O |
Zuhruf
|
O |
|
57- Meryemoğlu İsa, bir misal olarak
anlatılınca hemen kavmin yaygarayı bastı.
58- "Bizim tanrılarımız mı
hayırlı yoksa o mu?" dediler. Bunu sana ancak
tartışmak için söylediler. Öyle ya onlar, kavgacı
bir toplumdur. 59- O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve
İsrailoğullarına örnek kıldığımız
bir kuldur.
60- Eğer biz dileseydik, sizin yerinize, yeryüzünde
melekler yaratırdık da sonra yerinize geçerlerdi.
61- O kıyametin kopacağını gösterir bir
ilimdir. O saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin, bana
uyun. Doğru yol budur.
62- Şeytan sizi bundan alıkoymasın. Çünkü g
sizin için açık bir düşmandır.
Tarihçi İbn-i İshak Peygamber efendimizin
hayatına ilişkin kitabında şunları
anlatır: Bana ulaşan haberlere göre birgün Peygamber
efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Mescitte (Kabe'de)
Velid b. Muğire ile birlikte oturuyordu. O sırada Nadr
b. Haris de gelip onların yanına oturdu. Mescitte birden
çok Kureyşli de bulunuyordu. Peygamber efendimiz
konuşuyor Nadr b. Haris de ona karşı çıkıyordu.
Peygamberimiz onu susturuncaya kadar konuştu. Sonra da hem
ona hem de diğerlerine şu ayeti okudu: "Siz ve
Allah'ı bir yana bırakarak
taptığınız sözde ilahlar cehennem odunusunuz.
Hepiniz oraya gireceksiniz." (Enbiya suresi, 98)
Sonra peygamberimiz onlardan ayrılıp gitti. Bu
sırada Abdullah b. Ze'barî et Temimî gelip onların
yanına oturdu. Velid b. Muğire ona şunları söyledi:
"Vallahi Nadr b. Haris Abdulmuttalib'in oğlu
karşısında konuşamadı! Muhammed bizim ve
tanrılarımızın cehennem yakıtı
olduğunu ileri sürüyor." Bunun üzerine Abdullah b.
Zeb'ari "Vallahi onu bulursam tartışırım
ve kesinlikle onu yenerim" dedi. Sonra şunları
ekledi: Sorun Muhammed'e Allah'tan başka tapılan herkes
tapanlarla birlikte ateşte midir? Çünkü biz meleklere tapıyoruz,
Yahudiler Üzeyre, Hristiyanlar da Meryemoğlu İsa'ya
tapıyorlar. Abdullah b. Zeb'ari'nin bu sözleri Velid b. Muğire
ve orada bulunanların hoşuna gitti. Onlara göre
Abdullah, Peygamber efendimize karşı iyi bir delil
bulmuştu, onu yenecekti(!) Gidip bu söylenenleri Peygamber
efendimize anlattılar. Peygamberimiz de şöyle dedi:
"Allah'tan başka kendisine tapılmasını
isteyen herkes tapanlarla birlikte ateştedir. Yahudi ve
Hristiyanlara gelince onlar sadece şeytana ve ona ibadet
etmelerini isteyen kişilere tapıyorlar." Bunun
üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: "Daha önce akıbetlerinin
iyi olacağım takdir ettiğimiz kimselere gelince,
onlar cehennemden uzak tutulacaklardır" (Enbiya suresi,
101) Yani İsa, Üzeyr ve ikisi ile birlikte kafirlerce
ibadet edilen, ama yüce Allah'a kulluk sunmaya devam eden
Hahamlar ve papazlar cehennemden uzak tutulacaklar. Çünkü
onlardan sonra gelen sapıklar onları Allah'tan
başka Rabbler edinmişler. Ardından, Hz.
İsa'dan sözedilmesi, Allah'ın dışında
ona da ibadet edildiği meselesi, bundan dolayı Velid'in
memnun olması orada bulunanlarla
birlikte bunu
tartışmada ileri sürülecek susturucu bir kanıt
olarak algılaması
üzerine şu ayet iniyor: "Meryemoğlu
İsa, bir misal olarak anlatılınca hemen kavmin
yaygarayı bastı."
Yani senin durumuna gelmeye, keyiflenmeye başladılar.
Keşşaf'ın yazarı Zemahşeri şöyle
der: Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Kureyşlilere
"Siz ve
Allah'ı bir yana bırakarak
taptığınız sözde ilahlar cehennem odunusunuz"
ayetini okuyunca
Kureyşliler korkunç bir moral bozukluğuna
uğradılar, çok öfkelendiler. Bunun üzerine Abdullah
b. Zeb'ari: "Ya Muhammed bu dediğin sadece bize ve
tanrılarımıza mı özgüdür, yoksa bütün
milletler i in de mi geçerlidir?" dedi. Peygamber efendimiz:
"Sizin, tanrılarınız ve tüm milletler için
geçerlidir" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Zeb'ari "Ka'be'nin
Rabbine andolsun ki, şimdi seni mat ettim. Sen değil
misin Meryemoğlu İsa'nın peygamber olduğunu
ileri süren, onu ve anasını iyilikle anan? Sen de
biliyorsun ki Hristiyanlar ona ve anasına kulluk sunuyorlar.
Üzeyr'e de tapılıyor. Ayrıca meleklere de
tapılıyor. Eğer bu saydıklarım cehenneme
gideceklerse, bizim ve tanrılarımızın onlarla
birlikte olmasına razıyız" dedi. Bu sözler
üzerine müşrikler neşelendiler, gülmeye başladılar.
Peygamberimiz de sustu. Bunun üzerine yüce Allah "Daha
önce akıbetlerinin iyi olacağını takdir
ettiğiniz..." (Enbiya suresi, 98) ayeti ile birlikte
sözkonusu olan bu ayeti de indirdi. Buna göre ayetin anlamı
şöyledir: Abdullah b. Zeb'ari Meryemoğlu
İsa'yı örnek göstererek, Hristiyanların O'na
kulluk sunmaları hususunda Hz. Peygamberle
tartışmaya girince "senin
kavmin" yani
Kureyşliler, bu örnekten dolayı "yaygarayı
bastı". Hz.
Peygamberin tartışma sırasında susup cevap
verememesinden duydukları memnuniyetin, sevincin,
mutluluğun ifadesi olarak çılgınca
bağırdılar, sevinç naraları attılar.
Tıpkı ileri sürülen güçlü bir kanıt
karşısında zor durumda kalıp ta bir çıkış
yolu bulunca sevinçten çığlık atan insanlar gibi
yaygarayı bastılar. Ayette geçen Yesiddûne"
kelimesi "yesuddûne" şeklinde okuyanlar; -ki bu
durumda "sudûd" mastarından türetilmiş olur-
ayete şu anlamı vermiş olurlar: Senin kavmin bu
örnekten dolayı gerçeğin ortaya çıkmasına
engel oluyor, ondan yüz çeviriyorlar... Bazıları da bu
kelimenin "sadid"
mastarından
türediğini söylemişlerdir. Bu ise, zırh, cübbe
demektir. Bu iki kelime "Ye'kufu" ve "Ye'kifu"
gibi iki türlü de çekilebilen fiillerdendi. "bizim
tanrılarımız mı hayırlı yoksa o mu?'
dediler." Bununla
şunu kastediyorlar: Sana göre bizim tanrılarımız
İsa'dan daha hayırlı değildirler. Şayet
İsa da cehennem yakıtı olacaksa, o zaman bizim
tanrılarımızın işi daha kolaydır.
Keşşaf'ın yazarı bu bilgiyi nereden
edindiğini anlatmıyor. Fakat söyledikleri İbn-i
İshak'ın anlattıkları ile genellikle
uyuşuyor.
Hem İbn-i İshak'ın hem de Zemahşeri'nin
anlattıklarından, müşriklerin
tartışırken kaypakça davrandıkları, gerçeği
bulmak yerine yanlışta ısrar ettikleri, inatçılık
yaptıkları anlaşılıyor. Yine bu
anlatılanlardan Kur'an'ın onlara ilişkin (Enbiya
suresi, 101) şu
yargısı da somut biçimde ortaya çıkıyor: "Onlar
kavgacı bir toplumdur." Düşmanlıkta
aşırı giden, tartışmayı ısrarla
sürdürmede uzmanlaşmış bir toplumdurlar. Çünkü
onlar daha baştan itibaren Kur'an-ı Kerim'in ve Hz.
Peygamberin ne demek istediklerini anlamışlardı.
Ama sözlerini çarpıtmış, genellik ifade
edişinden yola çıkarak zihinleri bulandırmaya,
birtakım kuşkular ortaya atmaya çalışmışlardı.
Buradan hareketle şu inatçı tartışmaya
girmişlerdi. Nitekim, samimiyetten yoksun, yönünü kaybeden,
gerçek karşısında büyüklenen, bir sözcükte,
bir ifadede bulunan bir kuşkuya ve gerçeğe ters düşen
bir açığa dayanan herkes bu yola başvurur. Bu yüzden
Peygamber efendimiz amacı gerçeği ortaya çıkarmak
olmayan, sadece nasıl olursa olsun üstünlük sağlamayı
hedefleyen tartışmaya girmeyi şiddetle
yasaklamıştır.
İbn-i Cerir diyor ki: Bana Ebu Kureyb, Ahmed b.
Abdurrahman'dan, o da Ubade b. Ubade'den, o da Ca'fer'den, o da
Kasım'dan, Ebu Emame'nin şöyle dediğini
anlattı: Birgün Peygamber efendimiz halkın yanına
geldiğinde gördü ki, Kur'an hakkında birbirleri ile
çekişiyorlar. Bunun üzerine, o kadar öfkelendi ki,
yüzüne sirke dökülmüş gibi oldu. Sonra şöyle
buyurdu: "Allah'ın kitabının bir
kısmını diğer kısmına
karşı kanıt olarak ileri sürüp tartışmayın.
Çünkü bir toplum tartışma yolunu tutmadıkça doğrudan
sapmaz." Sonra şu ayeti okudu:
"Bunu sana ancak tartışmak için söylediler.
Öyle ya, onlar kavgacı bir toplumdur."
"Bizim tanrılarımız mı
hayırlı yoksa o mu?" ayetinin
açıklaması açısından şöyle bir ihtimal
de var. Onların meleklere ilişkin efsanelerini sözkonusu
eden ayetlerin akışı içinde bu anlam zihinde
belirebilir. Şöyle ki: Onlar kendilerinin meleklere kulluk
sunmalarının, hristiyanların Meryemoğlu
İsa'ya kulluk sunmalarından daha iyi olduğunu ileri
sürüyorlardı. Çünkü -efsanelerine göre- melekler hem
yaratılışları, hem de soyları itibariyle
yüce Allah'a daha yakındırlar. Hiç kuşkusuz yüce
Allah onların yakıştırmalarından
uzaktır, yücedir. Bu durumda, onların sözlerinin
üzerine bir değerlendirme cümlesi olarak yeralan "Bunu
sana ancak tartışmak için söylediler. Öyle ya, onlar
kavgacı bir toplumdur." ayeti, daha önce işaret
ettiğimiz İbn-i Zeb'ari'nin sözlerine bir cevap niteliğini
kazanır. Aynı şekilde onların
hristiyanların Hz. İsa'ya kulluk sunmalarını
örnek göstermelerinin yanlış olduğunu ifade eder.
Çünkü hristiyanların bu davranışı
tıpkı kendileri gibi tevhidden, yani Allah'ın
birliği gerçeğinden sapmak için bir gerekçe olamaz.
Bu görüş ve eylemlerin tümü de sapıklıktır.
Nitekim bazı tefsirciler de ayeti bu şekilde açıklamışlar.
Hiç kuşkusuz bu da ayetin içeriğine yakın bir
anlamdır.
Bunun için şöyle değerlendirme yapılıyor:
"O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve
İsrailoğullarına örnek kıldığımız
bir kuldur."
Yoksa doğruluktan sapıp ona kulluk sunan bazı
hristiyanların sandıkları gibi ibadet edilmesi
gereken bir tanrı değildir. O, yüce Allah'ın
kendine büyük lütufta bulunduğu bir kuldur. Doğru
yoldan ayrılmış hristiyanların O'na kulluk
sunmalarından o sorumlu değildir. Sadece yüce Allah ona
büyük lütufta bulunmuştur; İsrailoğulları için
örnek olsun, ona bakıp, durumlarını düzeltsinler
diye..
Ne var ki İsrailoğulları örneği unuttular,
bu yüzden doğru yoldan saptılar.
Surenin akışı buradan hareketle yeniden
onların meleklere ilişkin efsanelerine dönüyor.
Meleklerin de tıpkı onlar gibi Allah tarafından
yaratılan varlıklar olduğunu belirtiyor. Şayet
yüce Allah dileseydi melekleri onların yerine yeryüzüne
halife tayin ederdi veya bazı insanları meleklere dönüştürür,
onları insanların yerine yeryüzüne halife tayin
ederdi.
"Eğer biz dileseydik, sizin yerinize, yeryüzünde
melekler yaratırdık da sonra yerinize geçerlerdi."
Yaratma konusunda herşey Allah'ın iradesine
bağlıdır. Yüce Allah neyin yaratılmasını
dilerse o olur. Yüce Allah'ın yarattığı hiçbir
varlıkla aralarında soy bağı yoktur. Hiç
kimsenin, yaratılan-yaratıcı, kul-Rabb, ibadet
eden-ibadet edilen ilişkisi dışında onunla bir
bağı yoktur.
Sonra, ayetlerin akışı Hz. İsa'ya
ilişkin bazı açıklamalarda bulunuyor.
Yalanladıkları veya olup olmayacağında
kuşku duydukları kıyameti hatırlatıyor:
"O, kıyametin kopacağını gösterir bir
ilimdir. O saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin, buna
uyun. Doğru yol budur."
Hz. İsa'nın -selâm üzerine olsun- kıyametin
kopmasından önce yeryüzüne ineceğine ilişkin birçok
hadis var dilimizde. Nitekim bu ayette ona işaret etmektedir:
"O, kıyametin kopacağını gösterir bir
ilimdir:' Yani Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesi ile kıyametin
kopmasının yakın olduğu bilinir. İkinci
bir okuyuş tarzı da ayet şöyle okunur: "Ve
innehu le alemun lissati". Yani
onun inişi kıyametin belirtisidir, alâmetidir. Her iki
okuyuş tarzı da aynı anlamı ifade
etmektedirler.
Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- Peygamber efendimizin
şöyle dediğini anlatır: "Beni elinde tutan
Allah'a andolsun ki, Meryemoğlu İsa'nın adil bir hükümdar
olarak gökten inip haçı kırması, domuzu
öldürmesi, cizyeyi kaldırması çok yaklaştı.
O zaman mal o kadar bollaşacak ki, hiç kimse bir başkasından
birşey almayı kabul etmeyecektir. Bir tek secde, dünya
ve içindekilerden daha hayırlı olacaktır."
(İ mam Malik,
Buhari, Müslim ve Ebu Davud)
Cabir -Allah ondan razı olsun- Peygamber Efendimizin
şöyle dedïğini anlatır: "Benim ümmetimden
her zaman hak uğruna savaşacak bir grup
bulunacaktır. bunların mücadeleleri kaybolmadan
kesintisiz kıyamete kadar sürecektir. Meryemoğlu
İsa gökten inecek ve bu grubun lideri İsa'ya "Gel,
önümüze geçip namazımızı sen
kıldır" diyecek. İsa "Hayır, siz
birbirinizin emirisiniz. Bu, yüce Allah'ın bu ümmete
yönelik bir lütfudur" diyecek." (Müslim)
Hz. İsa'nın gökten inişi, doğru sözlü ve
güvenilir peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- sözünü
ettiği ve yüce Kur'an'ın işaret ettiği bir
gaybtır. Kıyamet gününe kadar değişmeden
kalacak bu iki kaynaktan gelen bilgilerden başka, bu meseleye
ilişkin olarak herhangi bir insanın söyleyebileceği
bir söz olamaz. "O saatin geleceğinden hiç şüphe
etmeyin, bana uyun. Doğru yol budur:'
Onlar kıyametin kopacağından kuşku
duyuyorlardı. Kur'an onları kesin inanca çağırıyor.
Doğru yoldan kaçıyorlardı, Kur'an onları
Peygamberin diliyle kendisine uymaya çağırıyor.
Çünkü o, onları dosdoğru yola, hedefe
ulaştıran yola iletir. Bu yolu izleyen kesinlikle
sapmaz.
Bu arada Kur'an-ı Kerim
sapıklıklarının, doğru yoldan kaçmalarının
şeytana uymalarından kaynaklandığını
açıklıyor. Oysa peygamber daha çok uyulmaya layıktır:
"Şeytan sizi bundan alıkoymasın. Çünkü
o, sizin için açık bir düşmandır."
Kur'an-ı Kerim sürekli, insanlara ataları Adem'den
bu yana ve cennetteki ilk çatışmadan beri süregelen
şeytanla aralarındaki kesintisiz savaşı
hatırlatır. Bir düşmanının olduğunu
ve bu düşmanın bilerek ve planlayarak pusuda
beklediğini bildiği ve sık sık
uyarıldığı halde gerekli önlemleri alacağına,
üstüne üstlük gidip bu apaçık düşmanı izleyen
insandan daha gafil, daha ahmak biri bulunamaz!
İslam, insanın şu yeryüzündeki hayatı
boyunca şeytanla aralarındaki kesintisiz savaşta
onu desteklemiş ve bu savaşta şeytanı yenmesi
durumunda insanın aklına gelmeyecek ganimetler
hazırlamıştır. Yine, bu savaşta
şeytana yenik düşmesi durumunda da aynı
şekilde insan aklının alamayacağı
zararları hazırlamıştır. Bu amaçla insanın
içindeki savaşma yeteneğini bu kesintisiz çatışmaya
yöneltmiştir. Bu çatışma insanı
bambaşka bir insan haline getirir, değişik
özelliklere ve yeteneklere sahip canlılar içinde kendine
özgü özellikleri bulunan bir varlık haline getirir.
İnsan için şu yeryüzünde gerçekleştirilmesi
gereken en büyük hedef olarak şeytanı yenmeyi,
dolayısıyle kötülüğü, pisliği, iğrençliği
yenmeyi gösterir. Bir de yeryüzüne iyiliğin, iyiliği
tavsiye etmenin ve temizliğin ilkelerini yerleştirmeyi
hedef olarak gösterir.
Bu değinmeden sonra surenin akışı yeniden
Hz. İsa'nın gerçek kişiliğini, getirdiği
dinin gerçek mahiyetini, soydaşlarının kendisinden
önce nasıl görüş ve inanç ayrılıkları
içinde bocaladıklarını, yine kendisinden sonra ne
şekilde gruplara ayrıldıklarını açıklıyor:
|
|
O |
|
O |
|