O |
Yunus
|
O |
|
61- Ne ile uğraşırsan uğraş.
Kur'an'dan hangi parçayı okursan oku, hangi işi
yaparsanız yapınız, işinize
daldığınızda mutlaka
davranışlarınızın tanığı,
gözeticisiyiz. Ne yerde ve ne de gökte bulunan zerre ağırlığınca
bir şey Rabbinizden saklı kalmaz. Gerek bundan daha küçüğü
ve gerekse daha büyüğü mutlaka apaçık bir Kitap'ta
yeralır.
62- Haberiniz olsun ki, Allah'ın dostlarına korku
yoktur, onlar hiç üzülmeyeceklerdir de.
63- Onlar Allah'a inanmış ve kötülüklerden sakınmışlardır.
64- Onlar için dünya hayatında da ahirette de müjde
vardır. Allah'ın verdiği sözlerin değişmesi
sözkonusu değildir. Büyük kurtuluş, büyük başarı
işte budur.
65- Kafirlerin sözleri sakın seni üzmesin. Çünkü
üstünlük tümü ile, Allah'ın tekelindedir. O, her
şeyi işiten ve her şeyi bilendir.
66- Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde kimler varsa hepsi
Allah'ındır. Allah'ı bir yana bırakarak
putlara tapanlar aslında bu düzmece ortaklara uymuyorlar;
sadece sanıya, dayanaksız bilgiye uyuyorlar, sırf
asılsız hayallerin peşinden gidiyorlar.
67- Geceyi dinlenmenize elverişli ve gündüzü aydınlık
yapan O'dur. Hiç şüphesiz bu sözlerde, onlara kulak
verenler için birçok ibret dersi vardır.
Bu bölümde yeralan birinci ayetin ortaya koyduğu Allah
bilinci:
"Ne ile uğraşırsan uğraş,
Kur'an'dan hangi parçayı okursan oku, hangi işi
yaparsanız yapınız, işinize
daldığınızda (Hızlı bir şekilde
çalışarak, meşgul olarak dalıp
gittiğinizde.) mutlaka
davranışlarınızın tanı ı gözeticisiyiz."
Hem huzur verici, hem ürpertici, hem sevindirici ve hem de
korkutucu bir bilinçtir. Herhangi bir iş ile meşgul
olurken Allah'ın kendisi ile beraber işini gözettiğini,
işinin başında hazır bulunduğunu... Bütün
büyüklüğü (azameti), bütün heybeti, bütün ihtişam
ve bütün kuvveti ile kendisini gözlemlediğini kavrayan bu
insan denen yaratığın hali ne olur acaba? Bu
evrenin yaratıcısı olan Allah'ın kendisini gözetlemesi
ona basit mi gelir? Bütün evrenin dizginini elinde bulunduran
Allah'tan ürpermez ve O'nun karşısında erimez mi?
Yüce Allah bu insan denen varlıkla beraberdir. Allah'ın
yardımı onu elinden tutmaz ve korumazsa, o şu feza
boşluğuna fırlatılmış bir zerreden
öte bir değer ifade edemez! Evet bu gerçekten ürpertici
bir bilinçtir! Bununla beraber sevimli ve huzur veren bir
bilinçtir. Fezaya fırlatılan bu zerre korumasız,
yardımsız ve desteksiz olarak
bırakılmış değildir... Allah onunla
beraberdir:
"Ne ile uğraşırsan uğraş,
Kur'an'dan hangi parçayı okursan oku, hangi işi
yaparsanız yapınız, işinize
daldığınızda mutlaka
davranışlarınızın tanığı,
gözeticisiyiz."
Bu sadece kuşatıcı bir bilgi değildir.
Bilginin yanında kuşatıcı bir korumanın
ve kuşatıcı bir gözetmenin ifadesidir:
"Ne yerde ne de gökte bulunan zerre ağırlığında
bir şey Rabbinizden saklı kalmaz. Gerek bundan daha küçüğü
ve gerekse daha büyüğü mutlaka apaçık bir Kitap'ta
yeralır."
İnsanın hayali, yerde ve gökte yüzmekte olan ve
yüce Allah'ın bilgisiyle beraber bulunan zerreciklerle
genişleyip gidiyor. Bundan daha küçük varlıklar da,
daha büyükleri de, Allah'ın ilminde kontrol altında
bulunuyor... İnsanın hayatı daha fazla ürperiyor
ve dehşete kapılıyor. Saygı ve
takvasından dolayı kalp teslimiyet gösteriyor. Korku ve
ürperti içinde iman devreye giriyor. Titremekte olan kalp,
Allah'a yakın olmanın sevinciyle huzura kavuşuyor.
İşte bu sevginin gölgesinde, bu yakınlığın
huzur ortamında apaçık ilan geliveriyor:
"Haberiniz olsun ki, Allah'ın dostlarına korku
yoktur, onlar hiç
üzülmeyeceklerdir de."
"Onlar Allah'a inanmış ve kötülüklerden sakınmışlardır."
"Onlar için dünya hayatında da, ahirette de müjde
vardır. Allah'ın verdiği sözlerin değişmesi
sözkonusu değildir. Büyük kurtuluş, büyük başarı
işte budur."
Bu şekilde bütün işlerinde, eylemlerinde,
hareketlerinde ve duruşlarında Allah onlarla beraber
olduğu halde, Allah'ın dostları nasıl korkuya
kapılır veya üzülürler? Çünkü onlar Allah'ın
dostlarıdırlar. O'na iman ederler, O'ndan korunurlar,
gizli-açık her yerde O'nun kontrolü altında
olduklarını bilirler:
"Onlar Allah'a inanmış ve kötülüklerden sakınmışlardı."
Onlar Allah'ın dostları oldukları için ve
sürekli olarak O'nunla ilişki içinde oldukları halde
neden korksunlar, neden üzülsünler? Neye üzülsünler? Neden
korksunlar? Çünkü hem dünya hayatında, hem de ahirette müjde
onlarındır. Bu değişmeyecek olan Allah'ın
gerçek sözü, taahhüdüdür:
"Allah'ın verdiği sözlerin değişmesi
sözkonusu değildir." "Büyük kurtuluş, büyük
başarı işte budur."
Burada kendilerinden söz edilen Allah'ın dostları,
gerçek anlamda iman eden mü'minler, gerçek anlamda takva sahibi
muttakilerdir. İman ise, kalpte iyice yerleşen ve
eylemle desteklenen bir gerçektir. Eylem ise, Allah'ın
emrettiklerini yerine getirmek, Allah'ın
yasakladıklarından kaçınmaktır. Allah'ın
dostu olmayı bu şekilde anlamamız gerekir.
Sıradan halkın anladığı şekilde
değil! Çünkü halk deli-divane kimselere, "veli"
demektedir.
Allah'ın dostlarına ilişkin bu koruma ve himaye
etmeye bağlı olarak yüce Allah, Peygamber'e -salât ve
selâm üzerine olsun- hitap etmektedir. Çünkü peygamber Allah,
dostlarının en önde gelenidir. Böylece O'nu yalanlayıcılar
ve iftiracılara karşı huzura kavuşturmuş
olmaktadır. Zira o sırada iftiracılar ve
yalanlayıcılar, güç ve mevki sahibi idiler.
"Kâfirlerin sözleri sakın seni üzmesin. Çünkü
üstünlük tümü ile, Allah'ın tekelindedir. O, her
şeyi işiten ve her şeyi bilendir."
Burada, izzet ve şeref yalnız Allah'a tahsis ediliyor.
Başka yerlerde olduğu gibi, bu izzet ve şeref
peygamberi ve mü'minleri de kapsayacak kadar geniş
tutulmuyor. Çünkü burada sözkonusu olan, yüce Allah'ın
dostlarını korumasıdır. Bu nedenle izzetin
tamamı, Allah'a tahsis ediliyor. Aslında gerçekten de
izzet yalnız Allah'ındır. Peygamber ve mü'minler
de izzetlerini O'nun izzetinden alırlar. Geriye kalan bütün
insanlar ise bu izzetten yoksundurlar. Kureyş'in büyüklük
taslayan müşrikleri de bu konuda diğer insanlar
gibidirler. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- ise,
Allah'ın kendi dostlarına bahşettiği ilahi
himaye altındadır. Onların dediklerine üzülmez.
Çünkü Allah onunla beraberdir. Ve O, her şeyi işiten
ve her şeyi bilendir. Onların sözlerini işiten,
tuzaklarını bilen, kendi dostlarını, düşmanın
sözlerinden ve tuzaklarından koruyandır. Göklerdeki ve
yerdeki herkes; insan olsun, cin olsun, melek olsun, göklerde ve
yerde bulunan herkes günahkârları, isyankârları ve
takva sahipleriyle herkes O'nun elindedir. Yaratıkları içinde
güç ve kudret sahibi herkes, O'nun otoritesi ve hakimiyeti altındadır:
"Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde kimler varsa hepsi
Allah'ındır."
Burada bir hikmete bağlı olarak metinde, "Şey-nesbe"
anlamına gelen "mâ" kullanılmamış,
"kim" anlamına gelen, "men"
kullanılmıştır. Çünkü burada amaç,
güçlü varlıkların da diğer güçsüz varlıklar
gibi, yüce Allah'ın emrinde olduğunu ortaya
koymaktır. Bu nedenle anlatım aynı düzeyde sürmüştür:
"Allah'ı bir yana bırakarak putlara tapanlar,
aslında bu düzmece ortaklara uymuyorlar."
Bu ortak olarak kabul edilen varlıklar, aslında hiçbir
şeyde Allah'ın ortakları değillerdir. Onlara
tapanlar da, onların Allah'ın ortakları
olduklarını sadece sanıyorlar, kesin bir bilgileri
yoktur:
"Sadece sanıya, dayanaksız bilgiye uyuyorlar,
sırf asılsız hayallerin peşinden gidiyorlar."
(Ayetin aslında, "Yahrusun" kavramı;
"Sezgilerine ve tahminlere göre sanıyorlar. Kesin bilgi
ve gözleme dayanmıyorlar' demektir.)
Az ilerde sürekli tekrarlandıkları için insanların,
habersiz oldukları ilahi kudretin bu evrendeki
manzaralarına ilişkin bazı alanlarına, dikkati
çekilmektedir:
"Geceyi dinlenmenize elverişli ve gündüzü
aydınlık yapan O'dur. Hiç şüphesiz bu sözlerde,
onlara kulak verenler için birçok ibret dersi vardır."
Geceyi insanların istirahat edeceği bir zaman dilimi
olarak yaratan ve gün düzü aydınlık kılan,
durdurma ve harekete geçirme gücüne sahip olan Allah'tır.
İnsanları yönlendirerek harekete geçiren, insanlara
göz veren ve görmelerini sağlayan O'dur... Hareketin ve
durdurmanın dizginlerini elinde tutan O'dur.
İnsanların hepsine gücü yeten, insanlar içindeki
dostlarını korumaya gücü yeten O'dur... Şüphesiz
O'nun elçisi olan Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun-
ve onunla birlikte olan müslümanlar, Allah dostlarının
en önde gelenleridir:
"Hiç şüphesiz bu sözlerde, onlara kulak verenler
için birçok ibret dersi vardır."
Kulak verenler ve işittiklerini düşünenler için..
Kur'an-ı Kerim'in metodu, ilahlık (uluhiyet) ve
kulluk (ubudiyet) konularından söz ederken çoğu zaman
kâinattan aldığı manzaraları kullanır.
Çünkü bu evren, varlığı ve manzaraları ile
fıtrata seslenen bir şahittir. Onun bu dile
gelişini fıtrat reddedemez. Kur'an'ın metodu
insanlara, bu dünya hayatlarında ve gözleriyle gördükleri
bu evrenle ilişkilerinde görülen ahenk ve uyumla da hitab
eder.
Gerek içinde rahata kavuştukları geceler, gerekse
etraflarını görmelerini sağlayan gündüz,
insanların hayatları ile sıkı ilişkileri
bulunan evrensel iki realitedir. İki olaydır. Bu
evrendeki dehşet verici olayların insanların
hayatları ile ahenk içinde bulunduğu;
araştırmada ve bilim'de derinleşenlerin
rahatlıkla algılayabildikleri bir gerçektir. Çünkü
onların içlerinde bulunan fıtratları, bu evrenle
gizli bir diyalog içindedir! Onunla anlaşmaktadır!
Böylece anlaşılıyor ki, "Modern
Bilimler" ortaya çıkmadan önce insanlar bu evrenin
dilinden habersiz değillerdi! Onlar yapıları
gereği olarak bu dili anlıyorlardı. Bu nedenle her
şeyden haberi olan, her şeyi bilen yüce Allah, bunca asır
önce bu dille onlara hitabetmiştir. Bu dil, bilginin
yenilenmesiyle yenilenen bir dildir. İnsanlar bilgide
(marifet) ilerledikçe, onu daha iyi anlayacaklardır. Yeter
ki, kalplerini iman ile açmış ve bu ufuklara
Allah'ın nuru ile bakmış olsunlar!
Ortaklar koşmak suretiyle iftira etmek, yüce Allah'a
çocuk isnad etmek şeklinde gerçekleşebilir. Nitekim, müşrik
Araplar meleklerin Allah'ın kızları
olduklarını sanıyorlardı.
Bu dersin sonunda, bu türden bir şirk ve iftiradan söz
eden bir halka yeralıyor. Bu halka, Kur'an'ın metoduna
bağlı olarak dünyada delil getirmekle başlıyor
ve ahirette azap ile sona eriyor:
|
|
O |
|
O |
|