O

Yusuf

O

   

101- Rabbim, sen bana egemenlikten pay verdin, beni olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler ile donattın. Ey göklerin ve yerin yaradanı! Gerek dünyada, gerek ahirette tek dayanağım sensin; canımı müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat. "

"Rabbim, sen bana egemenlikten pay verdin.."

Bu anlamda sen beni yönetici kıldın,belirli bir makam ve mevki, mal sahibi yaptın. Bunlar dünya nimetlerinden bana lûtfettiklerindi.

"Beni olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler ile donattın."

Bana olayların nasıl noktalanacağını kestirebilmemi, rüyaları yorumlayabilmemi sağladın. Bu ise, bilgi noktasında bana lûtfettiklerindendi. Tüm bunlar senin nimetlerin, senin lütuflarındı Rabbim! Onları bir bir hatırlıyor, sayıyorum...

"Ey göklerin ve yerin yaradanı!"

Yeri de gökleri de tek bir sözünle yaratıverdin. Bu noktada her şey de senin elindedir. Yer de, gökler de, oralarda yaşayanlar da senin gücüne hiçbir biçimde karşı koyamaz...

"Gerek dünyada, gerek ahirette tek dayanağım sensin.." Tek destekçim, tek yardımcım sensin...

Rabbim, senin lütuflarının, senin gücünün göstergesidir tüm bunlar. Rabbim senden ne yöneticilik, ne sağlık, ne de mal mülk istiyorum! Benim senden istediğim, tüm bunlardan daha kalıcı, daha özenilesi bir şeydir:

"Canımı müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat.."

Böylece makam ve mevki de, yöneticilik de, yeniden buluşma sevinci de, ailenin biraraya gelişi de, kardeşlerinin kaynaşması da hepsi geride kalıp gözden kayboluyor. Tüm görüntü sadece son sahneyle kaplanıyor: Bir kul sade bir birey olarak Rabbine el açmış; O'ndan müslümanlığını ölene dek korumasını, canının müslüman olarak alınmasını; ahirette iyi kullar arasına katılmasını dilemektedir.

Hz. Yusuf son sınavda da mutlak başarısının göstergesidir bu!..

Hz. Yusuf kıssasının bitiminin ardından burada kıssanın değerlendirilmesine ilişkin ayetler başlıyor. Sözkonusu değerlendirmelere, giriş bölümünde surenin tanıtma yazısı sırasında da değinmiştik. Bu değerlendirmelerin yanısıra bilinen bugünün ardındaki bilinmeyen gayba, geçmiştekilerin izlerine, yüreklerin en derindeki köşelerine, evrenin sayfalarına ilişkin esin yüklü turlara, değişik değinilere ve çeşitli yaklaşımlara da yer veriliyor. Bunları suredeki sıralarına göre gözden geçirelim. Bu sıralamanın belirli bir amacı olduğunu da vurgulamamız gerekir.

SONUÇ

Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- doğup büyüdüğü, ardından da peygamber olarak görevlendirildiği toplumda bu kıssa bilinmiyordu. Üstelik, ancak olayı yaşamış kahramanlarca bilinebilecek sırlarla yüklü bir kıssaydı bu. Tüm bu sırlar, tarihin derinliklerine gömülüp gitmiş durumdaydı. Nitekim Allah da surenin başında peygamberine şöyle buyurmuyor muydu?

"Biz bu Kur'an'ı sana vahyetmekle sana kıssaların, eski milletler ile ilgili hikâyelerin en güzelini anlatıyoruz. Oysa daha önce bu hikâyeleri hiç bilmiyordun."

İşte yine kıssanın tamamlanmasının ardından gelen ve de kıssayı noktalayan ayetle, başlangıçtaki sözkonusu ayete gönderme yapılıyor:

102- Ey Muhammed! Bu anlatılanlar, gayba ilişkin haberlerdir, onları sana vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa Hz. Yakub'un oğulları, biraraya gelerek kardeşlerinin tuzak kurmayı kararlaştırdıkları sırada sen yanlarında değildin.

Sana anlatılan sözkonusu kıssalar, senin bilemediğin gayba ilişkin haberlerdir. Ancak biz bunları sana vahiy yolu ile bildiriyoruz. Bunların vahiy oluşunun kanıtı, bunların senin için başlangıçta bir gayb, yani bilinmedik bir olay durumunda bulunmasıdır. Nitekim Hz. Yakub'un oğulları biraraya gelip toplandıklarında, anlaştıklarında, kıssada yer yer sözü edilen tuzakları kurduklarında, sen onların yanında değildin. Onlar, kardeşleri Yusuf'un da babaları Hz. Yakub'un da başına çorap örmüşlerdi. Daha sonra diğer kardeşleri de ellerinden alındığında, sadece kendi başlarının çaresine bakarak, yine yapacaklarını yapmışlardı. Zira bu noktada da, kendi başlarının çaresine bakma adı altında, örülen yeni bir çorap sözkonusuydu. Ayrıca gerek kadınlar, gerekse Hz. Yusuf'u hapse tıkan saray erkânı da Hz. Yusuf'un başına çorap örmüşlerdi. Evet, tüm bunlar olup bitmişti, ama sen bunları onların arasında yaşayıp bizzat görmüş değildin ki, bu denli ayrıntısıyla anlatabilsin! Dolayısıyla bu anlatılanlar, ancak ve ancak bir vahiydir! Nitekim bu sure, kıssanın çeşitli aşamalarında İslâm inancının ve dininin kimi meselelerini açıklığa kavuşturmanın yanısıra, sözkonusu gerçeği kesinkes ortaya koymak üzere indirilmiştir.

İNKÂR VE AZAB

Kıssaların vahyedilmesi, bunların ancak bir vahiy ürünü olabileceği gerçeğinin kesinkes ortaya konması, ayetlerde insanı yürekten etkileyen değiniler ve dikkat çekmeler karşısında insanların bu Kur'an'a iman etmeleri gerekirdi. Zira o insanlar ki Peygamberimizi bizzat görmekte, onu her yönüyle tanımakta ve onu bizzat dinlemekteydiler. Ne var ki, insanların çoğu, inanıp imana gelmezler. Onlar, içinde yaşadıkları evrenin dört bir yanını sarmış bulunan Allah'ın ayetleri karşısında da yine tam bir vurdumduymazlık içindedirler! Allah'ın evrendeki ayetleri karşısında bile, ne dikkat etme gereği duyarlar ne de bunların yüklü olduğu,taşıdıkları anlamları kavramaya çalışırlar! Onlar, karşısında açık duran bir sayfadan yüz çeviren, dolayısıyla da önünde ne bulunduğunu göremeyen bir kimseden farksızdırlar. Bekledikleri nedir acaba? Hiç farkında olmadıkları bir anda, Allah'ın azabının hepsini birden çarpıp götürüvermesini mi bekliyorlar.

 

 

O

 

O