13- İnsanlara, elçilerin geldiği şu kent
halkını misal olarak anlat.
14- Biz onlara iki elçi gönderdik, onları
yalanladılar, biz de elçileri üçüncü biriyle destekledik.
Onlar "biz size gönderilen elçileriz" dediler.
15- Kentliler dediler ki; "siz de bizim gibi insansınız.
Rahman'da bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.
"
16- Elçiler dediler ki; "Rabb'imiz bilir ki, biz size
gönderilmiş elçileriz. "
17- Bizim üzerimize düşen, yalnızca açıkça
duyurmaktır.
18- Kentliler dediler ki; "doğrusu biz sizin yüzünüzden
uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten
vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size
acı bir azab dokunur. "
19- Elçiler dediler ki; "uğursuzluk kendinizdendir.
Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi oldu?
Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz."
Kur'an kasaba sakinlerinin kimler olduğunu ve o
kasabanın nasıl bir yer olduğunu belirtmiyor. Bu
konudaki rivayetler birbiri ile aynı değildir.
Dolayısı ile bu rivayetlerin arkasına
takılıp da koşmanın bir yararı yoktur.
Kur'an'ın o kasabayı açıklamayışı,
kasabanın adını ve yerini belirtmeyişi, bunun
vereceği derse ve mesaja bir güç katmayacağına
delildir. Bundan dolayı kasabanın adı ve yeri
belirtilmemiş, doğrudan ibretin özüne ve esasına
geçilmiştir. Yüce Allah bu kasabaya iki elçi gönderir. Tıpkı
Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun'u -selâm üzerlerine olsun-
Firavun ve onun burjuvasına gönderdiği gibi, bu kasaba
halkı gelen elçileri yalanlarlar. Bunun üzerine yüce
Allah, bu iki elçiyi bir üçüncüsünü göndererek takviye
etti. O da kendisinin ve o iki elçinin yüce Allah'ın
katından gelen elçiler olduklarını vurgular. Ve
üç elçi de davalarını sunarak çağrılarını
yenilerler:
"Onlar; `Biz size gönderilen elçileriz' derler."
Burada kasaba halkı; onlara peygamberler ve peygamberlik
tarihinde tekrarlana gelen itirazların aynısı ile
karşı gelirler..
"Kentliler dediler ki; siz de bizim gibi
insansınız. Rahman da bir şey indirmemiştir.
Siz sadece yalan söyl
üyorsunuz."
Peygamberlerin insan olmasına karşı
tekrarlanıp duran bu itirazda peygamberin görevini
bilmemenin yanında, düşünce ve algılamanın
da ne kadar sığ ve basit olduğu apaçık görülmektedir.
İnsanlar daima öteden beri peygamberin kişiliğinde
gizemli bir sır olduğunu onun ve
yaşantısının mitolojilerin ardında gizli
olacağını tahmin ediyorlardı. O kişi göğün
yeryüzüne gönderdiği peygamber değil midir? O halde
onu ütopik efsanevi perdeler nasıl olur da perdelemez? Bir
peygamber nasıl olur da, sade, açık, sır ve
gizemden uzak bir kişilik sahibi olur? Çarşılarda,
pazarlarda ve evlerde benzerlerine hep rastlanabilen normal
kişilik sahibi bir insan, nasıl olur da peygamber
olabilir?
İşte düşünce basitliği ve
sığlığı buna denir. Sır ve muammalar
peygamberlik ve elçiliğin ayrılmaz niteliği
değildir ki. Peygamberlik gerçeği böylesine basit ve
çocukça değildir. Ortada büyük ve dehşet dolu bir
gerçek vardır. Fakat bu korkunç gerçek, yalın ve
yaşanılan hayat içinde canlanmaktadır. Bu gizemli
gerçek şu insanlar arasından birine -Yüce Allah
kendisini bu hayret verici vahyi alması için seçtiği
zaman- göğün vahyini alabilecek ilâhi yeteneğin
verilmesidir. Bu bir peygamberin onların teklifi gibi melek
olmasından çok daha ilginçtir.
Peygamberlik, insanların yaşayacağı ilâhi
bir sistemdir. Peygamberin hayatı, bu ilâhi sistem uyarınca
yaşanacak bir hayatın somut örneğidir. Peygamberin,
içinde yaşadığı insanları uymaya çağırdığı
örnek... Bunlar insandır. O halde bu peygamberlerin, onlara
uyacakları örnek bir hayatı sunabilmesi için, insan
olmaları kaçınılmazdır. Bundan dolayı
Resulullah'ın hayatı ümmetinin gözleri önüne
sergilenmiş bulunuyordu. Yüce Allah'ın ebedi
Kitabı Kur'an bu hayatın belli başlı
özelliklerini en küçük ayrıntıları ve
olayları ile kaydeder. Çünkü onun hayatı yüzyıllar
ve çağlar boyu ümmetinin gözleri önüne serilmiş bir
sayfa niteliğindedir. Resulullah'ın kişisel ve aile
yaşantısı sözünü ettiğimiz
ayrıntılara birer örnektir. Hatta Kur'an, zaman zaman
onun kalbinden geçirdiği bazı duygu ve düşüncelere
bile yer verir. Ki, bunları gelecek nesiller öğrensinler
ve bu örneklerde kendileri gibi bir insan olan şu
Peygamber'in kalbini görsünler...
Fakat işin tuhafı açık aynı zamanda
insanın kavramasına ve mantığına uygun
olan bu gerçek insanoğlu tarafından itiraza konu
olmuştur.
Şu kasaba halkı kendilerine gönderilen üç elçiye "Siz
de bizim gibi insansınız." derler. Yani siz
Allah elçisi değilsiniz demek istemektedirler. "Rahman
da bir şey
indirmemiştir."
Yani size
indirdiğini iddia ettiğiniz vahyin ve bizi çağırdığınız
davanın asli yoktur. "Siz
sadece yalan söylüyorsunuz" Yalan
söylüyor ve peygamber olduğunu iddia ediyorsunuz.
Doğru olduğuna gönülden inanan ve
görevinin sınırlarını
bilen peygamberlerin onlara verdiği cevap:
"Elçiler dediler ki; Rabb'imiz bilir ki, biz size
gönderilmiş elçileriz." "Bizim üzerimize düşen,
yalnızca açıkça duyurmaktır."
Şüphesiz Allah biliyor... Ve bu yeterlidir.
Peygamberlerin görevi bildirmektir. Onu da yerine getirmişlerdir.
Artık bundan sonra insanlar kendi
davranışlarını diledikleri
gibi belirlemede
ve davranışlarıyla istedikleri kadar günahı yüklenmekte
serbesttirler. Peygamberlerle insanlar arasındaki ilişki
sadece yüce Allah'ın emrini bildirmekten ibarettir. Bildirme
işlemi gerçekleşince, bundan sonrası tümüyle
yüce Allah'a aittir.
Fakat yolunu sapıtmış ve peygamberi yalanlayan
kişiler konuya böylesine açık, sade ve kolayca
yaklaşmazlar. Hidayete davet edenlerin
varlığına bile katlanamazlar. Gururları
kendilerini günah işlemeye teşvik eder. Hakk'ın
karşısı
na
ona
karşı koymak için kaba ve sert yöntemlere çıkarlar.
Çünkü batıl dayanıksızdır ve çok kabadır.
"Kentliler dediler ki; "Doğrusu biz sizin yüzünüzden
uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten
vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size
acı bir azab dokunur."
Diyorlar ki: Sizin yüzünüzden uğursuzluğa
uğradık. Sizin çağrınızdan dolayı kötülüğün
isabet edeceğini zannediyoruz. Eğer bu davanızdan
vazgeçmezseniz, bizde susmayacağız ve davetinize engel
olmak için her şeyi yapacağız. "Eğer
bu işten
vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size
acı bir azab dokunur."
İşte batıla saplananlar zulümlerini böyle açığa
vurmuşlar, davetçilere tehdit
savurmuşlar,
güvenle sunulan bu
hak çağrısına
karşı böylesine azmışlar, söz ve düşüncelerinde
böyle kaba olmuşlardır.
Fakat peygamberlerin omuzlarına yüklenen görev yollarına
devam etmelerini gerektiriyordu.
"Elçiler dediler ki; uğursuzluk
kendinizdendir."
Herhangi bir çağrının veya konunun uğursuz
olduğunu söylemek cahiliye safsatalarından biridir.
Peygamberler ise gönderildikleri topluma bu anlayışın
hurafe olduğunu, başlarına gelen iyilik veya kötülüğün
dışlarından gelmediğini aksine bunun
kaynağının içlerinde olduğunu, kendi düşüncelerinin
ve davranışlarının
bir sonucu
olduğunu, bu sebeple uğradıkları iyilik veya kötülüğün
kendi ellerinde olduğunu ifade etmektedirler. Çünkü yüce
Allah'ın bu konudaki iradesi kulun kendisinin, tutumunun ve
davranışlarının kanalından geçer ve bu
yolla gerçekleşir. Şu halde kul kendi
bedbahtlılığını kendisi ile birlikte
taşır. İşte değişmez ve sağlam
temele oturan gerçek budur. Bazı insanları veya
birtakım yerleri, ya da sözleri uğursuz saymak... Bütün
bunlar anlaşılabilir bir temele dayanmayan birer
hurafeden ibarettir.
Peygamberler kasaba halkına "Bu uğursuzluk size
öğüt verildiği için mi oldu?"
Yani bizi taşa tutmanız ve bize işkence etmek
isteyişiniz, size öğüt ve nasi
hatte
bulunduğumuz
için midir? Uyarmanın karşılığı bu
mudur?
"Hayır, siz aşırı giden bir
kavimsiniz."
Siz düşüncenizde ve olayları
değerlendirmenizde ölçüyü kaçırıyorsunuz.
Bunun için de öğüt ve uyarıya tehditle
karşılık veriyor, hak yola çağrıya
taşa tutma ve işkence ile cevap veriyorsunuz.
DAVETTEN KESİTLER
Buraya kadar olan kesitler, kalpleri kapalı olanların
peygamberlerin davetine karşı tutumlarını
sergiliyordu. Bu sergilenen tutumlar, surenin ilk bölümünde
sözünü ettiği kalplerin canlı bir örneği ve
orada çizilen insan tipinin bir görüntüsüdür.
Kur'an'à uyup, görmediği halde Rahman'dan korkan öbür
insan tipine gelince, onun başka bir tutumu ve bunların
davranışlarından ayrı bir
davranışı vardır.