Bu olgu, yani ilk ortaya çıkış ile hayat
sahnesinden çekiliş olgusu, başka bir deyimle
yaratılış ve ölüm olgusu herkesin gördüğü,
bildiği ve yaşam süreci boyunca sık sık
tekrarlandığına tanık olduğu bir olgudur.
O halde insan nasıl olur da yüce Allah tarafından
yaratıldığını onaylamaz? Bu gerçeğin
fıtrat üzerindeki baskısı o kadar büyük, o kadar
ağırdır ki, insan varlığı ona
karşı direnemez, karşısında mücadele
edemez. Evet, "Sizi yaratan biziz, bunu onaylasanıza!"
Devam ediyoruz:
İnsanın yaratma eylemindeki rolü, erkeğin
kadın rahmine meni akıtmasından ibarettir.
Erkeğin ve kadının işi bu noktada biter. Bu
noktadan sonra sınırsız güç işe el koyar. Bu
basit sıvıyı işlemeye başlar. Ona can
verir. Onu geliştirir. Onun iskeletini çatar. İçine
ruh üfler. İlk insanın sahneye çıktığından
beri bu mucize, sadece yüce Allah'ın meydana
getirebildiği bu olağanüstü olay her an tekrarlanır
durur. Böyleyken insan bu olayın özünü, mahiyetini
kavrayamaz; nasıl meydana geldiğini bilmez. Nerede
kaldı ki, onun oluşumuna katkıda bulunsun!
Mesele böyle ana çizgileri ile ortaya konunca onu herkes
anlayabilir. Zaten yaratılış mucizesini
değerlendirip onun etkisini algılayabilmek için bu
kadarını bilmek yeter. Fakat bu tek hücrenin ana
rahmine düşmesinden başlayarak canlı bir
varlık haline gelmesine kadar uzayan hikayesi akla-hayale
sığmaz derecede acayip bir serüvendir. Öyle ki, eğer
fiilen meydana gelmiş olmasa, eğer herkes onun meydana
gelmesine tanık olmasa bu hikayeye hiçbir insan aklı
inanmaz.
Bu tek hücre ana rahminde bölünerek çoğalmaya
başlar. Kısa süre sonra hücrelerin sayısı
milyonları bulur. Bu üreyen hücreler gruplara ayrılırlar.
Her grubu oluşturan hücreler, diğer grubu meydana
getiren hücrelerden farklı özellikte olur. Çünkü her
hücre grubu, insan organizmasının başka bir
tarafını, ayrı bir sistemini oluşturmakla görevlidir.
Mesela şunlar kemik hücreleri, şunlar kas hücreleri;
şunlar deri hücreleri, şunlar da sinir hücreleridir.
Ayrıca şu gruptaki hücreler gözleri oluşturmakla,
şu gruptakiler dili oluşturmakla, şu gruptakiler
kulakları oluşturmakla, şu gruptakiler de çeşitli
salgı bezlerini oluşturmakla görevlidirler. İkinci
gruptaki hücreler, birinci gruptaki hücrelere oranla daha özel
niteliklidir. Her hücre grubu görev yerini bilir. Buna göre
mesela göz hücreleri görev yerlerini
şaşırıp karın boşluğunda ya da
ayaklar bölgesinde kümelenmeye kalkışmazlar. Eğer
bu hücreler mümkün olsa da fabrikasyon yöntemi ile
üretilebilse ve sonra bu fabrikasyon hücreleri karın
boşluğuna bırakılsa orada göz meydana
getirirler. Oysa doğal göz hücreleri kendi öz dürtüleri
sayesinde böyle bir yanlışlığa düşmezler,
yani karın bölgesinde birikip orada göz oluşturmaya
girişmezler. Tıpkı bunun gibi kulak hücreleri de
ayak bölgesinde kümelenerek orada kulak meydana getirmezler.
Bütün bu hücre grupları yüce yaratıcının gözetimi
altında görevlerini yaparak insan organizmasını en
güzel biçimde meydana getirirler. İnsanın bu alanda hiçbir
rolü, hiçbir katkısı olmaz." (Daha geniş
bilgi için Necm suresi, 45-46 ncı ayetlerin tefsirine
bakınız)
Bu hayatın başlangıcı. Sonuna gelince o da
daha az mucizevi, daha hayret uyandırıcı
değildir. Gerçi o da hayatın başlangıcı
gibi insanların alışılmış gözlemleri
arasında yer alır. Okuyalım:
"Ölümü aranızda plânlayan biziz. Hiç kimse bizim
önümüze geçemez.
Her canlının sonu olan bu ölüm acaba nedir? Nasıl
meydana gelir? O karşı konulmaz gücünü nereden alıyor?
O yüce Allah'ın plânının bir sonucudur. Bu yüzden
ondan hiç kimse paçayı kurtaramaz. Onu hiç kimse geride bırakıp
atlatamaz. O yaratılış zincirindeki yerini mutlaka
alacak olan bir halkadır. Devam ediyoruz:
"Amacımız benzerlerinizi yerinize geçirmektir."
Böylece yeryüzü kalkınacak, hayat düzeyi gelişecek,
halifelik görevi sizden sonra da yürütülecektir. Ölümü nasıl
yüce Allah plânladı ise hayatı da O plânlamıştır.
O ölümü, ölenlerin benzerleri olan başka insan
kuşaklarını hayat sahnesine çıkarmak için
plânlamıştır. Bu süreç dünya hayatının
vadesi doluncaya kadar devam edecektir. Bu belirlenmiş vade
dolunca yeniden diriliş aşamasına sıra
gelecektir. Okuyalım:
Bu olay insan bilgisine kapalı olan o meçhul alemde
meydana gelecektir. İnsanlar bu alem hakkında, yüce
Allah'ın verdiği bilgiler dışında hiçbir
şey bilmiyorlar. O zaman yaratılış zincirinin
son halkası yerine geçmiş ve insanlık kervanı
konaklama yerine varmış olur.
Bu ahiretteki yeniden diriliştir."İlk
yaratılmayı bildiniz. Bunu düşünüp ders alsanıza!"
Bu olay size son derece yakındır ve hiçbir akıl
almaz tarafı yoktur. Kur'an, gerek ilk
yaratışın gerek ahiretteki yeniden dirilişin
hikayesini işte böylesine yalın, böylesine kolay anlaşılır
bir dille bildiği bir mantığın önüne
dikiyor. İnsan fıtratı bu mantığa
karşı koyamıyor. Çünkü bu mantık, onun
yalın gerçekleri ile insan hayatının yakın
gerçeklerine dayanıyor. Ortada ne
karmaşıklık, ne soyut kavramlar ne zihinleri yoran
ve vicdanlara sinmeyen felsefe spekülasyonları var.
İşte evreni yaratan, insanı yoktan vareden ve
Kur'an'ı indiren yüce Allah'ın öğretim yöntemi
budur.
Kur'an, bir kere daha yalın ve kolay
anlaşılır anlatımı ile insanların
karşısına çıkıyor. Onların
dikkatlerini alışageldikleri, sık sık gözledikleri
bir başka olaya çekerek kalplerini etkilemeye çalışıyor.
Amaç farkında olmadıkları halde gözleri önünde
olup biten bu olayda kendilerine yüce Allah'ın elini göstermek,
önlerinde meydana gelen mucizeyi fark etmelerini sağlamaktır.
Okuyoruz: