1- Yer dehşetle
sarsıldıkça sarsıldığı,
2- Yeryüzü ağırlıklarını
dışarı çıkardığı,
3- Ve insanın
"Buna ne oluyor" dediği zaman,
4- İşte o gün
yer haberlerini söyler,
5- Çünkü Rabbin ona
vahiy ile herşeyi bildirmiştir.
Bu "gün" kıyamet
günüdür. Çünkü o gün yerinden oynamayan dünya sarsıldıkça
sarsılır, sallandıkça sallanır, içinde
bulunanları adamakıllı silkeledikçe silkeler. Uzun
süre bağrında taşıdığı ve
kendisine ağır gelen cesetleri, madenleri ve başka
ne varsa dışarı çıkarır. Ve sanki, uzun
zamandan beri taşıdığı bu
ağırlıklardan kurtulup hafiflemeye çalışmaktadır.
Bu sarsıntı,
sureyi dinleyenlerin ayaklarının altındaki
sarsılmaz gibi duran her şeyi kökünden sarsan ve
yeryüzü ayaklarının Altında sarsılıp
denizin dalgaları gibi gelip giderken kendilerine
sallandıklarını ve adeta salıncakta
inişler gibi bir gelip bir gittiklerini zannettiren bir
tablodur. Bir tablo ki, yeryüzünde kalplerin kurtulmak için sarıldığı
ve değişmez ve sarsılmaz zannettiği ne varsa
onların tümünü kalplerden söküp atar. Kur'an'ın
canlandırdığı bu gibi sahnelerde ilk ilham
ettiği ve içine hareket kattığı bir olgudur
bu... Sahneye öyle bir hareket ve canlılık
bahşedilmiştir ki, Kur'an'ın eşsiz ifadesini
duyan kimsenin onu sadece duymakla nerede ise hemen etkisi
altında kalmaktadır.
Sunulan bu tablonun
karşısında "insan"ın durumu
anlatılarak ve tablo ile karşı karşıya
geldiği zaman reaksiyonları çizilerek bu etki daha da
açık hale getirilmektedir.
"İnsan `buna ne
oluyor' der."
Bu soru,
Alışmadığı bir şey gören, akıl
erdiremediği bir şeyle karşı karşıya
kalan, karşısında sabretmenin ve susmanın mümkün
olmadığı bir olaya tanıklık eden
kendinden geçmiş, dehşete düşmüş ve neye
uğradığını
şaşırmış bir kimsenin sorusudur. "Buna
ne oluyor?" Onu bu şekilde kim sarsıyor? Kim
sallıyor? Ona ne oluyor? Soruyu soran insan, sanki yeryüzünde
onunla birlikte yalpalıyor, etrafında neler varsa gelip
giderken bir şeye tutunmaya, ona yaslanmaya ve yerinde sabit
olarak kalmaya çabalıyor.
"İnsan"
daha önce birçok depremleri ve yanardağ
patlamalarını görmüştür. Depremlerden ve yanardağlardan
korkmuş, dehşete düşmüş, helak olmuş ve
mahvolmuştur. Fakat insanoğlu kıyamet gününün
depremini görünce, onunla dünya hayatında meydana gelen
depremler ve yanardağ patlamaları arasında en ufak
bir benzerlik kuramayacaktır. Çünkü bu insanoğlunun
daha önce tanımadığı yeni bir durumdur.
insanın esrarını bilmediği, benzerini görmediği
ilk kez olan korkunç bir durumdur.
(O gün)... Bu depremin
olacağı ve insanın karşısında
korkusundan kendinden geçeceği o gün "Yeryüzü
haberlerini söyler. Çünkü Rabbin ona vahy ile gerçeği
bildirmiştir." O gün şu yeryüzü, haberlerini
anlatacak, halini ve kendine ne olduğunu söyleyecektir...
Kendisine olacaklar, (Rabbinin ona vahyetmesi ile) harekete geçip
"sallan, sarsıldıkça sarsıl", "ağırlıklarını
dışarı çıkar" diye emretmesi yüzünden
olmuştur. Ve yeryüzü Rabbinin emrini yerine getirmiştir.
Rabbini dinleyip boyun eğmiştir. "Ve zaten o
boyun eğmeye uygundur." (İnşikak 2) Haberlerini
söyleyerek Rabbinin emrine boyun eğmiştir. Yeryüzünün
bu durumu, gerisinde saklı olan Allah'ın emrini ve
kendisine vahyini anlatan açık bir ifadesidir.
Burada "insan"
dehşet içinde kendinden geçmiştir. Ayetin ifadesi
insanın üzerine korku, dehşet, Hayret,
sarsıntı ve çalkantı püskürtüyor. Burada "insan"
nefesini tutup "ne oldu buna" diye soruyor. Ne oldu bu
yeryüzüne de yüce Allah insanı mahşere gelme ile,
hesaba çekilme ile, amellerin tartılması ile ceza ile yüzyüze
getiriverdi?
6- O gün insanlar ayrı
ayrı gruplar halinde, ilahi divana çıkarlar ki,
yaptıkları işler kendilerine gösterilsin.
7- Artık kim zerre
ağırlığınca hayır yapmışsa
onu görür,
8- Ve kim zerre ağırlığınca
şer yapmışsa onu görür.
Kısa bir göz atışta
mezarlardan kalkış sahnesini görüyoruz: "O
gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde ilahi divana çıkarılırlar."
Biz yer yüzünün her yöresinden "Sanki yayılan
çekirge sürüsü gibi" (Kamer 7) yerden bölük bölük
çıkan o insanların tablolarını görmekteyiz.
Bu tablo da insanın daha önce bilip tanıdığı
bir tablo değildir. Yaratıkların tümünün nesil
nesil buradan ve şuradan çıkıp koşma
tablolarını daha önce görmüş değildir.
"Yeryüzünün onlar
için çabucak yarıldığı gün"
(Kaf 44) İnsanın gözü nereye ilişirse, yerden
fışkırırcasına kalkan sonra hızla
koşup gelen hiçbir yere hiçbir tarafa dönemeyen arkasına,
sağına ve soluna bakamayan, boyunlarını
uzatmış gözleri deli etten bakakalmış "Çağıran
sese koşan" (Kamer 8) hayaller
yığını görür... "Herkesin o gün
kendisini meşgul eden bir işi vardır." (Abese
37)
Öyle bir sakine ki bu beşerin
dili bunu anlatmaktan acizdir. Sarsıcı mı
sarsıcı, korkunç, ürpertici, dehşet verici mi
verici, akılları oynatıcı mı
oynatıcı bir sahne...
İnsan hayalinin gücüne
ve yeteneklerine göre kendisinde bu sahneyi canlandırmasının
yanında, bütün bu kelimeler ve sözcüklerdeki öteki
benzerleri anlatımda, hayalın
ulaştığı noktanın zerresine bile
erişemezler.
"O gün insanlar ayrı
ayrı gruplar halinde ilahi divana çıkarlar." ...
"yaptıkları işler kendilerine gösterilsin
diye." Bu daha da zor daha da beter. Çünkü onlar yaptıklarının
kendilerine gösterileceği yere ve yaptıkları ile
sonra da onun karşılığı ile yüzyüze
gelecekleri alana gidiyorlar. Bazen insanın
yaptıkları ile yüzyüze gelmesi her türlü cezadan
daha ağır olur. Zaman olur, insan yaptıkları
ile -bırakalım başkalarının önünü-
vicdanında bile yüzyüze gelmekten bucak bucak kaçmak ister.
Bir pişmanlık anında ve vicdan azabı
esnasında yaptıkları gözünün önüne gelince, iğrençliğinden
onları hatırlamak bile istemez. Peki ya bu kişi,
herkesin gözü önünde ve yüce, Ulu, Cebbar (Dilediklerini
zorla yapmaya gücü yeten) Mütekebbir (Her olay ve her yerde
büyüklüğünü gösteren) olan yüce Allah'ın
huzurunda yaptıkları ile yüzyüze gelince acaba ne
duruma gelir?
İnsanlara sırf
yaptıklarının gösterilmesi ve yaptıkları
ile yüzyüze gelmeleri çok dehşetli ve akıllara
durgunluk verecek bir cezadır. Ve yaptıklarını
gördükten sonra tartıya sokulmayan ve
karşılığı verilmeyen zerre kadar
iyiliği ve kötülüğü dışarda
bırakmayan çok hassas ince bir hesaba çekilme gelecektir.
"Artık kim
zerre ağırlığınca hayır
yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca
şer yapmışsa onu görür." Evet
zerre ağırlığınca... Eski tefsirciler
"Zerre"yi sivri sinek diye algılarlardı.
Bazıları, zerre: "güneş
ışığında görülen toz parçacıklarıdır"
demişlerdi.. O zamanlar "zerre" sözcüğünden
düşünebildikleri en küçük nesne bunlardı...
Bizler şu anda
biliyoruz ki, "Atom" bu ismi taşıyan belirli
bir nesnedir. Ve güneş ışığı
altında görülen toz parçacıklarından çok çok
küçüktür. Çünkü toz çıplak gözle güneş
ışığında görülebilir. Oysa, atom asla
görülemez hatta labaratuvarda kullanılan en büyük
mikroskoplarla bile görülemez. Atom sadece bilim adamlarının
vicdanlarında olan soyut bir "imaj"dır. Ki
daha önce hiçbir bilgin bu görüntüyü ne çıplak gözü
ile ne de mikroskopla görebilmiş değildir. Bütün
gördükleri sadece atomun fonksiyonlarıdır.
İşte bu zerre,
ya da bu kadar ağırlıktaki iyilik veya kötülük o
gün gelir, ve onu yapanlar görür ve karşılığını
da Alır. O zaman "insanoğlu" iyilik olsun kötülük
olsun, yaptığı hiçbir şeyi küçük görmez.
"Bu küçüktür hesap ve tartıya gelmez" demez.
Vicdanı yaptığı her amelin
karşısında, şu kefesini zerre kadar
ağırlığın kaldırıp
indirebildiği hassas terazinin hareketi gibi tir tir titrer.
Gerçek şu ki yeryüzü
bu terazinin mü'minin kalbinden başka bir yerde henüz eşini
ve benzerini görmemiştir. Onun benzeri sadece zerre
ağırlığınca iyilik veya kötülük için
ürperen mü'min kalbidir. Yeryüzünde dağlar kadar günah,
isyan ve kötülük işlediği halde hiç kımıldamayan
kalpler vardır. Önünde dağ zirvelerinin hiç kalacağı
hayır tepelerine layık olduğu halde bundan
etkilenmeyen kalpler vardır.
Bu kalpler yeryüzünü sırtlanmışlar
ve hesap günü onur ağırlığı
Altında ezileceklerdir.