BEDEVİ ARAPLAR'IN DURUMU
97- Bedevi Araplar kâfirlikte ve münafıklıkta daha
aşırı; Allah'ın peygamberine indirdiği hükümlerin
sınırlarını bilmemeye daha yatkın
kimselerdir. Allah her şeyi bilir ve her
yaptığı yerindedir.
98- Kimi Bedeviler Allah'ın emri uyarınca
yaptıkları harcamaları cerime, angarya sayarlar. Ve
başınıza belaların geleceği günü
gözlerler. Gözledikleri o bela kendi başiarına
gelesiceler! Allah herşeyi işitir, herşeyi bilir.
99- Kimi Bedeviler de Allah'a ve ahiret gününe inanırlar;
yaptıkları maddi bağışları
Allah'ın yakınlığını ve peygamberin
dualarını kazanma aracı, sebebi sayarlar. Haberiniz
olsun ki, yaptıkları bu bağışlar, gerçekten
onları Allah'a yaklaştıran bir sebeptir.
İlerde Allah onları rahmetinin kapsamı içerisine
alacaktır. Hiç şüphesiz Allah affedici ve
merhametlidir.
Bu bölüm Bedevi Araplar'ın gruplarını açıklayarak
başlıyor. O sırada Medine çevresinde Bedevi
Araplar'dan oluşan birtakım kabileler
bulunuyorlardı. Müslüman olmadan önce Medine'deki islâm
yurduna karşı saldırı ve hücumlarda onların
fonksiyonu büyüktü. Müslüman olduktan sonra ise bu ayetlerde
ana hatlarıyla verilen sıfatlarıyla iki büyük
gruba ayrılıyorlardı.
Onlardan söz eden bölüm Bedeviler'in karakterlerini ortaya
koyan genel bir kuralını belirtiyor:
"Bedevi Araplar kâfirlikte ve münafıklıkta
daha aşırı; Allah'ın peygamberine
indirdiği, hükümlerin sınırlarını
bilmemeye daha yatkın kimselerdir. Allah her şeyi bilir
ve her yaptığı yerindedir."
Bu genel ifade onların Bedevi olmaları ve Bedevilik
ile ilgili değişmez bir sıfat niteliğindedir.
Yani Bedevilik yapı olarak küfre ve münafıklığa
daha elverişlidir. Ve Allah'ın kendi resulüne göndermiş
olduğu hükümleri sınırları bilmemeye
tanımamaya daha müsaittir.
Allah'ın kendi resulüne göndermiş olduğu hükümlerini
bilmemelerinin gerekçesi onların yaşadıkları
hayat şartlarından kaynaklanmaktadır. Bu
hayatın karakterlerine yerleştirdiği
kabalıktan, katılıktan meydana gelmektedir.
Onların bilgi ve kültürden, belirlenen hükümlere ve
yasalara boyun eğmekten uzak oluşlarından
kaynaklanmaktadır. Sırf maddi değerleri geçerli ve
egemen kılan somut bir maddecilikten ileri gelmektedir.
İman onların bu karakterlerini bir ölçüde düzeltse
de, onları bu değerlerin üstüne çıkarsa da,
onları bu somut şeylerden daha yüce, daha parlak
ufuklara ulaştırsa da bu böyledir.
Bedevi Araplar'ın kabalıklarını ve
katı yürekliliklerini ortaya koyan pek çok rivayetler vardır.
Bu bağlamda İbn-i Kesir'in kendi tefsirinde
aktardıklarına biz de burada yer vereceğiz.
Ameş İbrahim'den aldığı rivayeti
anlatıyor:
Bedevi bir Arap Zeyd İbn-i Suhan'ın halkasına
oturdu. Zeyd bu arada arkadaşlarıyla konuşuyordu.
Zeyd'in "Nihavend savaşında eli
yaralanmıştı. Bedevi Arap:
Allah'a yemin ederim ki, senin sözlerin hoşuma gidiyor.
Fakat elin beni kuşkulandırıyor, dedi. Zeyd:
Ne diye elimden kuşkulanıyorsun? Bu benim sol elimdir!
Bedevi Arap Allah'a yemin ederim ki bilemiyorum. Sağ eli
mi keserler yoksa sol eli mi keserler! dedi. Zeyd İbn-i Suhan
o zaman:
"Allah ve Rasulü doğru söylüyor dedi ve şu
ayeti okudu:
"Bedevi Araplar kâfirlikte ve münafıklıkta
daha aşırı: Allah'ın peygamberine
indirdiği hükümlerin sınırlarını
bilmemeye daha yatkın kimselerdir."
İmam Ahmed der ki:
Ahmed İbn-i Mehdi, Süfyan Ebu Musa, Vehb İbn-i Münebbih
İbn-i Abbas kanalıyla bize gelen hadiste Peygamberimiz
-salât ve selâm üzerine olsun şöyle buyurmuştur.
"Kim kırsal kesime yerleşirse
kabalaşır, kim av peşinde koşarsa habersiz
kalır, aldanır, kim de iktidarla işbirliği
yaparsa denenir. Belası eksik olmaz." Kırsal
kesimde yaşayan insanlar genellikle katı yürekli ve
kaba oldukların
dan yüce Allah onlardan peygamber göndermez. Peygamberlerini
hep medeni olan ve yerleşik hayat yaşayan
şehirlilerden seçer. Nitekim Allah Tealâ buyuruyor ki:
"Senden önce de şehirler halkında, yalnız
kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka peygamber göndermedik.
Bedevi bir Arap, Peygamberimize bir hediye verdiğinde
Peygamberimiz salât ve selâm üzerine olsun- ona hediyesinin
birkaç katını geri verdi. Onu bu şekilde memnun
etti." Ve şöyle buyurdu:
"Bu Kureşliler'den, Sakifliler'den, Ensar'dan ve
Devsliler'den başka kimsenin hediyesini kabul etmemeyi
isterdim."
Çünkü bu insanlar Mekke, Taif, Medine ve Yemen'de yerleşik
bir şehir hayatı yaşıyorlardı.
Dolayısıyla Bedevi Araplar'dan daha yumuşak bir ahlâka
sahip bulunuyorlardı. Çünkü Bedevi Araplar'ın
yapılarında sertlik ve katılık vardı.
İbn-i Kesir devamla der ki: Müslim tarafından
rivayet edilen bir hadiste Ebu Bekir, İbn-i Ebi Seyme ve Ebu
Kürey birlikte Ebu Usame ve İbn-i Nümeyrden, Hişam'dan,
Hişam'ın babasından ve Aişe'den rivayetle
diyor ki:
"Bedevi Araplar'dan birtakım insanlar Peygamberimizin
yanına gelip: "Siz çocuklarınızı
öpüyor musunuz"? diye sordular. Peygamberimiz: "Evet"!
buyurdu. Onlar ise:
"Allah'a yemin ederiz ki, biz çocuklarımızı
öpmeyiz" dediler. Peygamberimiz:
"Eğer Allah sizin kalbinizden rahmetini çekip almışsa
ben ne yapabilirim ki?"
karşılığını verdi.
Rivayetlerin pek çoğu Bedevi Araplar'ın
yapılarında bulunan katılık ve sertliğin
müslüman olduktan sonra bile devam ettiğini göstermektedir.
Dolayısıyla onların yapı olarak küfürde ve
münafıklıkta daha aşırı Allah'ın
peygamberine gönderdiği hükümlerin sınırlarını
bilmemeye daha yatkın olmaları kaçınılmazdı.
Başkalarına karşı üstün geldiklerinde katılıkları
ve kabalıklarıyla, başkalarına mağlûp
olduklarında münafıklıkları ve döneklikleriyle
ayrıca göçebe hayatın zorunlu şartları
haline gelen sebeplerin yolaçtığı düşmanlığın
ve hiçbir sınır tanımaman uzun bir hayat boyunca
karakterlerini değiştirmiş olmasıyla
farklılaşmışlardı.
"Allah her şeyi bilir ve her yaptığı
yerindedir."
Kullarının durumlarını,
şartlarını, sıfatlarını ve
karakterlerini bilir. Özellikleri, yetenekleri ve bağışları
dağıtırken insanları cins, cins, millet millet
ve çevre çevre türlere ayırmasında her
yaptığı yerindedir.
Böylece Bedeviler'in genel ve başlıca
vasıfları belirlendikten sonra imanın onların
kalplerinde, gönüllerinde meydana getirdiği
değişikliklere göre onların yeniden tasnifine geçiliyor.
İmanın içine yerleşip şekil verdiği
kalpler arasındaki farkları vermeye çalışıyor.
Bu da o zamanki müslüman toplumun pratik hayatına,
realitelerine ışık tutuyor.
"Kimi Bedeviler Allah'ın emri uyarınca
yaptıkları harcamalarını cemire, angarya
sayarlar. Ve başınıza belaların geleceği
günü gözlerler. Gözledikleri o bela kendi başlarına
gelesiceler! Allah her şeyi işitir her şeyi bilir."
Kur'an'ın burada Bedevi Araplar'ın münafık olan
kesimini mü'min olan kesiminden önce vermesinin nedeni bu münafıkların
da önceki bölümün tamamını kuşatan Medine münafıklarına
ilave etmek için olabilir. Böylece atmosfer değişmeden
hem Medineli münafıklardan hem de Bedevi münafıklarından
söz edilmiş olur.
"Kimi Bedeviler Allah'ın emri uyarınca
yaptıkları harcamaları cemire angarya sayarl
ar."
Çünkü onlar mallarının zekâtını vermek
müslümanların savaşlarında onları malı
yönden desteklemek zorundaydılar. Çünkü dış görünüş
olarak müslüman olduklarını söylüyorlardı.
Ancak bu şekilde müslüman toplumun içinde yaşanan
hayatın nimetlerinden yararlanabilirlerdi. Çünkü o gün
Arap Yarımadası'nda iktidar sahipleri müslümanlardı.
Ve onlar da ancak bu şekilde müslümanlara yaranabilirlerdi!
Fakat onlar bu harcamalarını bir angarya olarak görüyorlar,
istemeyerek yaptıkları bu yardımları bir zarar
olarak kabul ediyorlardı. Allah yolunda savaşan mücahidlere
yardım ve destek olmak islâmın ve müslümanların
zafere kavuşmalarını kolaylaştırmak için
değil!
"Başınıza belaların geleceği günü
gözlerler."
Onlar müslümanların başına gelecek
belaları dört gözle beklerler. Ve onların hiçbir savaştan
sağ ve salim geri dönmemelerini gönülden arzu ederler!
Burada ayetlerin içinde Allah tarafından onlara yöneltilen
bir bedduaya yer verilmektedir. Allah'ın bedduası bu
bedduanın onlar hakkında hemen meydana geleceği
anlamına gelir.
"Gözledikleri o bela başlarına gelesiceler."
Burada sanki belaların kendilerini kuşatan bir
dairesi vardır. Hiçbiri ondan kurtulamamaktadır.
Çevrelerini dolanıp durmakta ve onların
yakasını bırakmamaktadır. Bu açıklama
soyut kavramları somutlaştırma ve zihinde
canlandırma türünden bir ifadedir. Böylece mesele daha
canlı bir şekilde daha etkili bir biçimde ifade edilmiş
olmaktadır."
"Allah her şeyi işitir ve bilir."
Burada işitme ve bilme sıfatları müslüman
cemaatin düşmanlarının onlara karşı bir
kötülük yapma fırsatını kollama atmosferiyle
uyum sağlamaktadır. Onların kendi içlerinde onlara
karşı besledikleri ve dış görünüşleriyle
gizlemeye çalıştıkları nifakın
karakteriyle bağdaşmaktadır:
"Allah her şeyi bilmektedir."
Diğer tarafta Bedevi Araplar'ın kalpleri imanın
nuruyla aydınlanmış başka bir kesimi de
vardır.
"Kimi Bedeviler de Allah'a ve ahiret gününe inanırlar:
Yaptıkları maddi bağışları
Allah'ın yakınlığını ve
peygamberinin dualarını kazanma amacı sebebi
sayarlar. Haberiniz olsun ki, yaptıkları bu
bağışlar gerçekten onları Allah'a
yaklaştıran bir sebeptir. İlerde Allah onları
rahmetinin kapsamı içine alacaktır. Hiç şüphesiz
Allah affedici ve merhametlidir."
Bu kesimin harcamada bulunmasının başlıca
nedeni Allah'a ve ahiret gününe iman etmeleridir.
İnsanlardan korkmaları, üstün gelenlere yaltaklık
yapmaları, şu dünya aleminde kâr ve zarar hesaplarını
yapmaları değil!
Allah'a ve ahiret gününe iman eden bu kesim, yaptıkları
bu harcamaları ile Allah'a daha yakın olmayı ve
peygamberinin yani dualarını almak istemektedir.
Çünkü bu dualar peygamberin hoşnutluğunu gösterir.
Ve onlar Allah katında kabul edilen dualardır. Peygamber
bunlarla Allah'a ve ahiret gününe inanan Allah'ın
rızası ye O'na yakın olma arzusuyla mali
yardımda bulunan mü'minlere dua eder.
İşte bu nedenle ayetlerin içinde bu duaların ve
nifakın Allah katında kabul edilmiş bir
yakınlık aracı oldukları ifade
edilmiştir:
"Haberiniz olsun ki, bu bağışlar ve dualar
gerçekten onları Allah'a yaklaştıran birer
sebeptir."
Ayrıca onları Allah'dan gerçek bir vaad ile güzel
bir son müjdelemektedir.
"İlerde Allah onları rahmetinin kapsamı içine
alacaktır."
Burada rahmet insanların kendisine
sığındığı, içine girdiği bir
ev olarak somutlaştırılmaktadır. Nitekim daha
önce müslümanların başlarına bir belanın
gelmesini gözetleyen kesimin başına gelecek olan
"Kötülük dairesi" de bu şekilde
somutlaştırılmıştı. Çünkü onlar
yaptıkları harcamaları angarya
sayıyorlardı ve mü'minlerin başına
belaların geleceği günü gözetliyorlardı.
"Hiç şüphesiz Allah affedici ve merha
metlidir."
Tevbeleri kabul eder, yapılan harcamaları mükafatlandırır,
işlenmiş olan günahları bağışlar ve
rahmet dileğinde bulunanlara merhamet eder.
İSLÂM TOPLUMUNDAKİ GRUPLAR
Böylece Bedeviler'i ana çizgileriyle gruplara ayırdıktan
sonra bütün toplumu gözönünde bulundurarak yeniden gruplara
ayırmaya geçiyor.
Burada toplum bedevisi ve medenisi ile bir bütün halinde ele
alınmıştır. Buna göre toplum iman açısından
dört sınıfa ayrılmıştır:
1)
Herkesten
önce imana sarılan ve böylece islâmın öncülüğünü
yapan muhacirler ve Ensar ile bunları güzel şekilde
izleyenler.
2)
Nifak
üzerinde diretip münafıklığını sürdüren
Medineli Bedevi ve Araplar.
3)
Hem iyi,
hem de kötü işler yaparak karma bir yapı arzedenler.
4)
Allah'ın
kendi kazasıyla onlar hakkındaki
yargısını belirleyeceği şu anda hükümleri
ertelenmiş olanlar.
Öyle anlaşılıyor ki, toplumun bu şekilde
gruplara ayrılışı Tebük savaşının
dönüşünden savaştan geri kalmış münafıkların
ve yine savaştan geri kalmış mü'minlerin
mazeretlerini beyan edişlerinden sonra gönderilen bu
ayetlerle gerçekleşmiştir. Savaştan geri kalan mü'minlerin
bir kısmı gerçekten mazeret sahibi olduklarından,
kendilerini mescidin sütunlarına bağlamışlar
ve peygamberinin gelip kendilerini çözmesine kadar beklemişlerdir.
Bazıları ise hiçbir özür ileri sürmeden durumlarını
olduğu gibi söylemişler ve samimi olarak gerçekleştirdikleri
tövbeleri ile Allah'ın kendilerini
bağışlayacağı umuduyla hareket
etmişlerdir. Bu ikinci grup haklarında hüküm
verilmeyen üç kişidir. Daha sonra Allah onları
bağışlamış ve tevbelerini kabul
etmiştir. İlerde bu konuya değineceğiz.
İşte Tebük savaşından sonra Arap
Yarımadası'nda islâm dininin etrafında bulunan
insanların bu kesimleri o zamanki toplumu
oluşturuyorlardı. Yüce Allah kendi elçisine ve onunla
birlikte olan samimi mü'minlere bu dinin ilk aşamasının
son durağına yakın bir yerde yani ilk yurdunda
hareketin tüm arazisini, bu arazideki bütün girinti ve çıkıntıları
ve bu arazide yaşayan insanları son derece mükemmel bir
şekilde göstermiştir. Onların gözleri önüne
sermiştir. İslâm davası bütün dünyaya açılmadan
yalnız Allah'a kulluğu öngören ve sadece onun egemenliğine
boyun eğmeyi esas alan ve yeryüzünde insanın bütün
şekilleri ve biçimleriyle kullara kulluktan kurtulmasını
isteyen mesajını açıklamadan önce böyle bir
durum değerlendirmesi yapılması gerekiyordu zaten.
İslâmi hareket'in harekete geçmeden önce mücadele
sahasını, oradaki girintileri çıkıntıları
ve orada yaşayan insanların karakterlerini güzel bir
şekilde incelemesi gerekir. Atılacak her adım için
böyle bir inceleme zorunludur. Ancak bu şekilde hareketi götüren
insanlar, bu yolda attıkları her adımda
ayaklarını nereye bastıklarını öğrenme
imkânı elde edebilirler...
Ayetleri incelemeye devam ediyoruz: