29- Doğrusu bunları da, babalarını da
kendilerine hak ve hakikatı açık
layan
bir peygamber gelinceye kadar geçindirdim.
30- Fakat kendilerine hak gelince. `B
u
büyüdür biz onu tanımayız dediler.
31- Ve dediler ki: "Bu Kur'an iki şehrin birinden bir
büyük adama indirilmeli değil miydi?"
32- Rabbinin rahmetini onlar mı
paylaştırıyorlar? Dünya hayatında
onların geçimliliklerini Biz
taksim
ettik;
birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine
derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti,
onların toplayıp yığdıklarından daha
hayırlıdır.
BU DİN ZENGİNLERİN DEĞİL
Ayetlerin akışı Hz. İbrahim'e ilişkin
açıklamayı kesiyor ve Kur'an'la muhatap olan
Kureyşlilere yöneliyor:
"Doğrusu bunları da, babalarını da
kendilerine hak ve hakikati açıklayan bir peygamber
gelinceye kadar geçindirdim:'
Sanki Hz. İbrahim'le ilgili açıklamanın
kesilmesi ile şöyle denmek isteniyor: İbrahim konusunu
bir kenara bırakalım. Çünkü bunların
İbrahim'le bir bağları, bir ili kileri yok. Bunlara
bakalım, çünkü İbrahim'le aralarında bir
benzerlik yoktur. Bunlar ve önceki ataları, çeşitli
nimetlerden yararlandırıldılar, toplum olarak
kendilerine uzun süre yaşama imkanı tanındı.
Tâ ki kendilerine ve Kur'an'ın içerdiği hak
mesajı gelene kadar. Kur'an'ın içerdiği hakkı
açık ve anlaşılır bir şekilde sunan ve
bu konuda Kapalı bir nokta bırakmayan peygamber gelene
kadar... ,
"Fakat kendilerine hak gelince; `bu büyüdür biz onu tanımayız
dediler.
Gerçek ile büyü kesinlikle birarada olmaz. Çünkü gerçek
açıktır, nettir. Ama büyü göz boyayıcılıktır,
asılsızdır. Büyünün saçma olduğunu,
batıl olduğunu en başta kendileri bilirlerdi. Öte
yandan Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin bu
Kur'an'ın gerçek oldu unu bilmemeleri imkansızdı.
Ne var ki onlar peşlerine takılan kitleleri
kandırıyorlardı ve "Bu Kur an büyüdür
diyorlardı. Kelimelerin üstüne basa basa onu inkar
ettiklerini duyuruyor "Biz onu tanımayız" diyorlardı.
Amaçları, halk kitlelerinin kafasına kendilerinin söyledikleri
sözlerden emin oldukları düşüncesini yerleştirmekti.
Böylece çeşitli hareketlerle. işaretlerle onları
da
peşlerine
takmaktı. Kitleleri kandırmak amacı ile bu tür
yollara tüm zorba yönetimlerde başvurulur. Yönetim
kadrolarının üst düzeyinde yer alanlar halk
kitlelerinin kendi kontrollerinden çıkıp tevhide (yani
Allah'ın birliği ilkesine) sarılmalarından
korkarlar. Çünkü bu durumda büyüklük taslayanların
birer birer haksız yere işgal ettikleri makamlardan
yuvarlanacaklarım, herşeyden yüce ve herşeyden büyük
olan Allah'tan başka kimseye kulluk
sunulmayacağını, O'ndan başkasından
korkulmayacağını bilirler.
Ardından Kur'an-ı Kerim, yüce Allah'ın
kendilerine gerçeği ve aydınlatıcı
mesajı sunmak üzere Hz. Muhammed'i -salât ve selâm
üzerine olsun- seçmiş olmasına karşı çıkarlarken
nasıl değer ve ölçüleri birbirlerine karıştırdıklarını
anlatıyor:
"Ve dediler ki: `Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük
adama indirilmeli değil miydi?"
İki şehirden kasıtları Mekke ve Taif'ti.
Kuşkusuz Peygamber efendimiz Kureyş kabilesinin,
ardından Haşimoğullarının en seçkin
ailesine mensuptu. Bunlar da Araplar arasında üstün bir
konuma sahiptiler. Ayrıca Peygamberimizin kendisi de
peygamber olarak gönderilmeden önce çevresinde üstün ahlâkı
ile tanınırdı. Ancak kabile yapısından
kaynaklanan değerlerle övünen bir ortamda bir kabile lideri,
bir aşiret başkanı değildi. "Bu Kur'an
iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?" diyerek O'nun peygamberliğine itiraz edenler
bunu kastediyorlardı.
Oysa yüce Allah peygamberlik görevini kime vereceğini
herkesten iyi bilir. O, bu göreve en fazla lâyık
olduğunu bildiği kişiyi seçmiştir. Belki de yüce
Allah bu dinin, kendi tabiatının dışında
bir dayanağının, kendi gerçekliğinden
başka bir gücünün olmasını istememiştir. Bu
yüzden bu görev için, en büyük ayrıcalığı,
meziyeti, ahlâkî olan birini seçmiştir. Bu ise bu dinin
tabiatına uygun bir meziyettir. Bu görev için, en belirgin
özelliği her türlü maddi dayanaktan soyutlanmak, maddi değerlere
önem vermemek olan bir kişiyi seçmiştir. Bu da
davanın gerçekliğinde önemli yeri bulunan bir
özelliktir. O'nun bir kabile lideri, bir aşiret
başkanı, bir makam sahibi, bir servet sahibi
olmasını istememiştir. Gökten inen bu davaya
yeryüzü menşeli tek bir değer
karışmasın diye. Her türlü maddi değerden
soyutlanmış kişiliğinin yanısıra
davanın tabiatına ters düşen bir başka etken
sözkonusu olmasın diye. Bu davanın özüne ihtiraslar
bulaşmasın, iffetli görünmek isteyenler ondan kaçınmasın
diye.
Ne var ki, dünya zevklerine, yeryüzü kaynaklı
değerlere yenik düşen bu toplum, gök menşeli
davanın tabiatını kavrayamayan bu millet, Peygamber
efendimizin bu görev için seçilmiş olmasına itiraz
ediyordu.
"Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama
indirilmeli değil miydi?" Kur'an-ı Kerim
onların Allah'ın rahmetine yönelik bu itirazlarını
olumsuz karşılayarak, çirkin bir tutum olarak
nitelendirerek cevap veriyor. Çünkü ilahi rahmet kullarından
dilediğini bu görev için seçer. Bunun yanısıra
onların yeryüzü kaynaklı değerler ile gök menşeli
değerleri birbirine karıştırmalarına da
tepki gösteriyor ve onların övündükleri değerlerin
gerçek mahiyetlerini ve Allah'ın ölçüsündeki ağırlıklarını
açıklıyor:
"Rabbinin rahmetini onlar mı
paylaştırıyorlar? Dünya hayatında
onların geçimliklerini biz taksim ettik, birbirlerine iş
gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık.
Rabbinin rahmeti, onların toplayıp
yığdıklarından daha hayırlıdır."
Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?
Olacak iş değil! Onlar kim, Rabbinin rahmeti kim? Bir
kere onlar kendileri için bir şey yapabilecek durumda
değildirler. Bizim aralarında öngördüğümüz bir
hikmet ve yeryüzünün imarı ve hayat düzeyinin yükselmesi
amacıyla belirlediğimiz bir plan uyarınca bölüştürdüğümüz;
kendilerine bahşettiğimiz şu yeryüzünün basit,
değersiz rızıklarını bile elde etme,
varetme gücünden yoksundurlar.
"Dünya hayatında onların geçimliklerini biz
taksim ettik. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini
ötekine derecelerle üstün kıldık."
Dünya hayatında geçinmek için gerekli olan rızık
fertlerin yeteneklerine, hayat şartlarına ve toplumsal
ilişkilere bağlıdır. Rızkın fertler
ve toplumlar arasındaki dağılım oranı, bütün
bu etkenlere göre değişiklik gösterir. Rızık
oranı ortamdan ortama, çağdan çağa ve toplumdan
topluma; düzenleri, ilişkileri ve tüm genel
şartları doğrultusunda değişir. Fakat her
zaman geçerli olan ve -kitleleri üretim ve tüketime
yönlendiren ideolojilere göre yönetilen yapay toplumlarda bile-
değişmeyen bir özellik var ki, o da rızık
oranının fertten ferde değiştiği gerçeğidir.
Toplumların türlerine ve düzenlerin şekillerine göre
rızık oranlarının
farklılığını sağlayan nedenler de
değişiklik gösterir. Fakat fertlerin rızık
miktarlarının farklılığı gerçeği
hiçbir zaman değişmez. Hiçbir zaman -yönlendirici
ideolojilere göre yönetilen yapay toplumlarda bile- tüm
fertlerin rızık bakımından eşit düzeye
gelmeleri mümkün değildir:
"Kimini ötekine derecelerle üstün kıldık.
Bütün çağlarda, bütün ortamlarda ve bütün
toplumlarda öngörülen bu farklılığın
hikmeti de şudur:
"Birbirlerine iş gördürmeleri için."
Kimi insanlar kimilerine iş gördürsün diye. Hayat çarkı
dönünce zorunlu olarak bazı insanlar bazılarına
iş gördürür. Burada sözkonusu olan iş gördürme,
bir sınıfın diğer bir sınıfa, bir
ferdin diğer bir ferde üstünlüğü, egemenliği
anlamında değildir. Kesinlikle! Bu anlam yüce Allah'ın
ebedi sözünün düzeyine ulaşamayan basit ve dar bir
anlamdır. Kesinlikle!.. Yüce Allah'ın bu ebedi sözünün
ifade ettiği anlam insan topluluklarına egemen olan
beşeri rejimlerin bünyelerinde meydana gelen tüm değişikliklerden,
tüm gelişmelerden daha kalıcıdır. Gelip geçen
şartlardan daha geniş boyutludur... Kuşkusuz bütün
insanların bir kısmı bir kısmına iş
görür, hizmet eder. Hayat çarkı tüm insanları
kendisi ile birlikte döndürüyor, her rejimde ve her türlü
şartta bazısını bazısının
hizmetine sokar. Bu şartlar rızık elde etmesi ve
rızkı bollaştırması için takdir edilmiştir.
Bunun tersi de doğrudur. Birisi mal toplar,
topladığı maldan yer ve ötekini de bundan
yararlandırır. Dolayısıyle her biri ötekinin
adına iş görmüş olur, ona hizmet etmiş olur.
İşte bunu ötekisine hizmet ettiren, hayat çarkında
ötekini bunun hizmetine sokan rızık oranlarındaki
bu farklılık gerçeğidir. İşçi
mühendise ve işverene hizmet eder. Mühendis işçiye ve
işverene hizmet eder. İşveren de mühendise ve işçiye
hizmet eder. Sahip oldukları farklı yetenek ve
niteliklerle; iş ve rızık oranı açısından
birbirlerine göre farklı durumda olmalarıyla herbiri
yeryüzünde halifelik görevine hizmet etmektedirler.
Sanırım bazı beşeri ideolojilere mensup
kişiler bu ayeti ileri sürerek islama; toplumsal ve ekonomik
düzenine saldırıyorlar. Yine sanırım
bazı müslümanlar bu ayet karşısında olumsuz
yönden kafa sallayıp sanki insanlar arasındaki
rızık farklılığını ve
bazıları bazılarına hizmet etsin diye
rızıklarının farklı
olacağını onaylıyor suçlamalarına
karşı islamı savunma pozisyonuna giriyorlar.
Sanırım artık müslümanların islama
karşı açık ve kesin üstünlük pozisyonunda bir
tutum sergilemelerinin zamanı gelmiştir. Saçma sapan
suçlamalar karşısında savunma pozisyonuna
girmemelidirler. Çünkü islam, varlıklar aleminin öz yaratılışına
yerleştirilmiş, gökler, yer ve ikisine egemen olan değişmez
ve sarsılmaz yasalar sistemi gibi değişmeyen,
kalıcı ve ebedi gerçekleri dile getirir.
İnsanlık hayatının özü ferdi
yeteneklerin, her ferdin yapabileceği işin ve bu
işin sağlamlığının
boyutlarının farklılığı esasına
dayanır. Yeryüzündeki halifelik görevi için gerekli olan
değişik roller için bu farklılık zorunludur.
Bütün insanlar birbirlerinin fotokopisi gibi olsalardı yeryüzünde
hayat sürdürmek bugünkü şekliyle mümkün olmazdı. O
zaman birçok iş onu yerine getirecek, onu üstlenecek
yetenekten yoksun kalırdı. Oysa hayatı yaratan,
onun sürekliliğini ve gelişmesini dileyen Allah,
üstlenilmesi gereken rollerin farklılığı
oranında farklı yetenekler, kapasiteler
yaratmıştır. Rollerin
farklılığı rızıkların
farklılığını gerektirmiştir.
İşte temel kural budur. Her ferdin rızık
oranının farklılığı ise toplumdan
topluma, düzenden düzene değişir. Fakat bu durum,
hayatın gelişmesi için zorunlu olan dünya hayatının
özü ile uyuşan fıtri kurala ters düşmez. Bu yüzden
uydurma ve zorlayıcı doktrinlere mensup olanlar işçi
ve mühendisin, asker ile komutanın ücretini -doktrinlerini
uygulamaya büyük çaba göstermelerine rağmen eşit düzeyde
tutamamışlardır. Yüce Allah'ın şu sözünde
ifadesini bulan ilahi yasa karşısında bozguna
uğramışlardır. Bu ayet hayatın
değişmez kanunlarından birini ortaya
koymaktadır.
İşte dünya hayatındaki rızık ve geçim
meselesinin özü. Bunun da ötesinde yüce Allah'ın sonsuz
rahmeti var:
"Rabbinin rahmeti onların toplayıp
yaptıklarından daha hayırlıdır."
Yüce Allah bunun içïn ona layık olduklarını
bildiği kimseler arasında dilediği kişiyi seçer.
Bununla dünya hayatının nimetleri arasında bir
ilişki yoktur. Dünya hayan kaynaklı değer
yargıları ile hiçbir bağı mevcut
değildir. Çünkü dünya kaynaklı değer
yargıları yüce Allah katında çok değersizdirler,
önemsizdirler. Bu yüzden dünya nimetlerinden hem iyiler hem de
günahkârlar hem salih amel işleyenler hem de kötüler
ortaklaşa yararlanırlar. Fakat yüce Allah'ın
rahmetinden sadece seçkinler yararlanırlar.
DÜNYA HAYATI, ALTIN VE GÜMÜŞ
Şu dünya nimetleri ve değerleri o kadar basit ve
önemsizdir ki, şayet yüce Allah dilese onları
kafirlerin üzerine oluk oluk akıtır. Fakat yüce Allah
bu durumun insanları Allah'a inanmaktan alıkoyan
yanıltıcı, baştan çıkarıcı bir
unsur olmasını istemiyor.