İnsan gerçekten tuhaf bir yaratıktır. Ancak
dara düşünce Allah'ı hatırlar. Ancak felâket
anlarında fıtratına döner, fıtratının
etrafını kuşatan pisliklerden ve
sapıklıklardan silkinir. Güvene kavuştuğunda
yapacağı şey; ya unutmak ya da isyan etmektir...
İşte insanın karakteri budur. Ancak, doğru
yola girenin fıtratı; her an temiz, canlı, müsbet
ve sürekli olarak iman cilası ile pırıl
pırıldır.
"İnsanların başlarına gelen
sıkıntılardan sonra kendilerine bir rahmet, bir
rahatlık tattırdığımızda
bakarsın ki, ayetlerimize karşı hemen tuzak
kurarlar."
Firavun'un kavmi de Hz. Musa'ya karşı böyle yapmıştı.
Ne zaman başlarına bir felâket gelmişse, O'ndan
yardım dilemişler ve içinde bulundukları
sapıklıktan vazgeçeceklerine söz vermişler.
Allah'ın rahmeti ile bu felâketi atlattıklarında
Allah'ın ayetlerine karşı (mucizelerine) oyun
oynamışlar ve onları olduğundan başka
şekilde yorumlamışlardır. "Ancak şu
şu nedenlerden d olayı bu beladan kurtulduk"
demişlerdir. Kureyşliler de aynı şekilde
davrandılar. Kıtlık geldiğinde yokolmaktan
korktular. Hz. Muhammed'e geldiler. Allah'a dua etmesi için
yalvardılar. O da, dua etti. Duası kabul oldu.
Yağışlar imdada yetişti... Fakat Kureyş
yine de, Allah'ın ayetine karşı oyun oynadı.
Eski halini sürdürmeye devam etti! İman insanı
korumadığı sürece, bu her zaman görülebilecek
bir olaydır.
Sizin oyunlarınızın hiçbiri ondan gizli değildir.
Ve o hiçbir şeyi de unutmaz. Fakat bu elçiler kimlerdir?
Nasıl yazarlar? İşte bu, ele
aldığımız ayetlerin açıklamaları
dışında, hakkında hiçbir şey
bilmediğimiz gayb konularından biridir. Bu ayetlerde
bize bildirilen apaçık gerçeğe hiçbir şey ilave
yapmadan ve onu başka şekilde yorumlamadan (tevil) kabul
etmeliyiz.
Sonra o canlı sahne geliyor. Bu sahne içinde yaşıyor,
gözlerimizle seyrediyor, izliyor ve kalbimiz onunla çarpıyormuşcasına
sunulmuştur. Sahne, harekete ve durgunluğa egemen olan
ve kontrol eden kudreti vurgulayarak başlıyor.
"Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'dır."
Zaten bu surenin tamamı evrenin bütün güçlerine egemen
olan bu kudreti vurgulamaya çalışmaktadır.
Şimdi de kendimizi daha yakın bir sahnenin önünde
buluyoruz:
"Bir gemide olduğunu."
İşte önümüzde gemi. Ortalık rahat içinde.
"Hoş bir meltem yolcuları götürüyor."
İşte gemidekilerin duyguları! Biz onları
anlıyoruz.
İşte tam bu güven ve rahat ortamında, bu
sevincin her tarafı kuşattığı bir
sırada fırtına kopuyor. Refah, güven ve sevinç
içinde yolculuk yapanları kıskıvrak
yakalayıveriyor:
"Tam o sırada gemi bir kasırga ile
karşılaştı."
Aman Allah'ım ne dehşet şey!
"Yolcuları, her taraftan dalgalarla sarıldı."
Geminin içi birden matemle doluyor. İçindekileri çalkalıyor,
sarsıyor. Dalga, gemiyi sanki tokatlıyor;
kaldırıyor, indiriyor. Yerde sürüklenen bir tüy gibi,
onu sürükleyip götürüyor... İşte gemideki yolcular!
Paniğe kapılmışlar, kurtulma ümitlerini
yitirmişler!
"Ve çepeçevre kuşatıldıklarını
sandıkları zaman."
Kurtuluş yolu yok!
İşte ancak o zaman ve insanı her taraftan
kuşatan korku ortamında fıtratları, kendisine
bulaşan pisliklerden arınıyor, kalpleri silkinerek
etrafını karartan düşüncelerden kurtuluyor. Temiz
ve asil olan fıtratları, Tevhid ile yalnız Allah'a
samimi bağlılık ile çarpmaya başlıyor:
"Sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir
bağlılıkla O'na şöyle yalvarırlar:
"Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan, kesinlikle
şükredenlerden olacağız." Fırtına
diniyor. Dalga diniyor, deniz duruluyor. Yürekleri ağızlarına
gelen
insanlar sakinleşiyor. Hoplayan kalpler sükunete kavuşuyor.
Gemi güven içinde sahile yanaşıyor. İnsanlar
artık hayata kavuştuklarına, ayaklarının
karaya bastığına inanıyorlar. Peki sonra ne
oluyor?
"Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır
kurtarmaz, hemen yeryüzünde haksız yere
taşkınlıklara dalarlar."
İşte bu şekilde aniden ve birden bire!
Bu gerçekten mükemmel bir sahnedir. Hiçbir hareketini,
hiçbir duygusunu kaçırmış değildir... Bu bir
olayın manzarasıdır... Fakat bütün nesiller
boyunca insanların çoğunluğunu oluşturan bir
insan tipinin, bir karakterin ve bir ruh halinin
manzarasıdır... Bu nedenle arkasından gelen
değerlendirmede, bütün insanlara uyarıda bulunuluyor:
"Ey insanlar yapacağınız
taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir."
Bu zulüm, isterse kişinin kendisini tehlikeye atarak,
isterse günah, pişmanlık ve hüsrana uğrayan
kafilenin içine atılmakla gerçekleşen bir zulüm olsun
veya isterse insanlara yönelik bir zulüm olsun farketmez.
Bütün insanlar bir tek kişi gibidir. Zalimler ve
onların zulümlerine isteyerek katlananlar, kendi kişiliklerinde
cezalarını çekeceklerdir.
Zalimliğin, taşkınlığın en
çirkini ve iğrenci, yüce Allah'ın uluhiyetine
karşı yapılan taşkınlıkta, Rububiyet,
otorite ve hakimiyeti gasbetmekde ve insanlar içinde bunu
uygulamaya sokmakda somutlaşır.
İnsanlar bu taşkınlığı
yaptıklarında, ahiret yurdunda onun cezasını
çekmeden önce dünya hayatında cezasını çekerler.
Onlar bu zalimliklerinin cezasını, hayatta her
şeyin bozguna uğraması ve herkesin O'ndan kötü
yönde etkilenmesi şeklinde tadarlar. Öyle ki, ondan zarar
görmeyen hiçbir insanlık değeri, hiçbir onur, hiçbir
özgürlük ve hiçbir fazilet (değer) kalmaz.
İnsanlar ya samimiyet ile Allah'a boyun eğer, O'na
bağlanırlar ya da azgınlar onları kendilerine
kul yaparlar. Yeryüzünde yalnız Allah'ın rububiyetini
yerleştirme uğrunda verilen mücadele; insanlık,
özgürlük, insanın onuru ve erdemi uğrunda verilen mücadelenin
kendisidir. İnsanın esaret zincirinden,
ataklığın pisliğinden, onurunun
kırılmasından, toplumun bozgunculuğundan ve
hayatın basitliğinden kurtulmasını
sağlayacak bütün kutsal değerler uğruna verilen
bir mücadeledir!