Sonra, bolluk yıllarındayken biriktirip
depoladıklarınızı tüketen bu kuraklık
yılları sona erer. Ve ardından yine bir bolluk
yılı gelir. O zaman insanlar yine ekin ekebilme ve su
olanağına kavuşurlar. Bağları,
susamları ve zeytinleri yine ürünle dolar. Böylece
şıra sıkmaları, yağ yapmaları mümkün
olur...
Burada bu son bolluk yılına ilişkin kralın
rüyasında herhangi bir işaretin
bulunmadığını görüyoruz. Öyleyse Yusuf bunu,
Allah'ın kendisine bahşettiği ilahi bilgiye
dayanarak söylemiştir. Aracının kral ve
insanları açlık ve kıtlık döneminden
böylesine verimli ve bereketli bir yılın gelişiyle
kurtulacaklarını müjdelemesi için, ona bu müjdeyi de
eklemiştir.
Bu ayetin ardından bir başka sahneye geçiliyor.
İki sahne arasında yine bir boşluk
bırakılarak, bu arada olup bitenler okurun kendi kendine
tamamlanmasına terkediliyor. Perde açıldığında
yine kralın huzurundayız. Aracının rüyanın
yorumunu krala aktarışına, rüyanın
yorumlayıcısı Yusuf'a, onun hapisliğine,
tutukluluk nedenine ve yaşadığı koşullara
ilişkin sözlere ayetlerde yer verilmeksizin geçiliyor. Tüm
bunların yaşandığı sahneyi anlatmadan geçen
ayetlerde doğrudan doğruya, sonuçta kralın Yusuf'u
görmek istediğini ve onun kendisine getirilmesini
emrettiğini görüyoruz:
"Kral: O adamı bana getiriniz, dedi."
Burada üçüncü kez yine ayetlerde, kralın bu
isteğinin nasıl uygulandığı gibi
ayrıntılara yer verilmeksizin geçildiğine
tanık oluyoruz. Birden, kralın elçisine yanıt
vermekte olan Yusuf çıkıyor karşımıza.
Bu elçi, daha önce gelip Yusuf'la görüşmüş olan
aracı mı? Yoksa bu tür durumlarla görevli yetkili bir
başka elçi mi? Bunu bilemiyoruz. Ancak, yıllardır
hapiste olan Yusuf'un kurtulmak için hiç de acele etmediğini
görüyoruz. Tam tersine o öncelikle meselesini halletmek; kendi
durumuna ilişkin gerçeği tümüyle açığa çıkarmak;
karanlık bir biçimdeki dedikoduların, komploların
ve jurnallerin hiç de doğru olmadığını
-tanıklar huzurunda- ortaya koyarak beraat etmek istemektedir...
Zira O, Rabbince eğitilip terbiye edilmiş
durumdadır. Bu eğitim, bu terbiye sonucudur ki, yüreği
rahatlık, güven ve huzur doludur. Bu nedenle böylesi bir.
olay karşısında aceleciliğe ya da
tezcanlılığa gerek yoktur!
Yusuf'un iki tutumu arasındaki farklılık, sözkonusu
ilahi terbiyenin izini somut bir biçimde ortaya koymaktadır.
Daha önce hapishane arkadaşına, "Efendinin
yanında benden söz et." demiş olan Yusuf..
Şimdi ise, "Efendinin yanına dön ve ellerini
yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin
olayın içyüzünü kendisine sor!" diyen Yusuf...
Bu iki tutum arasında, dağlar kadar fark vardır...
"Yusuf dedi ki; `Efendinin yanına dön ve ellerini
yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin
olayın içyüzünü kendisine sor. Gerçi Rabbim, o kadınların
bana kurdukları tuzağı iyi bilir..."
Hz. Yusuf, kralın kendisini huzura çağıran
buyruğunu reddetmişti! Reddetmişti, çünkü bir
şartı vardı! Öncelikle kral, meselesini gerçek
yüzüyle bilmeli; kadınların ellerini neden
kestiklerini soruşturup öğrenmeliydi... Bu sözüyle
aynı zamanda olayı ve görünümlerini, kadınların
birbirlerinin kuyusunu kazdıklarını, sonuçta da
bir hileyle kendisinin kuyusunu kazdıklarını
hatırlatıyordu... Dolayısıyla bu davanın
soruşturulması, Hz. Yusuf'un bulunmadığı
ve tartışmalara girişmediği bir ortamda
yapılmalıydı ki, gerçek tüm çıplaklığıyla
ortaya çıksın! .. Zira Yusuf kendine güveniyordu,
suçsuzluğundan emindi. Gerçeğin ve hakkın uzun süre
örtbas edilemeyeceğinden, gerçeğin ve hakkın uzun
süre çarpıtılamayacağından kesinkes emindi
o!
Hz. Yusuf'un gerek kendisiyle, gerekse kralın elçisiyle
ilgili olarak kullandığı "rabb/efendi"
kelimesiyle, bu sözcüğün içeriğini Kur'an bütünüyle
bize aktarmış bulunuyor. Kral, sözkonusu elçinin
rabbidir. Zira bu kimse kralı, otoritesine boyun
eğdiği bir hüküm koyucu olarak benimsemiş
durumdadır. Yüce
Allah da Yusuf un Rabbidir. Zira O, otoritesine boyun eğilecek
hüküm koyucu olarak yüce Allah'ı benimsemiş
durumdadır.
Elçi dönüp gitti ve durumu krala aktardı. Kral da bunun
üzerine kadınları, huzuruna çağırarak
sorguya çeker. Bunlardan söz edilmemesine karşın,
olayların bu şekilde geliştiğini bir sonraki
ayetten anlıyoruz: