20- Kesin inanacak insanlar için yeryüzünde nice deliller
vardır.
21- Kendi canlarınızda da nice deliller vardır.
Görmüyor musunuz?
22- Rızkınız da, size va'dedilen azab da göktedir.
23- Göklerin ve yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin
konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.
Bu da yeryüzünde ve ruhlarda Allah'ın
varlığını ve kudretini gösteren delillere bir
göz atış, takdir edilen nasip ve
yazılmış olan rızık konusunda dikkatleri
gökyüzüne yöneltmektir. Bu göz atış büyük bir
yeminle son bulmaktadır. Ve Allah Teala kendi zatı ve bu
bölümde sözünü etmiş olduğu
Göklerin
ve yerin Rabbi niteliği
(sıfatı) üstüne yemin ederek kendi katından gelen
bu va'din kesin gerçek olduğunu belirtmektedir.
"Kesin inanacak insanlar için yeryüzünde nice deliller
vardır." "Kendi canlarınızda da nice
deliller vardır. Görmüyor musunuz?" Üzerinde yaşadığımız
şu gezegen Allah'ın zatına ve sanatının
harikalarına işaret eden delillerin sergilendiği
muazzam bir fuardır. Öyle bir fuar ki şu ana kadar o
harikaların çok az bir kısmını görebildik.
Ve bizler bu fuarda her geçen gün yeni bir harika ile karşılaşıyor
ve her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Tıpkı
bu
fuar
gibi bir başka fuar da bizlerin içimizde gizlidir. Bu fuar
insan ruhudur. Yalnız içinde yaşadığımız
yer kürenin sırları değil bütün varlık
aleminin sırlarını içinde saklayan sır küpü
insan ruhunun, fuarıdır bu fuar.
Bu iki ayet bu kısacık işareti ile
akılları yerinden oynatan şu iki fuara dikkat
çekmektedir. Ama bu kısacık işaret, bu iki
fuarın kapılarını onları görmek
isteyenlere, ruhunu tatmin etmek isteyenlere, ardına kadar açmaktadır.
Ve hayatın, nimet, sevinç, canlı ibretlerle dolup
taşacak kadar anlamlı hale getirmek isteyenlere
ayrıca hayatına kalpleri yücelten, ömürleri uzatan
gerçek marifetin (bilginin) çok değerli hazinelerini
doldurmak isteyenlere kapılarını ardına kadar
açmaktadır!
Kur'an ayetleri her ortamda, her çevrede her hal ve
şartta kendisi ile amel edilsin diye
hazırlanmıştır. Her ruha, her kafaya ve her
akla herbirinin alabileceği ve dayanabileceği kadar
olmak üzere hazinelerinden belirli kısmını açabilir.
İnsanlık bilgi basamaklarında yükseldikçe düşünce
ufukları genişledikçe, bilgisi artıp tecrübeleri
çoğaldıkça, kainatın ve ruhun
sırlarını çözdükçe Kur'an-ı Kerim'den
alacağı payı çoğalır, istifadesi o
derece büyük olur. Ve Kur'an ayetlerinden elde edeceği
azık, öğüt çeşit çeşit olur. Bu öyle bir
Kitap'tır ki, onu Allah'tan alan, sırlarını
tam olarak anlayan ve o sırlarla birlikte yaşayan
Peygamberin, ondan bahsederken dediği gibi, "Bu
kitabın harikaları bitmez tükenmez, tekrar tekrar
okumakla yeniliğini kaybetmez: ' Peygamber bu sözleri kendi
ruhunda bulunan canlı tecrübeye dayanarak söylemiş ve
bu tecrübeyi bu ifade kalıplarına dökerek dile getirmiştir.
Bu Kur'an'ı ilk defa duyanlar, yeryüzünde ve ruhlarda
Allah'ın varlığı ve kudretini gösteren
delillerden kendi paylarına düşeni aldılar. Ve
kendi bilgi, tecrübe ve yetenekleri oranında hazinelerini
teslim aldılar. Aynen bunun gibi onlardan sonra gelen
nesiller de kendi bilgi, tecrübe ve marifetlerine uygun olarak
nasiplerine, paylarına düşeni aldılar. Bizler de
kendi bilgi, marifet ve tecrübemizin genişliğine göre
ve bu koca kainattaki bitmez tükenmez sırlardan
keşfedebildiklerimiz oranda payımıza düşeni
almaktayız. Bizden sonra gelecek nesiller de, henüz bizim
için yeryüzünde ve ruhlarda açıklık
kazanmamış olan delillerden hazır bekleyen
nasiplerini alacaklardır. Ama bu kutsal ve görkemli olan iki
fuar (yeryüzü ve ruhumuz) yenilikler ve harikalarla dopdolu
olarak zamanın sonuna kadar devam edip gidecektir.
Şu yeryüzü, şu hayat için hazırlanmış,
bütün özellikleri ile hayatı karşılamak ve devam
ettirmek için hazırlanmış olan şu yeryüzü,
akıllara durgunluk veren kainat okyanusunda nerde ise bizce
bilinen yegane gezegendir. Yıldızlar ve gezegenlerle
dopdolu olan şu kainatta sadece bilinen
yıldızların sayısı -ki bilinenler
kainatın gerçek yüzüne oranla söz edilemeyecek kadar azdır-
yüz milyonlarca galaksidir. Her bir galakside de yüz milyonlarca
sabit yıldız vardır. Gezegenler işte bu
yıldızların uydularıdır. İşte
yerküre bu yıldız okyanusu içinde hayat için elverişli
tek gezegendir.
Sayılara sığmayan bunca yıldız ve
gezegene rağmen yeryüzü, bu çeşit bir hayatın
oluşup devam etmesi için elverişli tek yerdir.
Şayet yeryüzünün gerçekten çok olan özelliklerinden en
ufak birisi zedelenecek olsa, üzerinde bu çeşit
hayatın sürmesi imkansızlaşırdı.
Şayet dünyanın hacmi değişip büyüse veya
küçülse, güneşin karşısındaki durumu
değişip güneşe yaklaşıp uzaklaşsa,
güneşin hacmi ve ısı derecesi değişecek
olsa, yeryüzünün şuradan veya buradan ekseni üzerindeki eğimi
değişecek olsa, yeryüzünün kendi ekseni veya güneş
çevresindeki hareketi değişip de daha hızlı
ya da daha ağır dönecek olsa, dünyamızın
uydusu olan ayın hacmi ya da dünyaya uzaklığı
değişecek olsa, dünyamızdaki kara ve denizlerin
birbirine oranları değişip de, bunlardan herhangi
biri artıp eksilecek olsa, şayet, şayet, şayet...
daha yeryüzünde hayatın oluşması ve devam etmesi
için kendisinin uygunluğuna etki eden bilinen ve bilinmeyen
binlerce dengeye kadar bu varsayım uzatılabilir.
Bütün bu sayılanlar şu kutsal fuarda sergilenen ve
Allah'ın varlığı ve kudretini gösteren
deliller değil midir?
Sonra... Yeryüzünde barınan canlılar için saklanmış
ve depolanmış olan şu yiyecekler... Yerkürenin
yüzeyinde barınan, havasında süzülüp uçan, veya
sularında yüzen veya mağara ve oyuklarında
gizlenen veya toprağın bağrında ve içinde
gizlenen bunca canlılar... Bu basit ve bileşik
yapıda olan, hazır yiyecekler sayılara
sığmaz
bunca canlıların yine sayısız
gıdalarını temin etmek için çeşit çeşit
şekil ve türlerde olabilen bu yiyecekler... Toprağın
bağrında gizlenen, suyunda akan, havasında esen, yüzeyinde
biten, yeryüzüne güneşten ve bazıları bilinen ve
bazıları bilinmeyen alemlerden gelen, bu azıklar ve
yiyecekler... Bütün bunlar, bu yeryüzünü hayat için elverişli
bir yuva olarak kuran ve yeryüzünü sayılara
sığmayan türde canlılar için hazırlayan yüce
iradenin planlaması uyarınca
fışkırıp, çıkmaktadır.
Yeryüzünün tablo ve manzaraları, hangi köşesinde
göz atılırsa atılsın, neresine adım
atılırsa atılsın, çeşit çeşittir.
Bitip tükenmez harikalarla dopdolu bu manzaralar, bu ovalar, bu
vadiler, bu alçak sahalar ve dağlar, bu deniz ve göller,
nehir ve sular, birbirine komşu kimi verimli kimi verimsiz
arazi parçaları, şu üzüm bahçeleri, tarlalar,
şu tek ve iki gövdeli hurma ağaçları.. Bu
manzaralardan her birisini, bir an olsun yaratma ve
değiştirmeden geri durmayan sürekli yaratma ve değiştirmenin
kutsal eli durmadan değiştirip türlü türlü
şekiller verir. İnsan kurak bir yere varır bir
başka manzara görür, otlarla bezeli bir yere rastlar bir başka
tablo görür. Yemyeşil bitkiler varken gördüğü ayrı
bir tablodur. Hasat zamanı gider
karşılaştığı manzara
sararmış solmuş bir başka haldir. Bir
adım bile değiştirmemiştir seyrettiği
yeri ama karşılaştığı farklı
farklı manzaralardır.
Bu yeryüzünde yaşayan canlılar, bitkiler,
hayvanlar, kuşlar, balıklar, sürüngenler ve haşereler...
İnsanı bir tarafa bırakalım. Çünkü Kur'an
insanlardan özel olarak söz etmekte, onları özel olarak
ele almaktadır... Sayılarının ne kadar
olduğunu belirlemek bir yana -çünkü imkansızdır-
cins ve türlerinin sayısı, bile henüz keşfedilemeyen
bunca yaratıklar ve bunların içinden her bir yaratık
başlı başına bir topluluktur. Herbiri
başlı başına bir harika... Her hayvan, her
kuş, her sürüngen, her haşere, her kurtçuk ve her
bitki... Hatta ve hatta, bir kurtçuğun her kanadı, bir
çiçekteki her yaprak, bir yaprağın her damarı
harikaları bitmez tükenmez akıllara durgunluk veren bu
kutsal fuarda sergilenmektedir.
İnsan, hatta insanların topyekün tümü böyle düşünmeye
devam etseler ve yeryüzündeki harikalara ve bu harikaların
gösterdiği delillere işaret etmeye çalışsalar,
ne sözleri biterdi ne de işaretleri... Kur'an ayetleri, düşünsün
ve ibret alsın diye beşer kalbini uyarmaktan bu gezegen
üzerindeki seyahat boyunca bu dehşetli fuarda
harikaları sergilemekten ve yolculuk boyunca bu sergilemenin
sağlayacağı nimet. ve sevinci tattırmaktan
başka bir şey yapmıyor. Fakat Kur'an insan kalbi gözlere
ve basiretlere sergilenmekte olan bu ilahi müze ile gaflet
uykusundan uyansın diye kalbine şöyle bir dokunup
geçiyor. İnsan şu dünya denen gezegende yolculuğunu
düşünerek ibret alarak geçirsin diye şöyle bir
dokunup geçmektedir. Bu gezegende yolculuğunu,
harikaları görerek, düşünerek ve kendi benliğinde
gizli olan şu akıllara durgunluk veren yaratmayı düşünerek,
büyük bir hazla sürdürsün diye şöyle bir dokunuyor. Ama
insanoğlu bundan habersizdir, dikkati başka
şeylerdedir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, insan yaratıkların
yüzlerini, özelliklerini, hareketlerini ve adetlerini en güzel
yaratıcının yarattığı bir müzede
dolaşan gezgin bir kul gözü ile düşününce ve
yolculuğunu sürdürünce gerçekten de haz ve heyecan verici
saniyeler geçirir. Ya bütün hayatını bu yüce
hazlarla dolu alemde geçiren insanların duyacağı
zevk ve sevinç nice olur?
İşte Kur'an-ı Kerim, bu tür dokunuşları
ile insanı yeniden yaratıyor. Yeni bir duygu ile yoktan
var ediyor. İnsana yeni bir hayat sunarak hak veriyor. Yeryüzünde
düşünmesi imkansız ve eşi bulunmaz bir zevk ve sürur
veriyor, insana.
İşte Kur'an bu tür düşünce ve idrak yüceliği
istemektedir, insandan. Beşer kalbine bu hazineyi ancak iman
verir. Bu yüce hazzı henüz yeryüzünde çamur ve toprak
dünyasında iken ancak iman hazırlar insana.
İmdi... Birinci bakış yeryüzü sergisine idi.
İkinci gezinti ruhlardaki harikaların fuarında idi.
Bunlardan sonra, perdelerle örtülü yüce gaybın, görülmez
alemin fuarı gelmektedir. Ki bu belirlenmiş
rızık ve yazılmış olan nasiplerin yer
aldığı fuardır.
"Rızkınız da size va'dedilen azab da göklerdedir."
Bu hayret veren bir işarettir doğrusu.
Rızkın gözle görülen araçları yeryüzünde
olmasına rağmen, insan yeryüzünde çalışıp
didinirken ve rızkını ve nasibini çalışma
ve didinmesinden beklerken Kur'an-ı Kerim, insanın
bakışlarını ve ruhunu gökyüzüne,
görünmeyen aleme Allah'a çeviriyor. Ki insanoğlu
belirlenen rızkını ve yazılan nasibini oradan
beklesin diye... Yeryüzü ve yeryüzündeki gözle görünen rızık
araçları ise inananlar için Allah'ın
varlığı ve kudretine birer delildirler. Gönülleri
rızıklarını Allah'ın ihsanından
beklesinler diye ve yeryüzünün ağırlıklarından
ve ihtirasın pençesinden kurtarmak için Allah'a döndüren
birer delildirler. Onun için Kur'an gözle görülen rızık
araçlarına bu araçları yaratan ilk kaynaktan
rızkı beklemeye engel olma fırsatı
tanımaz.
İman eden bir kalp bu işaretin iç yüzünü kavrar
ve olduğu gibi anlar. Bu işaretten maksadın yeryüzünü
ve rızık araçlarını ihmal etmek demek
olmadığını ve kendisinin yeryüzünde
halifelikle ve orayı kalkındırmakla yükümlü olduğunu
bilir. Bu işaretten hedefin, ruhun bu araçlara bağlanmaması
ve yeryüzünü kalkındırırken Allah'ı
unutmamak demek olduğunu bilir. Yeryüzünde çalışıp
rızkı gökten beklemek gerektiğini,
rızkın araçlarına sarılıp fakat,
kendisine rızık verenin bu araçlar olmadığına
kesin iman etmek gerektiğini, rızkının gökte
planlanmış olduğunu ve Allah'ın
va'dettiği şeyin mutlaka olacağını bilir.
İşte böylece insanın kalbi yeryüzünde gözle
görülen araçlara esir olmaktan kurtulur. Aksine insan ruhu bu
araçlarla göklerin yüceliklerine doğru kanat çırpar
.
Rızık
araçlarında onların yaratıcısını gösteren
deliller görüp kalbi gökyüzüne
bağlı,
ayakları yeryüzünde yaşarken göklerin yüceliklerine
kanat çırpar insanoğlu... İşte bunu
istemektedir Allah insanlar için... Çamurdan yaratıp,
ruhundan bir soluk üflediği ve alemlerde birçok yaratıklardan
üstün kıldığı bu yaratık için bunları
istemektedir...
İnsanın en üstün durumda olduğu bu konumun gerçekleşmesi
için tek vasıta imandır. Çünkü insan ancak bu
takdirde Allah'ın kendisini yaratırken hedeflediği
duruma, içine bozukluk ve sapıklık nüfuz etmeden
Allah'ın insanları yarattığı önceki
orjinal ve saf duruma gelebilir...
Yeryüzüne, ruhlara ve gökyüzüne bu kısa
bakışlardan sonra, yüce Allah yüce zatı üstüne
yemin ederek, bütün bu sözlerin doğru olduğunu
belirtiyor:
Göklerin ve yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız
kadar kesin ve gerçektir."
Onların kendi aralarında konuşması
nasıl bir gerçek ise, konuşup
konuşmadıkları konusunda nasıl ki görüş
ayrılığına düşüp tartışmıyorlar,
bu konuda kuşku duymuyorlar ve bundan nasıl emin iseler,
aynen bunun gibi bu kutsal sözlerin de tümü gerçektir, kuşkusuzdur.
Ve Allah söylenenlerin en doğrusudur.
Esmaî'den naklolunan ve Zemahşerî'nin Keşşaf'ında
zikrettiği güzel bir söz vardır. Biz rivayet
bakımından ihtiyatlı olmakla birlikte güzel olduğu
için buraya almayı uygun görüyoruz:
"Basra camisinden çıkmıştım. Devesine
binmiş bir bedevi çıkageldi. Bedevi: - Hangi
kabiledendir bu adam? dedi. Ben de:
- Asma oğulları kabilesinden dedim. Bedevi: - Nereden
gelirsin? diye sordu. Ben de:
- Rahman'ın sözünün okunduğu yerden dedim. Bedevi:
- O sözden oku bakalım dedi. Bunun üzerine Zariyat
suresini okumaya başladım. Baştan 22 nci ayete
gelince, Bedevi:
- Yeter dedi. Kalktı devesini yatırdı ve
boğazladı. Etini gelene ve geçene dağıttı.
Kılıcına ve yayına yöneldi, onları
kırdı ve gitti. Bir müddet sonra ben Harun er Raşit
ile tavaf ediyordum. Bir de baktım ki birisi ince bir ses ile
beni çağırıyor. Döndüm ve gördüm ki o bedevi.
Sararmış solmuş ve incelmişti. Bana selam
verdi ve aynı sureyi okumamı istedi. Aynı ayete
gelince bir çığlık attı ve dedi ki: "Biz
Rabb'imizin bize va'dinin gerçek olduğunu bulduk" (A'raf,
44). Sonra:
Başka var mı dedi. Ben de "Göğün ve
yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız
kadar kesin ve gerçektir" ayetini okudum. Bir çığlık
daha attı ve:
- Sübhaneallah dedi. Kim öfkelendirdi celal sahibini ki yemin
etmiş O? Sözünü kim tasdik etmemiş ki yemine
başvurmuş dedi. Bu sözü üç kere tekrar etti ve
ruhunu teslim etti: '
Bu bir menkıbedir. Doğru olabilir de olmayabilir
de... Ama bu menkıbe bizlere Allah'ın yemininin ne kadar
yüce olduğunu hatırlatması bakımından
önemlidir. Allah'ın zatına ve göğün ve yerin
Rabbi olması niteliğine yemininin yüceliğini
hatırlatması bakımından önemlidir. Çünkü
bu yemin, yemin edilerek pekiştirilen gerçeğe de bir yücelik
katmaktadır. Ki bu gerçek kaseme ve yemine gerek kalmayacak
kadar apaçık bir gerçektir.
Buraya kadar anlatılanlar surenin birinci bölümü idi.
İkinci bölüm ise Hz. İbrahim, Lut, Musa'nın -selâm
üzerlerine olsun- hikayeleri ile, Hud Peygamberin kavmi olan Ad,
Salih Peygamberin kavmi olan Semud ve Nuh peygamberin kavmine dair
hikayelere işaretleri içermektedir. Bu bölümün önceki
bölümle ve aynı zamanda surenin akışı içinde
kendisini izleyen bir sonraki bölümle yakın bir
ilişkisi vardır.