemek için
bağırmıyorlar. Çünkü bu konuda herşeyden
ümitlerini kesmişler, tamamen karamsardırlar. Tek
istedikleri yok olmak. Bir an önce yok olup rahat etmek. Bu
şiddetli azap karşısında ölüm onlar için
bir arzudur! Bu feryad, sahneye yoğun bir karamsarlık ve
sıkıntı havasını veriyor: Biz bu
feryadın ötesinden azab içinde çırpman, insan gücünü
aşan acılarla kıvranan bedenleri görüyor gibi
oluyoruz. İşte bu dayanılmaz azabın
acısı ile basıyorlar bu canhıraş
feryadı:
"Ey
Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin..."
Fakat daha beter içlerini karartan, kendilerini aşağılayan
bir cevap alıyorlar. Kendilerine önem verilmediğini öğrenmenin
ezikliği içinde kalakalıyorlar: "Malik de
"Siz böyle kalacaksınız' der."
Kurtuluş yok, ümit yok... Ölmeniz sözkonusu değil.
İşiniz bitirilmeyecek, böyle kalacaksınız!
Bu iç karartıcı ve
sıkıntılı sahnenin
ışığında, haktan hoşnut olmayan,
doğru yola girmekten kaçınan, dolayısıyle bu
korkunç akıbeti boylayanlara sesleniliyor.
Sakındırma ve şaşkınlık ifade etmeye
en uygun ortamda hem de şahitlerin özü önünde tutumlarının
tuhaflığı, hayret vericiliği dile getiriliyor: