Ayeti Kerime'nin metninde yeralan, "Mübevve" kavramı
güven içinde ikamet edilen yer anlamına gelir. Bu
kavramın "gerçek" kavramı ile beraber
verilmesi ise, oranın güvenli oluşunu
kalıcılığını ve
kararlılığını daha da
artırmaktadır. Nitekim yalan gibi
kararsızlıkla sarsılmayan, iftira gibi
tutarsızlıkları içinde barındırmayan gerçeğin,
kararlılığı ve değişmezliği de
böyledir. Uzun deneyimlerden sonra
İsrailoğulları'nın elde ettikleri bu imkânlar,
gerçekten bir süre güzel bir şekilde değerlendirildi.
Fakat surenin akışı burada onlara değinmiyor.
Çünkü amaç onlar değildir. İsrailoğulları
bir süre bu temiz ve helâl rızıklardan
yararlanmışlardı. Daha sonraları Allah'ın
dininden saptıkları için bu nimetlerden mahrum kılınmışlardı.
Surenin akışı içinde bunlara da yer verilmiyor.
Sadece bir zamanlar beraber oldukları halde daha sonra
ayrılığa düştükleri, hem dinleri, hem
dünyaları konusunda cahilliklerinden, bilgisizliklerinden
değil, kendilerine ilim geldikten sonra ve bu ilim nedeni ile
bu ilmi tutarsız, yanlış yorumlar için kullanmalarından
ihtilafa düştüklerine değiniliyor.
Burada ana konu imanın zaferi, zorbalığın,
azgınlığın mağlubiyeti olduğundan,
surenin akışı içinde bundan sonra
İsrailoğulları'na ne gibi cezalar verildiği,
başlarına nelerin geldiği uzun uzadıya
anlatılmıyor, ilim geldikten sonraki
ayrılıklarının detaylarına inilmiyor. Bu
sayfayı olduğu gibi kapatıyor. Bütün
içindekileri ile beraber kıyamet gününe, hesabı görülmek
üzere Allah'a havale ediliyor: "Şüphe yok ki,
Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri
konularda haklarında hüküm verecektir."
Büyük kıssanın heybeti yine olduğu gibi
duruyor ve son sahnenin etkisi olduğu gibi korunmuş
oluyor.
Böylece Kur'an kıssalarının neden
aktarıldıklarını, her kıssanın en
uygun yerinde verildiğini daha iyi anlıyoruz. Bunlar
sırf anlatılıp geçilen hikâyeler değildir.
Belirli bir plan doğrultusunda ulaştırılan
mesajlar ve dokunuşlardır.
Bundan sonra Hz. Musa'nın kıssasının sonu
ile daha önce anlatılan Hz. Nuh'un kıssası
üzerinde bir yoruma yer veriliyor. Bu yorum Peygamberimize
-salât ve selâm üzerine olsun- yöneltilen bir hitap ile başlıyor.
Burada daha önceki peygamberlerin başına gelenler iyice
belletiliyor. Peygamberlerin hitap ettiği toplumların
onları yalanlamasının nedeni açıklanıyor.
Bu toplumların yalanlama nedeni, mucizelerin ve apaçık
delillerin eksikliği değildir. Yüce Allah'ın daha
önceki yalancılara ilişkin bir yasasıdır bu.
Yüce Allah'ın insanın yaradılışında
yürürlüğe koyduğu bir yasadır. İnsan buna göre
iyiliği ve kötülüğü, doğru yolu veya sapık
yolu tercih etme yeteneklerine sahiptir... Bu arada bir de Hz.
Yunus'un kıssasına ve tam Allah'ın
cezasının gönderilmek üzere olduğu bir
sırada iman eden toplumun ve Allah'ın
cezasının bu nedenle üzerlerinden kalktığı
kıssasına özet bir şekilde işaret ediliyor.
Bu belki fırsat ellerinden alınmadıkları bir
sırada, yalanlayıcılara fırsatı
değerlendirme imkânı verebilirdi... Bu yorumda son
olarak kıssaların hepsinden alınması gereken
ders özet halinde veriliyor: Yüce Allah'ın önceki
milletler için geçerli olan yasası sonraki milletler için
de geçerlidir. İlahi mesajı yalanlayanlar için, Allah'ın
cezası ve yok oluş vardır. Peygamberlere ve onlarla
birlikte olan mü'minlere ise, kurtuluş ve mükafat vardır.
Bu Allah'ın kendisi için belirlediği bir gerçektir. Değişmeyen
ve sapmayan sürekli geçerli bir yasadır: