O |
Zuhruf
|
O |
|
63- İsa açık delilleri getirdiği zaman dedi ki:
"Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz
şeylerin bir kısmını açıklamak üzere
geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana
itaat edin."
64- "Çünkü Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.
O'na ibadet edin. İşte bu, doğru bir yoldur."
65- Ama aralarında çıkan gruplar, birbiriyle
ihtilafa düştüler. Acı bir günün azabı
karşısında vay o zulmedenlerin haline!
Hz. İsa gerek yüce Allah'ın kendisi
aracılığı ile gerçekleştirdiği
somut mucizelerden, gerekse doğru yola iletici söz ve
direktiflerden oluşan açık ve anlaşılır
belgeler getirmişti kavmine. Hz. İsa
soydaşlarına "Size
hikmet getirdim" demişti.
Kendine hikmet verilen biri, birçok iyiliklere sahip demektir.
Ayağı kaymaktan ve düşmekten korunmuş,
aşırılıktan ve eksikliklerden emin olmuş
demektir. Yolda kendine güvenir bir şekilde ölçülü ve
aydınlık bir istikamette adımlarını atar.
Bunun yanısıra Hz. İsa soydaşlarının
içine düştükleri bazı görüş
ayrılıklarını açıklığa
kavuşturmak için gelmişti. Çünkü soydaşları
Hz. İsa'nın getirdiği hayat sistemi (şeriat)
hakkında farklı görüşlere sahiptiler. Bu
farklı görüşlere bağlı olarak gruplara,
fraksiyonlara bölünmüşlerdi. Hz. İsa bu grup ve
fraksiyonları Allah tan korkmaya, ve Allah katından
getirdiği kitaba uymak suretiyle ona kulluk sunmaya çağırdı.
Bu amaçla hiçbir kapalılığa yer vermeden,
karanlık bir nokta bırakmadan, gerçeği olanca çıplaklığı
ile sunma hususunda hiçbir taviz vermeden katışıksız
tevhid mesajını (yani Allah'ın birliği gerçeğini)
açıkça duyurdu: "Allah
benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir:' Hz.
İsa, kesinlikle "Ben ilahım" dememiştir.
Asla "Allah'ın oğluyum" dememiştir.
Kendisinin kulluğu ve alemlerin Rabbi olan Allah'ın
Rabblığı dışında uzaktan,
yakından Rabbi ile aralarında bir başka
bağın varlığına işaret
etmemiştir. Onlara: İşte doğru yol budur,
dolambaçsız, zikzaksız yol budur. Bu yolda ayaklar
kaymaz, sağa sola sapılmaz demiştir. Ne var ki
ondan sonra gelenler, tıpkı ondan önceki soydaşları
gibi gruplara bölündüler. Bir gerekçeden, yahut bir kuşkudan
dolayı değil, tamamen zalim oluşları nedeniyle
bölündüler: "Acı bir günün azabı
kaysında vay o zalimlerin haline!"
Kuşkusuz Hz. İsa'nın dini
İsrailoğullarına yönelikti, onlar için
gönderilmişti. İsrailoğulları uzun süreden
beri, kendilerini Roma İmparatorluğunun
baskısından, boyunduruğundan kurtarması için
onu bekliyorlardı. bu bekleyiş uzun zaman sürdü. Ama
Hz. İsa gelince, onu tanımadılar, karşı
çıktılar. Onu çarmıha germeye
kalkıştılar.
Hz. İsa geldiği zaman
İsrailoğullarını çeşitli gruplara,
mezheplere bölünmüş durumda buldu. Bunların en
önemlisi şu dört gruptu:
I. SADÛKİLER: Bunlar "saduk"a
bağlıydılar. Hz. Davud ve Süleyman selam
üzerlerine olsun- döneminden bu yana kahinlik yetkisi ona ve
ailesine verilmişti. Geleneğe göre kahinin soyu, Musa'nın
kardeşi Harun'a kadar uzanmalıydı. Yahudilerin
mabedinin yönetimi onun soyunun elindeydi. Bunlar görevleri ve
meslekleri gereği ibadetlerin şekillerine ve ayinlere büyük
önem verirlerdi. "Bid'at"lara karşıydılar.
Bununla beraber çok sefih bir özel hayatları vardı.
Hayatın zevklerinden sorumsuzca yararlanırlardı.
Kıyametin kopacağını da kabul etmezlerdi.
II. FERİSÎLER: Bunlar sadukîlerle sürekli mücadele
ediyorlardı. Onların ayinlere ve ibadet şekillerine
fazlasıyla önem vermelerini, ölümden sonra dirilişi,
ve kıyamet gününde hesaplaşmayı inkar etmelerini
yadırgıyorlardı. Ferisîlerin en belirgin
özellikleri, mistik ve tasavvufi bir hayat tarzı seçmeleriydi.
Bununla beraber içlerinde bilgelikleri ile övünenler,
büyüklenenler de yok değ,ildi. Hz. İsa onların bu
kibirlerini ve gösterişli sözlerini yererdi. .
III. SAMİRÎLER: Bunlar Yahudi ve Asur karışımı
bir gruptular. Musevi kitapları olarak bilinen eski dönemden
kalma beş kitaba uyuyorlardı. Sonraki dönemlerde
bunlara eklenen ve diğer gruplarca kutsal olarak bilinen
öteki kitapları kabul etmezlerdi.
IV. ASİLER veya ESSİNÎLER: Bunlar bazı felsefï
akımların etkisinde kalmışlardı.
Diğer yahudi gruplardan kopuk bir hayat
yaşıyorlardı. Nefse eziyet etme, dünya
nimetlerinden yararlanmama yolunu tutmuşlardı. Aynı
şekilde cemaatlerinde de sıkı bir düzen kurmuşlardı.
Bunların dışında ferdi düzeyde daha
birçok mezhep ve grup vardı. Roma İmparatorluğunun
baskısı altında ezilen, aşağılanan,
horlanan ve herkesin beklediği kurtarıcının
eliyle kurtarılmayı bekleyen
İsrailoğulları o sıralarda bir inanç ve
gelenek karmaşası içinde yaşıyorlardı.
Hz. İsa "Allah
benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir" şeklinde
duyurduğu tevhid, yani Allah'ın ruhsal
arınmayı ve insan kalbine yönelmeyi ayin ve
şekillerden öncelikli tutan şeriatı getirince
sadece ibadetlerin dış görünüşüne ve ayinlere
önem vermeyi meslek haline getiren din adamları ona
savaş ilan ettiler.
Hz. İsa'nın şu sözü onların durumunu
çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: "Onlar ağır
yükler hazırlıyor ve insanları bu
ağırlıkları omuzlamaya yöneltiyorlar. Fâkat
yardım için parmaklarını bile uzatmıyorlar. Bütün
yaptıklarını insanlar kendilerîne baksınlar
diye yapıyorlar. Sarıklarını gösterişli
biçimde sarıyor, cüppelerinin eteklerini uzatıyorlar.
Ziyafetlerde ilk sedire kuruluyor, toplantılarda baş köşedeki
yere oturuyorlar. Sokaklarda kendilerine selam verilmesini, nereyé
giderlerse gitsinler, kendilerine "efendim...
efendim..." denilmesini istiyorlar."
Yine Hz. İsa onlara seslenirken şöyle diyor:
"Ey kör kılavuzlar. Sivrisinekten dolayı
insanları hesaba çekerken, kendileri deveyi hamuduyla
yutanlar... Siz kadehin ve yemek tabağının
dışını temizliyorsunuz oysa her ikisinin de içi
pislik ve artıkla doludur. Yazıklar olsun size ey
riyakar yazıcılar, Ferisîler. Sizler beyaza boyanmış
kabirler gibisiniz, dışı parlak, içi çürük
kemik dolu."
İnsan Hz. İsa'ya dayandırılan bu sözleri
ve bu konuya ilişkin olarak yeralan
başkalarının sözlerini okuduğu zaman günümüzde
dini meslek edinen din adamlarını düşünüyor. Bu,
insanların her yerde görebildikleri, dini resmi bir meslek
haline getiren din adamlarının değişmez
özelliğidir.
Sonra Hz. İsa Rabbine gitti. Ona uyanlar da ondan sonra bölündüler.
Gruplara, fraksiyonlara ayrıldılar. Bazıları
onu tanrılaştırdı. Bazıları da onun
Allah'ın oğlu olduğunu ileri sürdü. Bir kısmı
da Allah'ın üç olduğuna, ve İsa'nın bu
üçten biri olduğuna inandı. Böylece Hz.
İsa'nın sunduğu saf tevhid inancı - yani
Allah'ın birliği inancı- kayboldu. Bununla
birlikte, Rabblerine sığınmaları, dini tamamen
O'na özgü kılmak -yani sadece O'nun hayat sistemine uymak-
suretiyle O'na kulluk sunmaları için insanlara yönelttiği
çağrı da unutulup gitti.
"Aralarında çıkan gruplar, birbiriyle ihtilafa
düştüler. Acı bir günün azabı
karşısında vay o zalimlerin haline!"
Sonra da Arap müşrikleri kalkıyor, Hz. İsa
hakkında ondan sonra ortaya çıkan değişik
grupların yaptıklarını, onun hakkında
uydurdukları efsaneleri Peygamber efendimize karşı
delil olarak ileri sürüyorlar.
Surenin akışı zalimlerden söz ediyorken, Hz.
İsa'dan sonra aralarında görüş ve inanç ayrılıkları
başgösteren gruplar ile bu grupların
yaptıklarını Peygamber efendimize karşı
delil olarak kullanmaya kalkışan Arap müşrikleri
bir araya getiriliyor ve kıyamet günündeki durumları
uzun ve ürpertici bir sahnede tasvir ediliyor. Bu sahne aynı
zamanda kendilerine büyük ikramda bulunulmuş muttakilerin
nimetlerle dolu cennetlerdeki durumlarını da
kapsıyor:
|
|
O |
|
O |
|