Hz. Yusuf'un konuyu ele alış biçiminde izlediği
yöntemde, kişilerin gönüllerine girebilme noktasında
bir incelik; konuşması sırasında
yaptığı geçişler ve kullandığı
üslupta hoşgörülü bir nezaket göze çarpıyor...
Kıssanın baş kahramanı Yusuf'un, tüm
olaylarda tanık olduğumuz ayırıcı
niteliğidir bu...
"Yusuf dedi ki; payınıza ayrılan yemek, henüz
önünüze gelmeden önce onun ne olduğunu size
bildirebilirim."
Böylece, karşılarındaki adamın yenilecek
yemeği daha gelmeden görebilecek ve gördüğünü
bildirebilecek denli özel bir bilgiye sahip olduğuna güvenmeleri
gerektiği vurgulanıyor: Bunun yanısıra bu sözde
-elbette ki Allah'ın, salih kulu Yusuf'a bahşettiği
nimete ve de ayrıca- geleceğe ilişkin haber verme
ve rüya yorumlama gibi o dönemin karakteristik yapısına
işaret vardır. Yine Yusuf, onların gönüllerini
kazanarak Rabbinin yoluna davet edebilmek için onlara rüyalarını
yorumlamada yararlanacağı özel bilgisini açıklarken
kullandığı "Bu önsezi bana Allah'ın
öğrettiği bilgilerdendir.
biçimindeki
ifadesini de psikolojik açıdan tam gediğe
yerleştirdiği gözleniyor.
"Ben, Allah'a inanmayan ve ahireti inkâr eden milletin
dininden çıktım."
Hz. Yusuf bu sözüyle aralarında yetiştiği
millete; başvezirin ailesi, kralın kurmayları,
milletin ileri gelenleri ve onlara tâbî olan halka işaret
ediyor. Aslında karşısındaki delikanlılar
da o milletin dinindendir. Ama Hz. Yusuf, onların
kişiliklerini hedef seçmiyor. Tam tersine, onları
rencide etmemek, kendinden nefret ettirmemek için, genel bazda
sözkonusu milleti hedef seçiyor. Bu bir üsluptur, hikmettir,
nezakettir, kişilerin gönlüne güzellikle girebilme
yöntemidir.
Yusuf'un burada ahiretten söz etmesi, -daha önce de belirttiğimiz
üzere insanlık var oldu olalı ahirete imanın, tüm
peygamberlerin öğrettiği biçimiyle inancın temel
öğelerinden biri olduğunu perçinlemektedir. Mukayeseli
Dinler Bilimi'nde ileri sürüldüğü gibi, gerçi ahiret
inancı cahiliye inançlarına sonradan girdiği
doğrudur, ama bu inanç bozulmamış, semavi dinlerin
sürekli temel unsuru olmuştur.
Kâfirlik inancının genel niteliklerini açıklamasının
ardından Yusuf, kendisinin ve atalarının tâbî
olduğu imana dayalı inanç sisteminin genel
niteliklerini açıklamaya devam ediyor:
"Onun yerine atalarım İbrahim'in,
İshak'ın ve Yakub'un dinlerine bağlandım.
Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize
yakışmaz."
Bu, Allah'a asla hiçbir ortak koşmayan gerçek tevhid
dinidir... Tevhide erebilmek, doğru yola ulaşanlara
Allah'ın bir lütfudur... Çaba göstermeleri, istemeleri
durumunda tüm insanların onurlanabilecekleri bir lütuftur
bu. Bunun kökleri ve ipuçları, insanın
doğasındadır. Esprileri ve kanıtları,
insanların çevresindeki varlıklar alemindedir. Açıklaması
ve tanımı, peygamberlerin getirdikleri
mesajlardadır. Ama insanlar bizzat kendileri, bu lütfu
anlamadıklarından, buna şükretmesini de
bilmemektedirler:
"Bu inanç; Allah'ın, gerek bize ve gerekse tüm
insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu
Allah'a şükretmezler."
Tatlı mı tatlı bir giriş... Dikkatlice ve
yumuşak bir edayla adım adım ilerlemektedir Yusuf...
Giderek, onların yüreklerinin ta içine girecek; inancını
ve çağrısını ayrıntısıyla ve bütünüyle
açacak; onların ve mensup oldukları milletin inançlarındaki
bozukluğu, yaşadıkları realitedeki
bozukluğu gözler önüne serecektir... Nitekim şu ana
dek yaptığı uzun girişin ardından hemen
ekliyor: