Hz. Musa'nın Firavun'a ve hanedanına getirmiş
olduğu mucizeler A'raf suresinde açıklanan dokuz
mucizedir. Ne var ki, onlar burada belirtilmiyor ve
detaylarına inilmiyor. Çünkü burada konunun akışı
bunlara dalmayı gerektirmiyor. Bunların özet halinde
verilmesi yeterli oluyor. Burada önemli olan Firavun ve hanedanının
Allah'ın ayetlerini (mucizelerini) nasıl
karşıladığıdır:
"Ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu
bir toplum oldular." "Bizim tarafımızdan gönderilen
gerçek onlara ulaşınca."
Evet... "Bizim tarafımızdan"
sınırlandırması ile... Böylece onlar, Allah
katından gelen bu gerçek hakkındaki sözleriyle nedenli
iğrenç bir cinayet işlediklerini kavrayabilsinler:
"Bu apaçık bir büyüdür" dediler.
Bu derece şımarıkça ve pekiştirici ifade
ile... hem de hiçbir delile dayanmadan... "Bu apaçık
bir büyüdür" dediler. Sanki bu bütün asırlar
boyunca yalanlayıcıların birbirinden öğrendikleri
tek bir cümledir. Surenin girişinde belirtildiği gibi
yer ve zaman uzaklığına ve Hz. Musa'nın
getirdiği mucizeler ile Kur'an mucizesi arasındaki
uzaklığa rağmen, Kureyş müşrikleri de
aynen onlar gibi davranmışlardı!
"Musa onlara, `Size gelen gerçek için böyle mi
diyorsunuz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler iflah
olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi.
Hz. Musa'nın olumsuzluk ifade eden birinci sorusunda gizli
kalan şey, ikinci sorusunda ortaya çıkmıştır.
Sanki Hz. Musa onlara şöyle demiştir: Size geldiği
zaman gerçeğe: "Bir büyüdür" mü diyorsunuz? Bu
bir büyü müdür?" Birinci soruda gerçeğin büyü
olarak nitelendirilmesi yadırganıyor. İkinci soruda
ise, herhangi bir insanın gerçek için, `bu büyüdür'
demesine hayret ediliyor. Çünkü büyü, insanlara doğru
yolu göstermeyi amaçlamaz. Bir inanç sistemi öngörmez.
İlahlık ve yaratılanlar ile yaratıcı
arasındaki ilişkiler konusunda belli bir düşünce
sistemi getirmez. Hayat için sistemli-düzenli bir programı
kapsamaz. Dolayısıyla büyü ile gerçek karışmaz,
karıştırılmaz. Büyücüler de bu tür
amaçlara varmak, buna benzer yönelişleri gerçekleştirmek
için hiçbir eylemde bulunmazlar! Onların bütün marifeti
hokkabazlık ve göz boyamadır.
İşte burada Firavun'un ileri gelen adamları
kendilerini Allah'ın ayetlerine teslim olmaktan alıkoyan
gerçek etkenleri açıklıyorlar:
"Musa'nın soydaşları dediler ki; "Siz
ikiniz, bizi atalarımızdan miras
aldığımız inanç ve geleneklerden
vazgeçiresiniz ve yörede egemenliği ele geçiresiniz diye
mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız."
Demek ki onların korkuları, atalarından miras
aldıkları geleneksel inançlarının
sarsılmasıdır. Çünkü bu inançlar onların
ekonomik ve siyasal düzenlerinin altyapısını
oluşturuyorlardı. Yani onların korkusu yeryüzündeki
iktidarlarının ellerinden alınmasıydı. Ki
onların bu iktidarları da, atalarından
devraldıkları mitolojik inançlarına
dayanıyordu.
Peygamberlerin çağrılarına karşı çıkmanın
eskiden olduğu gibi şimdi de temel nedeni budur.
İşte bu nedenle mevcut statükoyu ellerinde bulunduran
azgınlar, ilahi mesajlara karşı direnmişler,
onları reddetmek için çeşitli mazeretler
bulmuşlar, bu yola davet edenlere en iğrenç ithamlarda
bulunmuşlar, bu çağrılara ve davetçilere karşı
koymak için her türlü kötülük yoluna başvurmuşlardır.
Onların karşı çıkış nedeni, "yeryüzü
egemenliğinin" ellerinden alınmasıdır. Bu
egemenliğin alt yapısını oluşturan
tutarsız inançlardır. Diktatörler bu tutarsız
inançları bütün çelişkilerine, bütün bozukluklarına,
bütün kuruntularına ve saçmalıklarına
rağmen kitlelerin kalplerinde muhafaza etmeye ve orada bu
inançları dondurup-taşlaştırmaya özen
gösterirler. Zira kalplerin sağlıklı-tutarlı
bir inanç sistemine açılması, okulların yeni bir
ışıkla aydınlanması, geleneksel
değerler karşısında büyük bir tehlike oluşturur.
Bu diktatörlerin (Allah'ın belirlediği yaşam
tarzını tanımayan ve uygulamayanların) konumu
ve kitlelerin kalplerindeki korkuları
karşısında büyük bir tehlikedir. Bu korkunun
zeminini hazırlayan ve ona destek sağlayan kurallara,
ilkelere karşı ciddi bir tehlike meydana getirir. Yani
onlar, insanların Allah'tan başka ilahlara kulluk
yapmaları üzerinde kurulu egemenliklerinin, iktidarlarının
yitirilmesi endişesini taşıdıklarından,
bu ilahi mesajlara karşı koyuyorlar! Bütün
peygamberlerin elleriyle gerçekleştirilen "İslâm
çağrısı", ilahlık yetkisini yalnız
alemlerin Rabbi olan Allah'a vermeyi, ilahlığın
özelliklerini ve haklarını kendilerinde gören ve bu
hakları insanların hayatına uygulayan sahte
ilahları temizlemeyi ana hedef olarak kabul etmiştir.
Halk kitlelerini kendilerine boyun eğdiren bu sahte ilahlar,
elbette ki gerçek ve doğru olan sözün, bu halk kitlelerine
ulaşmasına izin verecek değillerdi! İslâmın
öngördüğü bir şekilde yalnız alemlerin Rabbi
olan Allah'ın ilahlık yetkisine sahip olduğunun
genel bir ilke olarak ilan edilmesine, kulların kullara
kulluktan kurtarılmasına ve özgürlüğe
kavuşturulmasına katlanamazlardı. Böyle kapsamlı
ve evrensel bir mesajın halk kitlelerine ulaşmasına
göz yumamazlardı. Çünkü onlar, bu mesajın kendi
ilahlıklarına karşı bir devrim,
iktidarlarına karşı bir inkılâb ve
egemenliklerinin sonu anlamına geldiğini, bununla,
insanların insana yakışır, onurlu özgürlük
atmosferine gireceklerini biliyorlardı!
Nerede ve ne zaman ki, alemlerin Rabbi olan Allah'a davet eden
insanlar çıkmış, eskiden olduğu gibi bugün
de onlara karşı çıkanlar iktidar endişesi ile
karşı çıkmışlardır!
Kureyş'in zeki adamları Hz. Muhammed'in -salât ve
selâm üzerine olsun mesajındaki gerçekliği ve yüceliği
kendi şirk inançlarındaki
tutarsızlığı ve bozukluğu görmekte yanılacak
değillerdi. Fakat onlar efsaneler ve geleneklerden
oluşan bu inançlarına dayalı bulunan geleneksel
statükoyu ve konumlarını yitirme endişesi
taşıyorlardı. Nitekim daha önce de Firavun
milletinin ileri gelenleri yeryüzü iktidarlarını
yitirme endişesine kapılmışlar ve şu sözlerde
küstahlıklarını göstermişlerdi:
"Biz size kesinlikle inanmayacağız."
FİRAVUN VE BÜYÜCÜLERİ
Burada Firavun ve ileri gelen adamları büyü hikâyesini
tutturmaya çalışıyorlar. Büyük bir ihtimalle
onlar, bu yolla kitleleri aldatmayı planlıyorlar. Bu amaçla
büyücülere imkânlar tanıyarak ortaya koymuş
oldukları büyülerle Hz. Musa'ya ve onun elinde bulunan dış
görünüş açısından da büyüye benzeyen
mucizelerine meydan okumak istiyorlar. Amaç olarak böyle bir
girişimden, "Musa da mahir ve usta bir büyücüden başka
bir şey değildir" sonucunu çıkarmayı düşünüyorlar.
Eğer bu oyunları tutarsa, etkinliğini yitirmesinden
korktukları geleneksel inançlarına ve daha önemlisi
yeryüzündeki iktidarlarına yönelik korku ve endişeleri
sona erecekti. Bizim tercihimize göre onların büyük bir
tehlikenin varlığını hissettikten sonra böyle
bir büyü şenliğine başvurmalarının gerçek
etkenleri, Hz. Musa'yı bu yolla milletin gözünden düşürmeyi
planlamalarıydı: