15- Böyle iken kafirler Allah'a çocuk isnad ettiler.
İnsan gerçekten apaçık nankördür, gerçeği
inkar eder.
16- Demek Allah, yarattıkları arasından
kızları kendisine alıp da oğulları size
verdi öyle mi?
17- Fakat Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız evlat
kendilerinden biri-ne müjdelenince, o kimsenin yüzü simsiyah
kesilir, öfkesinden yutkunup durur.
18- Demek süs içinde yetiştirilerek mücadele gücü
olmayanı mı Allah'a isnad ediyorsunuz?
19- Onlar Rahman'ın kulları olan melekleri de
dişi saydılar. Acaba meleklerin
yaratılışını mı gördüler? Onların
bu şahidlikleri yazılacak ve sorguya çekilecekler.
20- Ve dediler ki "Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık':
Onların
bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar asılsız
tahminlere dayanarak konuşuyorlar.
21- Yoksa bundan önce onlara bir kitab verdik de ona mı
sarılıyorlar?
22- Hayır! Sadece "Biz babalarımızı bu
din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz"
dediler.
Kur'an-ı Kerim bu asılsız efsaneyi ablukaya
alıyor, onların içlerinde her yönden saldırıya
geçerek amansız bir mücadeleye girişiyor. Onların
bütün çıkış yollarını kapatıyor,
kaçacak delik bırakmıyor. Bu operasyon
sırasında baştan sona onların
mantıkları ile, onların kaçınılmaz kabul
ettikleri bulguları ile ve onların pratik hayatları
ile onlara karşı koyuyor. Bunun yanısıra daha
önce geçmiş milletler arasında kendileri gibi
tavır takınan, kendi sözlerine benzer sözler söyleyen
toplumların akıbetlerine de dikkatlerini çekerek
cürümlerinin büyüklüğünü gözlerinin önüne seriyor.
Kur'an-ı Kerim en başta bu efsanenin saçmalığını,
tutarsızlığını ve bu tür sözlerdeki açık
küfrü vurgulayarak konuya giriyor:
"Böyle iken kafirler Allah'a çocuk isnad ettiler.
İnsan gerçekten apaçık nankördür, gerçeği
inkar eder."
Melekler Allah'ın kullarıdır. Onları
Allah'ın kızları olarak nitelendirmek onları
kulluk sıfatından soyutlayıp Allah'a yakın bir
konuma oturtmak anlamına gelir. Oysa melekler de herkes gibi
kuldurlar. Rabb'leri, yaratıcıları olan yüce
Allah'la ilişkilerinde kulluğun dışında
bir sıfatla nitelendirilmelerinin hiç bir gerekçesi yoktur.
Yüce Allah'ın yarattığı herkes kuldur ve
sadece Allah'a kulluk sunabilirler. Bir insanın böyle bir
iddiada bulunması hiçbir şüpheye yer bırak-mayan
apaçık bir küfürle damgalanmasına neden olur: "İnsan
gerçekten nankördür, gerçeği inkar eder."
Sonra Kur'an-ı Kerim onların
mantıklarını ve geleneklerini kanıt olarak
ileri sürüyor. Bu amaçla, melekleri kız olarak
nitelendirip sonra da onları Allah'a vermelerindeki saçmalığı
alaycı bir ifadeyle ortaya koyuyor:
"Demek Allah, yarattıkları arasından
kızları kendisine alıp ta oğulları size
verdi öyle mi?"
Madem ki yüce Allah evlad edinmiştir, niye
kızları kendisine, oğulları da onlara
ayırmıştır? Kendileri
kızlarının olmasından hoşlanmazken, böyle
bir durumda üzülürken Allah'ın kızlarının
olduğunu ileri sürmeleri doğru mudur?
"Fakat Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız
evlat kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin yüzü simsiy
ah
kesilir, öfkesinden yutkunup durur." Kendilerine
müjdelendiği zaman öfkelendikleri bir şeyi Allah'a
nisbet etmemek takınılması gereken zorunlu bir edep
tavrı değil miydi? Uygun olanı bu değil miydi?
Oysa onlardan birine kız evladın oldu diye haber
verildiği zaman, öfkesinden yüzü simsiyah kesilir.
Öfkeleri yüzlerinden okunur. Kızar, kız çocuğunun
olduğunu gizlemeye çalışırlar.
Kızgınlıktan parçalanacak gibi olurlar. Şu
halde süs içinde, nazla, şefkatle büyüyen kızları
Allah'a nispet etmeleri yakışık alıyor mu?
Edep tavrına uyuyor mu? Bilindiği gibi kızlar
kavgaya, savaşmaya güç yetiremezlerdi. Fakat onlar toplum
olarak savaşçılardan ve söz ustalarından
hoşlanırlardı. Kur'an-ı Kerim onları
kendi mantıklarını kullanarak suçüstü yakalıyor.
Nefret ettikleri şeyleri yüceltip Allah'a dayandırmalarından
dolayı onları utandırıyor. Mutlaka böyle bir
şey yapmak zorundaydılarsa hoşlandıkları,
sevindikleri şeyleri seçip Rabb'lerine dayandırsalardı
ya.
Sonra Kur'an-ı Kerim onları ve asılsız
efsanelerini bir başka açıdan kuşatıyor.
Onlar meleklerin dişi olduklarını ileri sürüyorlardı.
Peki bu iddiaları neye dayanıyordu?
"Onlar Rahman'ın kulları olan melekleri de
dişi saydılar. Acaba meleklerin
yaradılışını mı gördüler? Onların
bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekilec
ekler."
Acaba meleklerin yaratılışını mı
gördüler? Meleklerin yaratılıyı seyrederken
onların dişi olduklarını mı öğrendiler?
Çünkü görmek bir kanıttır, bir iddia sahibinin
dayanabileceği bir delildir. Fakat onlar meleklerin
yaratılışını gördüklerini iddia
edemezlerdi. Buna rağmen meleklerin dişi
olduklarına tanıklık ediyor, böyle bir iddiada
bulunuyorlardı. Şu halde gözleriyle görmedikleri bir
olayda tanıklık etmenin sonuçlarına
katlanmalıydılar: "Onların bu
şahitlikleri yazılacak ve sorguya
çekileceklerdir."
Ardından surenin akışı onların
iftiralarını ortaya koymaya devam ediyor ve bu amaçla
ileri sürdükleri bahaneleri, bu olay çevresinde çıkardıkları
tartışmaları dikkatlere sunuyor:
"Ve dediler ki, `Rahman dileseydi biz onlara
tapmazdık: Onların bu hususta bir bilgileri yoktur.
Onlar asılsız tahminlere dayanarak konuşuyorlar."
Dört yandan çürütülmez kanıtlarla
kuşatılınca bu sefer kaçmaya kalkışıyorlar.
Bütün efsaneler yıkılıyor. Bu sefer
sorumluluğu Allah'ın iradesine yıkıyorlar. Yüce
Allah'ın, kendilerinin meleklere ibadet etmelerinden
hoşnut olduğunu, ileri sürüyorlar. Aksi taktirde
meleklere kulluk sunmalarına imkan vermeyeceğini,
kesinlikle onları bu eylemden
alıkoyacağını iddia ediyorlar.
Hiç kuşkusuz bu söz, gerçeği çarpıtmanın
ifadesidir. çünkü varlıklar aleminde meydana gelen
herşey yüce Allah'ın iradesi doğrultusunda meydana
geliyor. Bu doğrudur. Ne var ki, insanın doğru yolu
ve sapıklığı seçme gücüne ve yetkisine
sahip olması da yüce Allah'ın iradesinin
gereğidir. Yüce Allah'ın iradesi insanın
doğru yolu veya sapıklığı seçebilme
yeteneğine sahip olarak yaratılmasını
öngörmüşse de insanın doğru yolu seçmesini
emretmiş ve bu yöndeki hoşnutluğunu ifade
etmiştir. Öte yandan küfürden ve sapıklıktan
hoşnut olmamıştır.
Onlar Allah'ın iradesini yanlış yorumlamaya
kalkışırlarken gerçeği çarpıtıyorlar.
Çünkü onlar yüce Allah'ın onların meleklere kulluk
sunmalarını istediğinden emin değildirler -Hem
nasıl emin olacaklar ki?-. "Onların bu hususta
bir bilgileri yoktur. Onlar asılsız tahminlere dayanarak
konuşuyo
rlar."
Asılsız
kuruntulara, sanılara dayanıyorlar.
"Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı
sarılıyorlar?"
Meleklerin dişi olduklarına, Allah'ın
kızları olduklarına ilişkin iddialarında,
onlara yönelik kulluk eylemlerinde daha önce kendilerine
gönderilmiş bir kitaba mı dayanıyorlar? Bu
kitabın içerdiği gerçeklere mi sarılıyorlar?
Bu kitaptan çıkardıkları kanıtlara mı
dayanıyorlar?!
Kur'an-ı Kerim bu açıdan da kaçış
yollarını tıkıyor. İnançla ilgili
meselelerde körü körüne hareket edilmeyeceğini, zann ve
kuruntulara dayanılmayacağını, aksine Allah
katından gelen bir kitaptan beslenileceğini, onun içerdiği
gerçekle-re yapışılacağını ima
ediyor.
İş bu noktaya gelince Kur'an-ı Kerim, bir görüşe
dayanmayan bu tutarsız efsaneye ilişkin inançlarının
ve bir kitaptan kaynaklanmayan geçersiz ibadeti sürdürmelerinin
tek dayanağını ortaya koyuyor!
"Hayır! Sadece `Biz babalarımızı bu
din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz'
dediler."
Hiçbir güce dayanmayan tutarsız, çelişkili
olmasının ötesinde insanı gülünç duruma düşüren
saçma bir sözdür bu. Düşünmeden, taşınmadan,
bir kanıt, bir delil isteme gereği duymadan sadece
taklit etmenin, papağan gibi söylenenleri tekrar etmenin
belirtisidir. Nereye gidiyoruz? diye sormadan, yoldaki işaretleri
bilmeden, nereye sürüklenirse o tarafa doğru giden hayvan sürüsünü
andıran aşağılayıcı bir tablodur bu.
İslam fikir özgürlüğünü, serbest düşünceyi
öngören bir dindir, bu yüzden bu tür aşağılayıcı
bir taklitçiliği, günah ve ihtiraslarla övünmek amacıyla
babaları, ataları körü körüne izlemeyi onaylamaz.
Bir dayanak olmalıdır, bir kanıt
olmalıdır, düşünüp değerlendirmek gerekir.
Sonra kesin bir inanca, net bir anlayışa dayalı
özgür bir seçim zorunludur.
Bu gezintinin sonunda kendilerininkine benzer sözler
söyleyen, tıpkı onlar gibi başkalarına
benzeme, ataları körü körüne taklit etme, gerçeklerden
yüz çevirme, peygamberleri yalanlama, çeşitli mazeret ve açıklamalara
rağmen yanlış tutumlarını sürdürmede
ısrar etme yolunu seçen geçmiş toplumların
akıbetleri
Sunuluyor: