O |
Yusuf
|
O |
|
23- Kaldığı evin hanımı onu
yatağına çağırdı, kapıları
kilitledikten sonra ona "Haydi, gelsene!" dedi. Fakat
Yusuf `Allah korusun! Rabbim bana güvenli bir barınak
sağladı; hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar,
kurtuluşa eremezler" dedi. '
24- Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona
karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin
caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı,
kendini tutamazdı. Böylece biz Yusuf u kötülükten ve fuhuştan
uzak tuttuk. O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı,
seçkin bir kulumuzdu.
25- Her ikisi de -Yusuf önde, kadın peşinde olmak
üzere- kapıya koştular. Kadın, Yusuf'un gömleğini
arkasından yırttı; kapıda kadının
kocası ile karşılaştılar. O sırada
kadın, kocasına "Eşine kötülük etmek
isteyenin cezası herhalde hâpsedilmekten ya da ağır
işkenceye çarpılmaktan başka bir şey olamaz"
dedi.
26- Yusuf "Beni yatağına çağıran odur"
dedi. Kadının akrabalarından biri olaya
ilişkin şöyle bir çözüm önerdi, "Eğer
Yusuf'un gömleği ön tarafından
yırtılmış ise, kadın doğru söylüyor,
Yusuf ise bir yalancıdır. "
27- "Yok, eğer Yusuf'un gömleği arka
tarafından yırtılmış ise, kadın
yalan söylüyor ve Yusuf'un dediği doğrudur. "
28- Adam, gömleğin arka tarafından
yırtılmış olduğunu görünce karısına
"Bu iş, siz kadınlara özgü bir komplodur, sizin
komplolarınız yamandır" dedi.
29- Adam, Yusuf'a "Sen ona bakma, kapat bu olayı"
dedikten sonra karısına dönerek "Sen de günahından
ötürü af dile, çünkü sen bir günahkârsın" dedi.
Ayetlerde Hz. Yusuf'un ve kadının bu olay
sırasında kaç yaşında olduklarından söz
edilmiyor. Ama bu noktada biz yine de bir tahmin yürütmeye çalışalım...
Hz. Yusuf, kafile tarafından bulunup Mısır'da köle
olarak satıldığı sırada henüz çocuktu.
Bir başka deyişle en fazla ondört yaşında
olmalıydı. Bunu nereden çıkarıyoruz? Zira bu
olaydan söz edilen ayette Hz. Yusuf için "gulâm"
(çocuk)"
sözcüğü kullanılıyor. Arap dilinde "gulâm"
sözcüğü, ondört yaşını geçmemiş
kimseler için kullanılır. Ondört yaşını
geçmiş kimseler için ise, "şâb (delikanlı)"
ya da "racul (adam)" sözcükleri kullanılır.
Kaldı ki Yakub'un "Siz farkında olmadan onu kurt
kapar" demesinden de Hz. Yusuf'un o sırada ondört
yaşını aşmamış olduğunu çıkarabilmek
mümkündür... Aynı sırada sözkonusu kadın ise,
çoktan evlenmiş durumdaydı. Kocasının Yusuf için
hanımına "Belki
de onu evlât ediniriz" demesine
bakılırsa, bir türlü çocukları da
olmamıştı... Zira evlâtlık arama eğilimi
genelde, çocukları olmamış ve de çocuk yapabilme
umutları tamamen ya da kısmen sönmüş kimselerde
ortaya çıkar. Dolayısıyla evliliklerinin
üzerinden en azından, çocuklarının
olmayacağını anlayabilecekleri denli bir zaman
dilimi geçmiş olmalıdır. Bunun da ötesinde, Mısır'ın
başveziri konumundaki birinin en azından kırk
yaşında olabileceğini düşünsek, onun hanımı
durumundaki sözkonusu kadın da otuz yaşları
dolaylarında olmalıdır.
Buradan hareketle, olayın yaşandığı
sırada -en azından yaklaşık olarak- kadın
kırkındaysa, Hz. Yusuf'un da yirmibeşinde
olabileceğini tahmin edebiliriz. Bizim tahminimiz bu
doğrultudadır. Zira kadının, gerek olay
sırasındaki, gerekse daha sonraki tutumlarından,
yeterince deneyimli, atak, komplolarında son derece usta, kölesini
delicesine seven biri olduğunu görüyoruz... Sonradan sarayına
çağırdığı kadınların, "Başvezirin
karısı kölesini yatağına çağırmış"
biçimindeki sözleri de bunu doğrulamaktadır... Bu
cümle de "köle", Arapça'daki "abd" sözcüğüyle
değil, (aynı zamanda delikanlı anlamına da
gelen) "fetâ" sözcüğüyle ifade ediliyor. Kadınların
cümlelerinde Hz. Yusuf için bu sözcüğü (yani "fetâ"yı)
kullanmalarından, aynı zamanda onun
yaşını da ima ettikleri son derece nettir. Bu bizim
değil, Yusuf'u kendi gözleriyle görmüş olanların
yaptığı bir tesbittir.
Bu meselenin üzerinde böylesine durmaktaki amacımız,
bu gerçeği gözler önüne serebilmektir. Hz. Yusuf'un bu sıkıntıyla,
bu sınavla yüzyüze bulunması, sadece ayetin bize
aktardığı kadının onu kendisine çağırdığı
sözkonusu andan ibaret değildir! Bunun
dışında, Yusuf'un tüm delikanlılık
yıllarını saray ortamında ve de bu
kadınla aynı sarayda geçirdiğini unutmamak gerek.
Bu uzun zaman dilimi kadının yaşamında,
-yaklaşık olarak otuzundan kırkına varana dek-
hemen hemen on yıla tekabül ediyordu. Başvezir,
hanımını Hz. Yusuf'la birlikte bulmasının
ardından söylediği söz, bu saray havasının
ve ortamının, ne tür özellikler taşıdığını
çok iyi ortaya koyuyor:
"Adam Yusuf'a "Sen ona bakma, kapat bu olayı."
Sonra, eşine dönüp ekleyecektir:
"Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen
bir günahkârsın."
Bu kadarı yeter!..
Bunu duyan diğer kadınların diline düşen
başvezirin eşi, onlara yanıt olarak, Hz. Yusuf'u göstereceği
bir parti düzenleyecektir. Yusuf'un huzura çıkmasıyla,
büyülenecekler, onu görenin baştan çıkmamasının
imkânsız olduğunu söyleyeceklerdir. Tam o sırada
başvezirin eşinin, herkesin önünde şöyle dediğini
göreceğiz:
"Kadın dedi ki; "İşte siz beni bu
delikanlı yüzünden kınadınız. Ben onu
yatağıma çağırdım, fakat
aşırı bir namusluluk tepkisi ile isteğimi
reddetti. Ama kendisine emrettiğim işi yapmaz ise,
kesinlikle hapse atılarak burnu yere sürtülecektir." ( Yusuf
Suresi 32)
Bu tür sahnelere artık
bağışıklık kazanmış, çok özel
bir çevreyle karşı karşıyayız. Sürekli
lüksün içinde yüzen bir çevredir bu. Ve Yusuf, -yoldan çıkma
noktasında en tehlikeli dönem olan- ergenlik çağını,
delikanlılığının en ateşli
yıllarını sözkonusu çevrenin içinde geçirmişti...
Ama bu uzun sınav döneminde Hz. Yusuf direnmesini,
olumsuzluklardan, tahriklerden, taşkınlıklardan
kendisini koruyabilmesini bilmişti. Sözkonusu fitnenin
boyutlarını, sınavın çetinliğini, bu
uzun direnişin görkemliliğini kavrayabilmek için, bu
uzun dönemi aynı çatı altında geçiren Yusuf ve
kadının yaşlarını gözönüne almamız
bile yeterlidir. Ancak ayetin bizlere aktardığı
üzere kadının yapayalnızken ve uzun dolambaçlı
yollara başvurmaksızın sürpriz bir biçimde doğrudan
davetiye çıkardığı sırada, Yusuf'un
direnebilmesi çok daha güçtü. Çünkü burada Hz. Yusuf en
ufak bir girişimde bulunmamasına karşın,
karşısındaki kadın onu bizzat istiyordu.
Karşısındaki kadının onun için deli olduğu
apaçık meydandaydı. Her şeye hazır bir
kadın vardı karşısında.
Nitekim ayete baktığımızda da bunu görüyoruz:
"Kaldığı evin hanımı onu
yatağına çağırdı, kapıları
kilitledikten sonra ona "Haydi, gelsene!" dedi."
Dolayısıyla bu kez, kadının onu kendisine
çağırdığı apaçık ortadaydı.
Kadının ona resmen davetiye çıkardığı,
tüm çıplaklığıyla ortadaydı...
Kadın son anda kapıyı bile kilitlemiş
durumdadır. Kadın, gözle görülür biçimde o bedensel
dürtüsünün dayanılmazlık noktasına gelmiş
bulunmakta ve de bu bedensel arzusunu açıkça dile
getirmektedir:
"Haydi gelsene!"
Tüm çıplaklığıyla, tüm netliğiyle
ortada olan bu çağrı, kadının Yusuf'a çıkarmış
olduğu ilk davetiye değildir. Tam tersine bu,
kadının Yusuf'a çıkardığı son
davetiyedir. Anlaşılan o ki, kadın ona böylesine
net bir davetiye çıkarmaktan başka bir çare bulamamıştı.
Gücüyle, gençliğiyle dört dörtlük bir insan olan bu
delikanlı, dişiliği giderek oturan ve
olgunlaşan sözkonusu kadınla aynı çatı
altında yaşamaktaydı. Dolayısıyla
kadın, son çare olarak onu açık bir biçimde kendisine
çağırmazdan önce de, dolaylı yollardan ona
davetiye çıkarmış olmalıydı. Ama biz Hz.
Yusuf'un bu apaçık davetiye karşısında bile
direnebildiğini görüyoruz:
"Fakat Yusuf "Allah korusun! Rabbim bana güvenli bir
barınak sağladı; hiç kuşkusuz zalimler iflah
olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi."
"Allah korusun!"
Böyle bir şey yapmaktan Allah'a
sığınırım.
"Rabbim bana güvenli bir barınak sağladı."
Yüce Allah ki, beni kuyudan kurtardı ve bu rahat, güvenli
eve yerleşmemi sağladı."
"Hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar,
kurtuluşa eremezler."
Senin beni çağırmakta olduğun türden bir suç
işleyerek, Allah'ın belirlediği
sınırların ötesine geçenler, başarıya
ulaşamazlar.
Kadının kendisine apaçık davetiye çıkarması
karşısında Yusuf'un hemen Allah'ın kendisine
verdiği nimetleri hatırlayarak, O'nun koyduğu
sınırları, ayrıca bu sınırları
hiçe sayanların akıbetini hatırlayarak, bu çağrıya
yanaşmadığı ayette çok net bir biçimde ifade
edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla,
kadının kapıyı kilitlemesinin ardından
ona apaçık davetiye çıkarması, bunu sözlü
olarak da net bir biçimde dile getirmesi karşısında
Yusuf'un, ayette bize anlatılanın dışında
bir tavır sergilediğini düşünebilmek olanaksızdır.
Hikâyeyi bizlere en güzel biçimde aktaran Kur'an'da o çetin
ana ilişkin şu ifadeler yeralıyor:
"(Kadın Y usuf'a):
"Haydi, gelsene' dedi."
"Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona
karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin
caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı,
kendini tutamazdı."
Gerek klasik, gerekse daha sonraki dönemde tüm tefsircilerin,
bu son ayete ilişkin kendi görüşlerine yer vermiş
bulunmaktadırlar. Tefsirlerine yahudi uydurmaları (isrâiliyâtı)
da karıştırmış olanların bu noktada,
bir yığın efsane
aktardıkları
gözlenmektedir. Bunların tasvirlerine göre; Yusuf,
dürtülerine kapılarak kendisini tutamayıp harekete geçmek
istemiştir! Ne var ki, Allah gösterdiği birçok delille
onu engellediğinden harekete geçememiştir! Odanın
tavanında, parmağını ağzına götürmüş
ısırır biçimde babası Yakub arz-ı endâm
eylemiştir! Böylesi bir eylemin yasaklandığını
bildiren Kur'an ayetlerinin "Evet...
evet yanlış okumadınız Kur'an ayetlerinin"
yazılı
olduğu levhalar gözünün önüne getirilmiştir. Tüm
bunlara karşın Hz. Yusuf, halâ kendisini
toparlayamamaktadır! Sonuçta Allah, Cebrail'i göndererek,
ona "Kulumun imdadına yetiş" demek durumunda
kalmıştır! Cebrail de gelip, onun göğsüne
göğsüne vurmaya başlamıştır!.. Kimi
aktarımcıların kullandıkları bu türden
efsaneleri daha da uzatmak mümkün. Ancak tüm bunların bir
yamalamadan, bir uydurmacadan öteye geçmediği son derece
nettir.
Tefsircilerin ezici çoğunluğu ise, kadının
onu istediğini ve bu arzusunu fiilen de sergilediğini,
Hz. Yusuf'un da içinden kadına bir istek duyduğunu,
ancak Rabbinin işaretini görür görmez bundan vazgeçtiğini
belirtmiştir.
Rahmetli Reşid Rıza, "el-Menâr" adlı
tefsirinde, tefsircilerin ezici çoğunluğunca ileri sürülen
sözkonusu görüşe karşı çıkmaktadır.
Ona göre, âmir konumunda biri olarak sözkonusu kadın,
Yusuf'un direnmesi, kendisini önemsememesi üzerine, onu dövmek
istemiştir. Hz. Yusuf da kadının bu eylemine
karşı koymak istemiştir. Ancak Hz. Yusuf geri dönüp
kaçmayı yeğleyince, kadın da harekete geçip onu
yakalamış ve böylece Hz. Yusuf'un gömleği arkadan
yırtılmıştır...
Ancak ayetin metnine baktığımızda, "isteme
(el-hemm)" sözcüğünü "dövmek isteme"
biçiminde yorumlayabilmek için en küçük bir dayanak bile
bulunmadığını görüyoruz. Dolayısıyla
bu, Hz. Yusuf'u fiili bazda istek duyma ya da eğilim gösterme
bazında istek duyma konumuna asla sokmamaya yönelik salt bir
görüşten öteye geçememektedir. Kaldı ki bu tür bir
yorumda, ayetin gerçek anlamından uzaklaşma sonucu
doğuran bir zorlamadır.
Burada, ayetleri tekrar gözden geçirirken; gerek kendisine
hikmet ve bilgi verilmesinden önce ve gerekse daha sonra Yusuf'un,
sarayın çatısı altında bu deneyimli
kadınla birlikte geçirdiği uzun bir zaman süreci
içinde yaşamış bulunduğu tüm koşulları
gözden geçirirken, bende ise bu noktada daha farklı bir düşünce
uyanıyor.
Bu düşüncenin temeli ise, Allah'ın şu sözü:
"Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona
karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin
caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı
kendini tutamazdı."
Hz. Yusuf un hemen karşı çıkıp ilkelerine
sarılmasının ardından gelen bu ayet, onun bu
bağlamdaki tahrik karşısındaki nice
zamandır süren tavrının nasıl bir noktaya
ulaştığının ifadesidir... Direnme ve zaaf,
ama sonuçta Allah'ın buyruklarına sarılıp
kurtuluşa erebilme konusunda, insanın öz doğasının
nitelik ve niceliğine ilişkin gerçekçi ve reel bir
ifadedir bu... Ancak Kur'anî ifade, insandaki sözkonusu türken
karmaşık, çatışmalı ve baskın
ayrıntılara girerek uzun uzadıya anlatmıyor.
Zira Kur'ana Kerim, olayın yaşandığı sözkonusu
anı, kıssa çerçevesinde, aynı zamanda mükemmel
bir yaşam çerçevesinde, hakettiği normal payı
aşacak denli upuzun bir sahneye dönüştürmek
istememektedir. Bu sebeple de, gerçekçiliğin, dürüstlüğün
ve atmosferdeki temizliğin hakkını verebilmek için,
gerek başlangıçtaki, gerekse sonuçtaki tedbirliliği
aktarmasının yanısıra, bu iki süreç arasındaki
zaaf anına değinmekle yetiniyor.
Ayetleri ve o mevcut koşulları gözönüne aldığımızda,
bizde uyanan düşünce işte budur. Gerek insanın
doğası, gerekse peygamberlerin masumiyeti açısından,
en makul olanı da budur. Hz. Yusuf da neticede bir
insandı. Allah'ın seçkin
kıldığı
biriydi ama, neticede insandı. Onun duyduğu istek,
psikolojik bazdaki eğilimden öteye geçmemiştir.
Vicdanından ve zaaf anının hemen ardından,
vicdanından ve yüreğinden yükselen Rabbinin işaretini
görür görmez de doğruya yapışarak
zaafını yenebilmeyi başarmıştır. (Zemahşerî,
"Keşşâf" tefsirinde şöyle diyor: "Allah'ın
peygamberi konumundaki birinin, bir günahı isteyebilmesi ve
buna eğilim gösterebilmesi nasıl mümkün olabilir?'
biçiminde bir soru yöneltilecek olursa, yanıtım
şudur: Ayette anlatılmak istenen, gençlik döneminde
cinsel gücün ve arzunun yüksekliği sonucu Hz. Yusuf un da,
kadının kendisini arzulayıp istemesini
andırır biçimde, sözkonusu kadına k
arşı içinden bir arzu ve istek olmasıdır.
İnsanın neredeyse tüm sağduyusunu ve direncini
yitirmesine sebep olabilecek böylesi bir durumda, bu da son
derece doğaldır. Nitekim Hz. Yusuf, Allah'ın
ergenlik ve sorumluluk çağına girenleri yasaklardan kaçınmakla
yükümlü kıldığını düşünerek,
içinde uyanan bu isteği bastırarak kontrol altına
almıştır. Üstelik, şiddetinden ötürü
ayette "istek" olarak adlandırılan bu
dayanılmaz eğilim Hz. Yusuf un içinde hiç uyanmasaydı,
onun Allah katında, çekinme noktasında övülen bir
insan olabilme nedeni de ortadan kalkardı. Zira direncin ve
sabrın büyüklüğü, belanın ve sınavın
büyüklüğü ve şiddetiyle doğru
orantılıdır"... Burada, "Hz. Yusuf,
Allah'ın ergenlik ve sorumluluk çağın: girenleri
yasaklardan kaçınmakla yükümlü kıldığını
düşünerek, içinde uyanan bu isteği bastırarak
kon rol altına almıştır..." biçimindeki
cümlede yatan mutezile mezhebine yatkın ilmi görmezlikten
gelirsek, Zemahşerï'nin bu analizi temelde son derece
isabetlidir. Bu cümlede, işaretin, yani burhânın
rasyonelliğini iddia eden Mutezile ekolünün izi
görülmektedir. oysa işaret ya da burhân Allah'ın
kulları için şeriatında belirlediği
ilkelerden başka bir şey değildir... Burada, bu
mezhebi ve tarihsel görüş ayrılığı
konumuz dışındadır. Ancak, bu türden bir düşünme
tarzının temelde, İslâm anlayışına
yabancı olduğunu da belirtelim!)
"Böylece biz Yusuf'u kötülükten ve fuhuştan uzak
tuttuk. O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı, seçkin
bir kulumuzdu."
"Her ikisi de -Yusuf önde, kadın peşinde olmak
üzere- kapıya koştular."
Sağduyusunu toplayan Hz. Yusuf, kaçıp
kurtulmayı yeğlemişti. Halâ o hayvani
dürtüsünün depreşimlerini yaşayan kadın ise,
onu yakalayabilmek için yerinden fırlamış
bulunuyordu.
"Kadın Yusuf'un gömleğini arkasından
yırttı."
Hz. Yusuf'u kapıdan geriye içeriye çekebilmek için
tutup asıldığında, onun gömleğini
yırtmıştı. Ve tam bu sırada bir sürpriz:
"Kapıda kadının kocası ile
karşılaştılar."
Burada, kadının deneyimliliği tüm çıplaklığıyla
karşımızda. Bu
dehşetengiz
sahnenin beraberinde getirdiği soruya, anında bir cevap
bularak, Hz. Yusuf'u suçlamaya geçtiğini görüyoruz:
"Kadın, kocasına: `Eşine kötülük etmek
isteyenin cezası ne olmalıdır?' dedi."
Ama kadın Yusuf'a aşık ve onun adına
korkmaktadır. Bu nedenle de güvenceli bir ceza verilmesini
istemektedir.
"Cezası, hapsedilmekten ya da ağır
işkenceye çarpılmaktan başka bir şey
olamaz."
Bu haksız suçlama karşısında Yusuf, gerçeği
açıkça söylüyor: "Yusuf "Beni yatağına
çağıran odur" dedi."
Bu noktada ayette bize, sözkonusu meselede kadının
ailesinden birinin tanıklık ettiği belirtiliyor:
"-Kadının akrabalarından biri olaya
ilişkin şöyle bir çözüm önerdi. "
"Eğer Yusuf'un gömleği ön tarafından
yırtılmış ise kadın doğru söylüyor,
Yusuf ise bir yalancıdır:"
"Yok, eğer Yusuf'un gömleği arka
tarafından yırtılmış ise, kadın
yalan söylüyor ve Yusuf'un dediği doğrudur."
Ancak sözkonusu kişi bu şahitliği nerede ve ne
zaman yapmıştır? Kadının kocasıyla
(Mısırlılar'ın deyimiyle, "beyiyle")
birlikteydi de olaya bizzat tanık mı olmuştu?
Yoksa, kadının kocası onu çağırıp,
meseleyi ona mı açmıştı? Nitekim, özellikle
kanları soğuk ama değerleri cıvık olan bu
sınıf arasında, bu tür durumlarda kadının
aile büyüklerinden birisinin çağrılarak, onun ne düşündüğünün
öğrenilmesi bir tür gelenekti...
Bunların her ikisi de mümkündür. Her halukârda, mesele
değişmiyor. Ayette bu kişinin sözü "şahitlik"
olarak nitelenmiştir. Gerek kadının, gerekse Hz.
Yusuf'un iddiası karşısında, taraflar
arasındaki çekişme ve izlenecek tutum noktasında
kendi görüşüne başvurulmuş olması nedeniyle
sözkonusu kişinin yargısı,
"şahitlik" olarak
adlandırılmıştır. Zira bu kişinin
yargısı, anlaşmazlığı tahkik edip
gerçeğin ortaya çıkarılmasına
yardımcı olacaktır... Evet Yusuf'un gömleği
önden yırtılmışsa, bu onun kadına
saldırdığının ve kadının da
kendisini ondan korumaya çalışırken gömleği
yırttığının göstergesidir. Dolayısıyla
kadın doğru, Yusuf ise yalan söylüyor demektir. Yok eğer
gömlek arkadan yırtılmışsa, bu Yusuf un onun
elinden kurtulup kaçmaya çalıştığının,
kadının da kapıya dek onun ardını
bırakmadığının göstergesidir. Dolayısıyla
kadın yalan, Yusuf ise doğru söylüyor demektir. Kadının
efendi, Yusuf'un ise bir köle olmasından ötürü ilk varsayım,
birincisinin doğru, ikincisinin yalan söyleyebileceği
üzerine kurulmuştur. İlk önce bu varsayımın
söylenmesi de dolayısıyla bir nezaket gereğidir!
Ancak sonuçta bu, varsayımın gerçeğin ortaya
konabilmesi için bir ipucu olmasına gölge düşürmüyor.
"Adam, gömleğin arka tarafından
yırtılmış olduğunu görünce."
Olayın mantığı üzerine oturtulan
sözkonusu şahitlik doğrultusunda, Yusuf'u kendisine çağıranın
kadın olduğunu, ve yine kadının Yusuf'a iftira
attığını açıkça anlamıştı.
Burada binlerce yıl öncesindeki cahiliyenin sosyete sınıfına
ilişkin bir kesit çıkıyor
karşımıza. Bu kesit, bugün bile adeta somut bir
biçimde karşımızdadır. Bu kesitte, cinsel
skandallar karşısında rahatlığı,
bunları toplumdan gizleyebilmek için örtbas etme eğilimini
gözlüyoruz. Zira onlar için en önemli Şey, bu
skandalların duyulmamasıdır.
Adam, gömleğin arka tarafından
yırtılmış olduğunu görünce karısına
"Bu iş, siz kadınlara özgü bir komplodur, sizin
komplolarınız yamandır" dedi. Adam, Yusuf'a
"Sen ona bakma, kapat bu olayı" dedikten sonra
karısına
dönerek, "Sen de günahından ötürü af dile,
çünkü sen bir günahkârsın" dedi."
İşte böyle... Doğrusu bu, o
kadınların bir hilesidir. O kadınların fendi büyüktür...
Bu tavır, kam damarları zorlayacak denli hiddetle
doldurabilecek denli böylesi vahim bir olay karşısında
ustaca bir vurdumduymazlıktır. Suçu tüm kadınlara
genelleyerek, -kadının bu tavrını neredeyse
överek- işi bir tür şakaya bağlamaktır.
"Sizin komplolarınız yamandır!" cümlesinde
sözkonusu kadına yönelik olumsuz bir dokundurma yapılmamaktadır.
Tam tersine, sözkonusu kadının
davranışıyla, dişiliğiyle büyük fentler
açabilecek denli dört dörtlük, mükemmel bir dişiliğe
sahip olduğu ima edilmektedir.
Adam, daha sonra masum olan Hz. Yusuf'a dönüp eklemektedir.
"Sen ona bakma, kapat bu olayı."
Yani bu meseleyi kapat! Kendi kendine önemseyip hatırlamaktan
vazgeç! Kimseye de açma! .. Önemli olan da budur zaten!
Görüntüyü kurtarmak yeterlidir!
Ardından,
Yusuf'un olmak isteyen, onu yakalayıp suçuna ortak etmek
isterken gömleğini yırtan kadına dönerek öğüt
veriyor:
"Sen de günahından ötürü af dile, çünkü sen
bir günahkârsın."
İşte, tüm cahiliye toplumlarında rastlanan,
hizmetçiler ve köleler karşısında aristokrat
sınıfın konumunun, en yakından erilmiş
bir görüntüsüdür bu. Perdenin kapanmasıyla birlikte tüm
sahnenin ve olayların gözden kaybolduğunu görüyoruz...
Ayetlerde o anın, tüm görüntüleri, tüm tepkileri bize
aktarılmış bulunuyor. Ancak o anın,
pornografik hayvani fantazilerden bir bölüme ya da iğrenç
cinsel bataklıktan bir gölete dönüştürülmesi yoluna
asla gidilmiyor!
SKANDAL YAYILIYOR
Adam, hanımıyla kölesi arasına girmiyor.
Mesele, zamanın akışına
bırakılıyor. Saraylarda bu tür meseleler, hep
zamanın akışına bırakılmaz mı
zaten! Ama sarayda da olsa yerin kulağı vardır.
Aynı çatı altında hizmetçiler ve uşaklar
var. Dolayısıyla saraylarda, olup bitenleri örtbas
edebilmek mümkün değildir. Özellikle de kadınların
çevrelerinde olup bitenlerin dedikodusunu yapmaktan başka
bir şey istemedikleri aristokrat ortamlarda, bu iş daha
da güçtür. Bu sebeple sözkonusu türden skandalların,
sohbetlerde, partilerde ve ziyaretlerde, kulaktan kulağa
yayılıp herkesin diline düşmesi kaçınılmazdır:
|
|
O |
|
O |
|