Peygamberlerin yaşamındaki
dayanılmazlığın, üzüntüleri ve sıkıntının
dozu canlı olarak gözlerimizin önüne seren korkunç bir
tablodur bu. O peygamberler ki inkârcılıkla,
bağnazlıkla, inatçılıkta direnmekle yüzyüze
gelirler. Onlar çağrılarını sürdürürken
günler gelip geçmekte ve çağrılarına çok az bir
insan topluluğu dışında hiç kimse olumlu bir
cevap vermemektedir. Yıllar gelip geçmektedir ama batıl
halâ güçlüdür, batıl yanlıları halâ çoğunluktadır.
Mü'minler ise, sayıca az oldukları gibi, güç açısından
da halâ zayıftırlar.
Zor mu zor bir dönemdir bu. Batıl azıtmakta,
azgınlaşmakta, kudurmakta ve
acımasızlaşmaktadır. Peygamberlerse, yeryüzünde
kendileri için henüz gerçekleşmemiş Allah'ın
vaadinin bekleyişi içindedir. Yüreklerinde kuşkular
kımıldamaya başlamıştır. Bir
yalancı konumuna mı düşecekler ne? Bu dünya hayatında
zafer umma noktasında hiç bir ümit kalmadı mı ne?
Üzüntü, darlık ve sıkıntılar bir
insanın asla güç yetiremeyeceği bir noktaya
ulaşmadıkça peygamberlerin böylesi bir tutum içine
düşmeleri düşlenemez! Bu noktada, bir başka ayeti
daha hatırlıyorum ister istemez: "Sizden önce
gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla birlikte mü'minler:
"Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek
kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar
ve sarsılmışlardı"... Gerek bu ayeti,
gerekse şu an
açıklamasını
yaptığımız ayeti ne zaman okumuşsam, hep
aynı ürpertiyi yaşamışımdır.
Peygamber de bu denli bir noktaya varan o dehşetengiz korkuyu;
ayette sözü edilen türden duyguların satır
aralarında gizli o korkuyu; peygamberi bile bu denli
sarsabilen o çökertici üzüntüyü; peygamberin o andaki
psikolojik durumunu; yaşadığı dayanılmaz
acıları düşlemek tüylerimi diken diken etmiştir
hep...
Karamsarlığın ve üzüntünün iyiden iyiye
çöreklendiği, peygamberlerin bütünüyle dara düştükleri,
tüm enerjilerini son damlasına dek tükettikleri bir andır
bu! İşte tam o anda Allah'ın yardımı tümüyle,
kesinkes ve belirleyici bir biçimde geliverecektir! Evet, işte
tam böylesi bir anda:
"Kendilerine yardımımız erişiverdi de,
dilediklerimiz orta azaptan kurtarıldı, fakat hiç kimse
ağır suçlulardan azabımızı savamaz."
İşte davet konusunda Allah'ın yasası budur.
Sıkıntılar mutlaka olacaktır. Üzüntüler
sonucunda ümitlerin yitirildiği anlar mutlaka olacaktır.
Çabaların, enerjilerin son damlasına varana dek
harcandığı, artık takatin hiç kalmadığı
bir noktaya mutlaka gelinecektir. İnsanların ilgisini
çeken tüm görünürdeki nedenlerden ümit kesildiği anda
Allah'ın yardımı yetişiverecektir.
Allah'ın yardımı gelecek ve kurtuluşu hak
edenleri kurtaracaktır. Onlar, artık
yalanlayanların başına musallat olan mahvolma
tehlikesinden kurtulacaklardır. Zorbaların onlara yönelik
baskı ve sindirme girişimlerinden kurtulacaklardır.
O ağır suçluları, Allah'ın şiddetli
azabı yakıp kavuruverecektir. Allah'ın
şiddetli azabı karşısında ellerinden hiçbir
şey gelmeyecektir. Bu sayede yerle bir olacaklar ve kökleri
kazınacaktır. Hiç kimse, hiçbir yardımcı
onları Allah'ın azabına uğramaktan
kurtaramayacaktır.
Bu, zaferin öyle son derece ucuz olmaması içindir. Zafer
böylesine ucuz olsaydı, dava için çalışmak da
bir çocuk oyuncağı olurdu. Zafer bu denli ucuz
olsaydı, her gün bir yığın sahte dava
adamı türerdi. Mahiyet sıfır ya da çok az olacağı
için, bir yığın insan dava adamı
kesiliverirdi! Oysa İslâm davasının bu denli
anlamsız ya da çocuk oyuncağı olabileceği düşünülemez.
Zira İslâm davasının içeriğinde,
insanlık yaşamı için kurallar ve bir sistem vardır.
Bu davanın sahte dava adamlarından özenle korunması
gerekir. Zira sahte dava adamları, bu davanın
sıkıntılarını omuzlayamazlar. Bu
sebepledir ki, onlar dava için çalışma noktasında
son derece çıtkırıldım tiplerdir. Biraz çalışıp
bu işi göremeyeceğini anladıklarında,
davayı falan bir kenara bırakıverirler.
Dolayısıyla kimin haktan, kimin batıldan yana
olduğunu ayırdetme noktasında, ayetlerde sözü
edilen sıkıntılar sözcüğün tam anlamıyla
bir mihenk taşıdır. Zira bu
sıkıntılara, ancak davalarına gerçekten yapışmış,
gerçekten samimi insanlar katlanabilirler. O insanlar ki,
İslâm davası için mücadele etmekten, her ne olursa
olsun geri kalmazlar. Bu dünyada zafere ulaşamayacaklarını
bile düşünseler, mücadelelerini yılmaksızın
sürdürürler!
İslâm davası, "Bakarsınız şu
yeryüzünde belirli de olsa biraz bir şeyler kazanabiliriz!
Ama baktık ki olmadı, bu işten vazgeçer, daha
çabuk ve daha iyi kazanabileceğimiz başka bir işe
atılırız!" vb. türden hesaplar yapmaya elverişli,
kısa vadeli bir ticaret değildir! Hangi zaman ve hangi
mekânda olursa olsun, Allah'ın dışında bir
otoriteye boyun eğip tabi olmayı yeğlemiş
cahiliye toplumlarında insanları Allah yoluna davet
etmeye soyunan bir kimse, daha işin başındayken
kendisini hiç de rahat bir yolculuğun beklemediğini
kafasına koymalıdır. Kısa vadeli maddi bir
ticaret peşinde olmadığını da
kafasına yerleştirmelidir! Gücü ve parayı
ellerinde bulunduran tağutlarla mutlaka karşı
karşıya geleceğini bilmelidir! O tağutlar ki,
kitleleri dolduruşa getirmeyi, onlara karayı ak,
akı da kara göstermeyi çok iyi becerirler. Onlar ki,
kitlelerin cinsellikleriyle oynayarak; kitleleri bu İslâmcıların
amaçları sizi tüm bu cinsel zevklerden yoksun bırakmaktır
diyerek korkutarak, İslâm davetçilerine karşı
herkesi doldurmakta son derece ustadırlar!.. Yine İslâm
davetçileri, İslâma davetin pek çok zorluğu
omuzlamayı gerektirdiğini, cahili direnişe
karşı böyle bir misyon üstlenmenin birçok sıkıntıya
katlanmayı gerektirdiğini bilmek durumundadırlar.
Her kuşakta gözlendiği üzere, başlangıçta
bu davaya ezilenlerin kitlelerin değil, ancak ve ancak bu
dinin gerçeklerini kendi rahatlarına ve bu dünyanın tüm
nimetlerine yeğleyen bir avuç seçkin insanın
gireceği de unutulmamalıdır. Başlangıçta
bu davayı üstlenen sözkonusu seçkin grubun sayısı
ise, öteden beri hep azdır. Ancak, ama uzun ama kısa süren
bir cihadın ardından Allah, onlar ile toplumları
arasında hak olarak kendi hükmünü verecektir.
İşte o gün kitleler de akın akın
Allah'ın dinine gireceklerdir.
Yusuf kıssasında, -kuyuda, başvezirin evinde,
hapiste- binbir türlü sıkıntıyla
karşılaştık. İnsanların
yardımından umut kesilmesine de değişik biçimleriyle
tanık olduk. Neticede ise, -Allah'ın gerçek vaadine
uygun bir biçimde- mutlu sonun ancak sakınanlar için
sözkonusu olduğunu gördük. Yusuf kıssası,
peygamberlere ilişkin kıssaların bir örneğidir.
Bu kıssa, düşünenler için ibret doludur. Yine bu kıssada
Kur'an'dan önceki kutsal kitaplardaki bilgileri -Hz. Muhammed ile
bu kitaplar arasında doğrudan bir bağ
bulunmamasına karşın onaylama sözkonusudur.
Muhammed'in bu sözleri, düzmece bir sözler dizisi değildir.
Zira uydurmaca sözlerin ne birbirleriyle tutarlılık göstermesine
olanak vardır, ne insanları doğru yola
ulaştırmasına, ne de inanan yürekleri rahatlatıp
merhametle doldurmasına!