SAMİMİYETİN DEĞERİ
94- Savaştan döndüğünüzde size özür beyan
ederler. Çünkü Allah kötü niyetlerinize ve oyunlarınıza
ilişkin bize bilgi vermiştir. İlerde Allah da
peygamberi de neler yapacağınızı görecektir.
Sonra görünür görünmez her şeyi bilen Allah'ın
huzuruna çıkarılırsınız da O size ne!er
yaptığınızı haber verir.
95- Savaştan döndüğünüzde kendilerini azarlamayasınız
diye size Allah adına yemin edeceklerdir. Onları
azarlamayınız, bir şey olmamış gibi
davranınız. Çünkü onlar soyut pisliktirler.
İşledikleri kötülüklerin karşılığı
olarak varacakları yer, cehennemdir.
96- Kendilerinden hoşnut olasınız diye size
yemin ederler. Oysa siz onlardan hoşnut olsanız bile
Allah yoldan çıkmışlar güruhundan kesinlikle hoşnut
olmaz.
Ne zayıflara, ne hastalara, ne malı yardımda
bulunmak için hiçbir şey bulamayan fakirlere ne de
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini savaş
yerine götürecek binek bulamadığı kimselere günah
ve suçlama sözkonusu olabilir. Bunlar savaştan geri
kaldıklarında onlara karşı bir kınama ve
suçlama yoktur... Asıl kınama ve suçlama güçleri
yettiği ve zengin oldukları halde savaşmamak için
Peygamber'den -salât ve selâm üzerine olsun- izin isteyenler
içindir. Onları savaştan alıkoyacak gerçek bir
özürleri yoktur. Asıl günah ve sorumluluk güçleri
yettikleri halde, savaşa gücü olmayanlar gibi evde oturmaya
razı olmalarıdır...
İşte bunlar savaştan kaçtıkları veya
izin istedikleri için sorumlu tutulacaklar. Çünkü onlar savaşa
çıkmaktan çekinmişler yerlerine çakılıp
kalmışlar, yüce Allah kendilerini zengin kılmasına,
güç ve imkân sahibi kılmasına rağmen, O'nun
hakkını ödememişlerdir. Kendilerini koruyan ve
üstün kılan islâmın hakkını da ödememişlerdir.
Kendileri toplumun hakkını da vermemişlerdir...
İşte bunun için Allah onlar için şu vasfı
tercih ediyor:
"Savaşma gücünden yoksun olanlarla birlikte
evlerinde oturmayı içlerine sindirdiler."
Bu, iradesizliğin, azimsizliğin ta kendisidir.
Cihadın yükümlülüklerini yerine getirmekten aciz kaldıkları
için evlerinde oturan kadınlar, çocuklar ve yaşlılarla
beraber olmaya razı olmaktır... Fakat bu evde kalan
gruplar mazurdurlar. Halbuki kendileri mazur da değillerdir!
"Allah onların kalplerini mühürlediği için
neyin yararlı olduğunu bilmezler."
Yüce Allah onların bilgi ve bilinç kapılarını
kapatmış, sinyalleri alma ve kavrama
cihazlarını çalışmaz hale getirmiştir.
Çünkü onların kendileri alçaklığa, geri zekâlılığa
ve tembelliğe razı olmuşlardır. Canlı, açık,
hareketli ve atılgan bir hareket içinde bulunmaktan geri
durmuşlardır. Zillet içindeki bir güveni ve geri
zekâlılıktan kaynaklanan bir rahatı, ancak görebilme,
zevk alabilme, deneyim sahibi olma ve bilgi edinme gibi itici
güçlerini kullanmayan bir insan tercih edebilir. Ayrıca bu
tip insanlar pratik hayatta varlıklarını ortaya
koyma, gözlemleyebilme, etkileme ve etkilenme gibi itici
güçlerinden de yoksundurlar. Rahatın verdiği
gevşeklik, insanın bilgi ve duygu
kapılarını kapatır, kalplere ve akıllara
kilit vurur. Hareket, hayatın en açık belgesidir.
Aynı zamanda hayatı da harekete geçiren O'dur.
Tehlikeyi göğüslemek, insanın ruhunda gizli olan
yetenekleri ve aklındaki gizli enerjileri harekete geçirir,
kaslarını kuvvetlendirir ihtiyaç halinde ortaya çıkan
gizli yeteneklerini ortaya çıkarır, insanın güçlerini,
enerjilerini, çalışmaları için eğitir,
sinyalleri almaları ve karışık vermeleri için
onları hassaslaştırır... İşte
bunların hepsi bilginin, tanıyabilmenin, açık
olabilmenin birer çeşididirler. Geri zekâlılıktan
kaynaklanan bir rahata ve alçaklığı kabul etmekten
kaynaklanan güvene düşkün olanlar bu yeteneklerden mahrum
kalırlar.
Ayetlerin akışı, zengin oldukları ve güçleri
yettikleri halde savaşma gücün- ' den yoksun olanlarla
birlikte evlerinde oturmayı içlerine sindirenlerin halini
tasvir etmeye devam ediyor.
Barış içinde yaşama arzusu ve güven içindeki
bir hayatı tercih etme sevgisinin arka planında dayanma
gücünü yitirme, alçaklığa razı olma, boyun
eğme açıkça mücadele etmekten ve karşı
koymaktan kaçma vardır:
"Savaştan döndüğünüzde size özür beyan
ederler."
Bu, yüce Allah'ın Peygamberimizin -salât ve selâm
üzerine olsun- ve samimi müslümanların savaştan döndükten
sonra savaştan geri kalan bu münafıklara
karşı nasıl bir tutum izleyeceklerini haber
vermesidir. Bu da, sözkonusu ayetlerin savaş dönüşünde
ve Medine'ye yetişmeden önce indiklerini göstermektedir.
Savaştan geri kaldıkları ve evlerinde
oturdukları için sizden özür dilerler. Çünkü onlar yaptıklarının,
savaştan geri kalışlarının gerçek
sahiplerinin ortaya çıkmasından utanırlar. Zira
onların savaşa katılmalarının asıl
nedeni, inanç zayıflığı... Rahatı tercih
etmeleri ve savaştan korkmalarıdır!
"Onlara de ki; "Boşuna özür beyan etmeyiniz,
size inanacak değiliz, çünkü Allah kötü niyetlerinize ve
oyunlarınıza ilişkin bize bilgi vermiştir."
De ki: Tüm mazeretlerini kendinize saklayın. Size
inanacak değiliz. Söylediklerinizi doğrulayacak da
değiliz. Daha önce yaptığımız gibi sizin
dıştan müslümanlığınıza bakıp
hüküm vermeyeceğiz. Çünkü yüce Allah sizin gerçek
kimliğinizi, kalplerinizde gizlediklerinizi bize bildirdi.
Yaptıklarınızın gerçek nedenlerini bize
anlattı. Durumunuzu bize açıkladı. Artık biz
daha önceleri sizinle ilişkilerimizde esas
aldığımız dış görünüşten,
ötesini görmüyor değiliz.
Doğrulamama, güvenmeme, emin olmama ve tatmin olmamanın
"Size inanacak değiliz" şeklinde
verilmesi özel bir anlam ifade etmektedir. Çünkü iman; doğrulama,
güvenme, emin olma ve tatmin olmadır. İman, sözü ile
doğrulama, akıl ile emin olma, kalp ile tatmin
olmadır. Mü'minin rabbine güvenmesi, kendisi ile beraber
bulunduğu mü'minler arasında bir güvenin oluşmasıdır.
Kur'ani ifadenin sürekli olarak başka bir anlamı ve
bambaşka bir mesajı vardır.
De ki; özür dilemeyiniz. Artık sözün bir anlamı,
lafın bir gerekçesi kalmamıştır. Sadece
iş yapınız. Eğer
yaptığınız işler söylediklerinizi doğrularsa
demektir ki, sözünüz doğrudur. Yoksa sadece söz ile
güvenme, emin olma ve tatmin olma mümkün olmaz.
"İlerde Allah da peygamberi de neler
yapacağınızı görecekti
r."
Yapılan şeylerin hiçbiri Allah'dan gizli kalmadığı
gibi, bu yapılan şeylerin arka planında yeralan
gizli niyetleri de O'ndan saklamak da mümkün değildir.
Allah'ın resulü de -salât ve selâm üzerine olsun- sizin
sözünüzü, yaptıklarınızla
değerlendirecektir. Ve müslüman toplumda sizinle ilişkilerinde
bu yaptıklarınızı esas alacaktır.
Her ne olursa olsun, iş bu yeryüzündeki dünya hayatı
ile asla sona ermeyecektir. Bundan sonra bir de hesaba çekilme ve
ceza vardır. Bu hesaba çekilme ve ceza yüce Allah'ın
gizli açık her şeyi bilen sınırsız
ilmine göre gerçekleşecektir.
"Sonra görünür-görünmez her şeyi bilen
Allah'ın huzuruna çıkarılırsınız
da, O size neler yaptığınızı haber verir."
Ayette geçen "gayb" kavramı, insanın
bilisine ulaşamadığı şeyleri ifade eder.
"Şehadet" kavramı ise, gözlenebilen ve
bilinebilen şeylerdir. İşte bu anlamı ile
Allah "gayb"ı ve "şehadet'i" (bilineni
ve bilinmeyeni) bilir. Hatta bundan daha kapsamlı ve
geniş bir biçimde bilir. Yüce Allah gözle görülen bu
dünyadaki şeyleri ve bunun ötesinde gizli alemlerdeki
şeyleri bilir. Bu kimselere yüce Allah'ın "O
size neler yaptığınızı haber verir" şeklinde
hitab etmesinde özellikle bir noktaya parmak basılmaktadır.
Onlar neler yaptıklarını bilmektedirler. Fakat yüce
Allah onların neler yaptıklarını daha iyi
bilmektedir ki, onlara yaptıklarını bir bir haber
verecektir! Yapılan işlerin nice gizli etkenleri
vardır ki, bunlar onu yapan kişiye dahi gizli
kaldıkları halde Allah onları bilmektedir! Yine bu
amellerin nice sonuçlar vardır ki, onları
işleyenler bunların farkında olmazken, Allah
onları bilir... Doğal olarak burada amaç haber verişin
sonucudur. Yani, yapılan işlerin gerçek biçimde
hesaplanması ve karşılıklarının
verilmesidir. Fakat bu sonucu ayetler açıkça ifade etmiyor,
sadece haberin kendisinden söz ediyorlar. Çünkü bu bağlamda
böyle bir habere yer verilmesi meselenin işaret yolu ile
anlaşılmasına yetiyor.
"Savaştan döndüğünüzde kendilerini
azarlamayasınız diye size Allah adına yemin
edeceklerdir. Onları azarlamayınız, bir şey
olmamış gibi davranınız. Çünkü onlar soyut
pisliktirler. İşledikleri kötülüklerin karşılığı
olarak varacakları yer cehennemdir."
İşte bu da yüce Allah'ın kendi Resulüne ulaştırdığı
bir başka haberdir. Peygamber ve onunla birlikte olan samimi
mü'minler sağ salım olarak geri döndüklerinde bu
topluluğun neler yapacağını haber vermektedir.
Çünkü münafıklar, onların Bizanslılarla
yapılacak savaştan geri dönmeyeceklerini sanıyorlardı!
Yüce Allah onların Allah'ın adına yemin ederek
mazeretlerini pekiştireceklerini biliyordu ve bunu
peygamberine de haber verdi. Üzerine basa basa yemin edeceklerdi
ki, müslümanlar onların yaptıklarını ve
savaştan geri kalışlarını
bağışlasınlar, affetsinler. Kendilerini hesaba
çekmesinler ve cezalandırmasınlar!
Sonra yüce Allah peygamberine verdiği direktifle onlardan
yüz çevirmesini istiyor. Bu onların
bağışlanması ve affedilmesi anlamında
değildir. Aksine onlar önemsenmeyecekler ve onlardan uzak
durulacaktır. Çünkü onlar kaçınılması ve
uzak durulması gereken pisliklerdir:
"Onları azarlamayınız, bir şey
olmamış gibi davranınız. Çünkü onlar soyut
pisliktirler."
Burada soyut olan pislik somut bir halde ifade ediliyor. Aslında
onlar bedenleri ve bünyeleri itibariyle pis -yani murdar- değiller
ama ruhları ve bedenleri itibariyle pistirler. Burada
canlandırılan tablo ile onların son derece çirkin,
apaçık bir pislik oldukları ortaya konuyor. Bu da
onların pisliklerini, basitliğini,
değersizliğini ve tiksinilecek varlıklar
olduğunu pekiştirmektedir!
"İşledikleri kötülüklerin karşılığı
olarak varacakları yer, c
ehennemdir."
Onlar savaştan geri kalmakla bir kazanç elde ettiklerini,
oturmakla kâr ettiklerini, rahat ve huzuru elde ettiklerini, mal
ve afiyeti koruduklarını sanıyorlardı. Ne var
ki, onlar bu dünyada pistirler, murdardırlar. Ahirette de
kendi paylarını, nasiplerini yitirirler. Bu bütün
şekilleri ve bütün türleri ile katmerli bir hüsrandır...
Allah'dan daha doğru sözlü kim vardır?
Ayetler devam ediyor. Cihada gelmeyip evlerinde oturan bu
insanların mücahitlerin dönüşünden sonra neler
yapacaklarını haber veriyor:
"Kendilerinden hoşnut olasınız diye size
yemin ederler. Oysa siz onlardan hoşnut olsanız bile,
Allah yoldan çıkmışlar güruhundan kesinlikle hoşnut
olmaz."`
Onlar önce müslümanların kendilerini
bağışlayarak, affederek yaptıklarını
hoş görmelerini istiyorlar. Sonra bu isteklerini daha ileri
götürerek müslümanların kendilerinden hoşnut
olmalarını diliyorlar. Böylece bu hoşnutluk ile müslüman
toplumda rahat içinde yaşamayı garanti altına
almak istiyorlar! Müslümanların daha önce yaptıkları
gibi dış görünüş itibariyle müslüman oluşlarını
esas alarak kendileriyle ilişkilerini sürdürmelerini,
kendileriyle savaşmamalarını bu sürede yüce
Allah'ın yapmalarını emrettiği şekilde
kendilerine karşı sert davranmamalarını
garanti etmek istiyorlar. Nitekim bu surede yüce Allah
müslümanlar ile münafıklar arasındaki nihai
ilişkileri belirlemiştir.
Fakat yüce Allah onların nifaktan kaynaklanan bu
savaştan geri kalışlarının onları
Allah'ın dininden dışarı çıkardığını
ve kendisini islâm dininin dışına çıkan
topluluklardan hoşnut olmayacağını
bildirmektedir. İsterse onlar mazeretler ileri sürerek
yeminler ederek müslümanların kendilerinden razı ve
hoşnut olmalarını sağlamış olsunlar!
Allah'ın onlar hakkındaki hükmü kesin ve nihai
hükümdür.
İnsanların hoşnutluğu bu tür durumlarda
Allah'ın onlara öfkelenmesini değiştiremez. Ve
onlara zerre kadar fayda sağlayamaz. İsterse bu insanlar
müslüman insanlar olsun farketmez. Allah'ı razı
etmenin tek yolu bu sapıklıktan dönüş
yapmaktır. Allah'ın sapasağlam dinine dönmektir!
İşte bu şekilde yüce Allah özürsüz olarak
savaştan geri kalan bu insanların kimliğini müslüman
topluma açıklamış ve müslümanlar ile bu münafıklar
arasındaki nihai ilişkileri belirlemiştir. Nitekim
daha önce yüce Allah müslümanlar ile müşrikler ve yine müslümanlar
ile ehli Kitap arasındaki ilişkileri belirlemişti.
İşte bu sure bu konuda son ve nihai hükmü ifade
ediyordu.
İSLAM TOPLUMUNUN YAPISI
Gelecek ders Tebük savaşının eşiğinde
bulunan o zamanki islâm toplumunun yapısını ortaya
koymaktadır. Genel organik oluşumu içinde yer alan
grupları ve onların iman derecelerini tasvir etmektedir.
Onların herbirini kendi sıfatları ve eylemleriyle
birbirinden ayırmaktadır.
Onuncu cüzde bu surenin giriş kısmında
Medine'deki islâm toplumunun bu değişik düzeydeki
imanlarının tarihi nedenlerini detaylı olarak açıklamıştık.
Biz burada o açıklamanın son maddelerini aktarmakla
yetineceğiz. Böylece bir toplum içinde yaşamalarına
rağmen bu kadar değişik düzeydeki iman türlerinin
ortaya çıkışında etkili olan faktörleri
zihnimizde tekrar canlandıracağız.
Kureyşliler uzun süre islâma karşı
koymuşlardı. Bu tutum bu dinin Arap
Yarımadası'nda islâmın yayılmasını
frenleyen güçlü bir engel oluşturmuştu. Çünkü
Kureyş kabilesi, Yarımada'da ekonomi, siyaset ve
edebiyat alanlarında nüfuz sahibi olduğu kadar, din
konusunda son sözü söyleyen üstün güçtü. Bu yüzden, bu
kabilenin böylesine inatla yeni dine karşı koyuşu,
Yarımada'nın diğer yörelerinde yaşayan
Araplar'ı bu dine girmekten caydırmıştı,
en azından diğer Araplar'ı Kureyşliler ile
Peygamberimiz arasındaki savaşın sonucu belli
oluncaya kadar tereddüde ve beklemeye sürüklemişti.
Fakat Mekke fethedilince Kureyşliler, islâm karşısında
boyun eğdiler. Arkasında Taif'te Hevazin ve Sakif
kabilelerine de boyun eğdirildi. Bunlar üzerine Medine'deki
üç yahudi kabilesinin burnu iyice kırıldı. Bu
kabilelerin ikisi olan Kaynukoğulları ile
Nadiroğulları Şam'a sürüldü. Kuraydaoğulları
ortadan kaldırıldı ve Hayber kalesi kesin bir
şekilde teslim oldu. İşte bütün bu ardışık
başarılar, insanları yüce Allah'ın dinine
akın akın girmeye yönelten bir çağrı oldu,
nitekim bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında islâm
Yarımada'nın tüm yörelerine yayılmıştı.
Fakat islâm yurdunda gerçekleşen bu hızlı
yatay genişleme, Bedir zaferinden sonra toplumda meydana çıkan
hastalık belirtilerini de beraberinde getirmişti.
Üstelik bu defa hastalık belirtilerinin çapı daha da
genişti. Oysa Bedir zaferini izleyen yedi yıl boyunca
uygulanan sürekli ve yoğun eğitim çabası sonunda
toplum, bu hastalıklardan tamamen kurtulmanın
eşiğine gelmişti.
Eğer vaktiyle Medine toplumu, bir bütün olarak bu inanç
sisteminin sağlam üssü ve bu yeni toplumun sarsılmaz
kalesi haline getirilmemiş olsaydı, Yarımada'da gerçekleşen
bu hızlı yatay genişleme, islâm hesabına büyük
bir tehlike oluşturacaktı. Fakat yüce Allah bu dinin
gelişim aşamalarını planlamış, onu gözetimi
altına almıştı. Bunun sonucu olarak Bedir
zaferinin sağladığı göreceği
genişlemenin arkasından nasıl Muhacirlerin ve
Ensar'ın ölçülerinden oluşmuş bir avuç ihlaslı
mü'mini bu dinin güvenli kalesi olmak üzere hazırladı
ise, Mekke fethini izleyen hızlı genişleme döneminde
de bir bütün halinde Medine toplumunun islâma güvenli kale
olmasını sağlamıştı. Hiç kuşkusuz
Allah, dinini geliştirme uğrunda, kimi ya da kimleri görevlendireceğini
herkesten iyi bilir.
Bu hızlı genïşlemenin yolaçtığı
bunalımın ilk belirtisi, Huneyn savaşında
meydana çıkmıştı. İncelemekte
olduğumuz "Tevbe" suresinde bu olaydan şöyle
söz ediliyor:
"Gerçekten Allah size birçok yerde, birçok olayda olduğu
gibi Huneyn savaşı günü de yardım etti. Hani o gün
sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize
yolaçmıştı da bu kalabalık size hiçbir yarar
sağlamamıştı, yeryüzü onca genişliğine
rağmen size dar gelmişti de sonra arkanıza dönüp
kaçmıştınız."
"Bu bozgunun arkasından Allah, peygamberinin ve mü'minlerin
kalplerine güven duygusu indirdi ve
göremediğiniz
askerler göndererek kâfirleri azaba çarptırdı. Kâfirlerin
görecekleri karşılık budur."(!)
Bu bozgunun ilk plandaki görünür sebeplerinden biri
şuydu: Fetih günü bu dine girmiş iki bin kişilik
bir "zoraki" müslümanlar grubu, Mekke'yi fetheden
onbin kişilik ordu ile birlikte bu savaşa
katılmıştı. İşte bu ikibin
kişilik grubun onbin kişilik ordunun arasına
katılması birliğin sarsılmasına yolaçtı.
Hevazin kabilesinin sürpriz bir saldırı düzenlemiş
olması faktörünü de buna eklememiz gerekir. Çünkü
ordunun tümü Bedir savaşı ile Mekke fethi
arasında geçen uzun dönem boyunca eğitilen ve iç
uyuma kavuşturulan o samimi ve sarsılmaz çekirdek
kadrodan oluşmuyordu.
Tebük savaşı sırasında ortaya çıkan
hastalık belirtileri ile üzücü görüntüler de bu hızlı
yatay genişlemenin, bu genişleme sonunda islâma giren
yeni gruplardaki farklı iman düzeyinin ve disiplin eksikliğinin
yolaçtığı doğal bir sonuç olarak meydana
gelmişlerdi. İşte Tevbe suresi bu hastalık
belirtilerini gündeme getirmiş, değişik üsluplu
ayrıntılı ve uzun tahlillerinde bu bunalımlara
parmak basmıştır. Yukarda bu surenin çeşitli
kesitlerini örneklendiren seçme ayetleri sunarken, bu tahlillere
değinmiştik.
Ana hatlara ilişkin bu açıklamadan sonra bu dersin
ayetlerini detaylı olarak incelemeye geçebiliriz.