Yaradılışlarındaki bir sakatlıktan,
takattan kesen bir ihtiyarlıktan dolayı aciz ve güçsüz
düşenlere, hareket ve mücadele güçleri ellerinden alınan
hastalara ve savaş donanımını
karşılayacak kadar imkanları olmayan yoksullara...
Evet işte bu kesimlerin hepsine savaş meydanından
geri kaldıkları halde eğer kalpleri Allah ve
peygamberi ile beraber ise, hainlik yapmaz ve aldatmazlarsa,
bununla birlikte savaştan daha hafif olan görevlerini yapar.
Darul-islâmda (islâm yurdunda) bekçilik, koruma, kadınların
başında durma veya müslümanlara fayda getiren başka
hizmetlerde bulunma gibi işlerle uğraşırlarsa,
işte bu durumda onların savaştan geri
kalmalarında bir sakınca yoktur. Çünkü onlar
güçlerinin yettiği ölçüde iyi işler
yapmaktadırlar. İyi işler yapanlara kınama ve
suçlama yoktur. Ancak kötülük yapanlara kınama ve suçlama
vardır.
Aynı şekilde savaşacak güçleri oldukları
halde savaşın yapıldığı yere kadar
kendisini taşıyacak binekleri olmayanlara
karşı da bir kınama ve suçlama olamaz. Çünkü
onlar fakirlikten dolayı savaşa katılmaktan mahrum
kaldıklarına gerçekten üzülürler, öyle üzülürler
ki, gözlerinden yaşlar boşanır. Zira maddi yönden
destek olacak güçleri de yoktur.
Bu, cihada karşı duyulan samimi isteğin etkili
bir tablosudur. Bu görevi yerine getirmekten mahrum olmanın
gerçek üzüntüsünü dile getirmektir. Bu, aynı zamanda
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde
müslüman bir cemaatin pratik hayatında görülen gerçek
bir tablodur. Bu konuda rivayetler isimlerin belirlenmesinde çelişkiler
gösterse de, bu olayın bir realite olduğunda
birleşmektedir.
Avf, İbn-i Abbas'tan rivayet ediyor:
"Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- kendisi
ile birlikte savaşa çıkmalarını insanlara
emretmişti. Abdullah İbn-i mağfil el-Maziri'nin de
içinde yeraldığı bir grup sahabi, Peygamberimize
geldi. Ve:
"Ey Allah'ın peygamberi bize binek ver" dediler.
Peygamberimiz ise onlara:
"Allah'a yemin ederim ki, size verebilecek bineklerini yok"
cevabını verdi.
Onlar da ağlaya ağlaya geri döndüler. Cihaddan geri
kalmak, binek ve azık bulamamak onlara ağır geldi.
Yüce Allah onların kendisini ve peygamberini bu derece
sevdiklerini görünce Kur'an-ı Kerim'de onların
mazeretlerini kabul etti."
Mücahid der ki: Bu ayet, Müzeyne kabilesinden Mukrinoğulları
hakkında inmiştir.
Muhammed İbn-i Ka'b der ki: Bu sahabiler yedi kişiydi.
Bunlar Amr İbn-i Avfoğulları'ndan Salim İbn-i
Avf, Vakıfoğulları'ndan Ebu Leyla diye bilinen
Abdurrahman İbn-i Ka'b, Malaoğulları'ndan Fazlullah,
Selemeoğulları'ndan Amr İbn-i Ateme, Abdullah
İbn-i Amr ve Müzeni idi.
İbn-i İshak, Tebük savaşından söz ederken
der ki:
"Sonra bazı müslümanlar Peygamberimize -salât ve
selâm üzerine olsun gözleri yaşlı olarak geldiler.
Bunlar yedi adamdı. Bir kısmı Ensar'dan, bir
kısmı diğer gruplardandı. Bunlar Amr
İbn-i Avfoğulları'ndan Salım İbn-i Umey,
Harisoğulları'mn kardeşi Aliy'le İbni- Zeyd,
Mazinoğulları'nın kardeşi Ebu Leyla
Abdurrahman İbn-i Ka'b, Selemeoğulları'nın
kardeşi Amr İbn-i Hammam, İbn-i Camuh, Abdullah
İbn-i Mağfil el-Müzeni, (Bazıları bu
adamın Abdullah İbn-i Amr el-Müzeni olduğunu söylerler)
Vakıfoğulları'ndan Harma İbn-i Abdullah ve
İyad İbn-i Sariye el-Fizari idi. Peygamberimizden -salât
ve selâm üzerine olsun binek istediler. Çünkü bunlar fakir
kimselerdi. Peygamberimiz:
"Size verebilecek binek bulamıyorum"
cevabını verdi. Onlar geri döndüklerinde harcayacak
malları bulunmadığı için üzüldüler ve
gözlerinden yaşlar boşandı.
İşte böyle bir ruh ile islâm zafere kavuştu.
Yine böyle bir ruh ile egemenliği eline geçirdi. Şimdi
bakalım kendimize: Biz neredeyiz, onlar nerede? Bizim ruhumuz
nerede, bu küçük topluluğun ruhu nerede? Eğer bu
duyguların en azından bir kısmının gönlümüzde
yer aldığını görebiliyorsak, o zaman zafer ve
üstünlük isteyelim. Yoksa kendimize bir çeki düzen verelim.
Bu duygulara yaklaşmaya çalışalım. O zaman yüce
Allah bize yardım edecektir.
ONBİRİNCİ CÜZ
Bu cüz, büyük bir bölümü onuncu cüzde geçen Tevbe
suresinin geri kalan kısmı ile Yunus suresinden meydana
gelmektedir. Önce Tevbe suresinin kalan kısmına devam
edeceğiz. Yunus suresini ise inşaallah bu cüzün ilgili
bölümünde tanıtacağız.
Onuncu cüzde Tevbe suresinin girişinde onun
yapısını indiği sıradaki çevre
şartlarını ve gelişmeleri müslüman toplum
ile diğer toplumlar arasındaki nihai ilişkileri ve
islâmın hareket metodunun yapısını açıklamanın
önemini ortaya koyan şu bölümlere yer vermiştik:
Bu sure Medine'de indi. Kur'an'ın en son inen suresi
değildi, ama son inen surelerden biridir. Bu niteliği yüzünden
bu sure, gerek müslüman toplumun içe dönük ilişkileri
konusunda ve gerekse yeryüzündeki diğer milletler ile müslüman
toplumun arasındaki ilişkiler konusunda uyulacak nihai hükümleri
içerir. Bunun yanısıra müslüman toplumun sınıflandırılmasını,
ele alır, değer yargılarını, sosyal
mevkilerini, toplumdaki her kesimin ve her zümreyi belirler;
toplumu bir bütün olarak tanımladığı gibi
toplumun her kesimini ve her zümresini de ayrıntılı
somut ve açık bir şekilde tanımlar.
Bu açıdan bakınca Tevbe suresi, islâmın
uygulama yöntemini, bu yöntemin aşamalarını ve
adımlarını açıklama konusunda özel bir önem
taşır. Özellikle bu surenin içerdiği nihai hükümler
ile daha önceki surelerde yeralan geçici hükümleri birbirleri
ile karşılaştırdığımızda
bu özel anlam daha da ön plana çıkıyor.
Bu karşılaştırma bir yandan bu sistemin ne
oranda esnek olduğunu ve öbür yandan da ne kadar kesin
sözlü olduğunu ortaya koyar.
Eğer bu karşılaştırma yapılmazsa
somut uygulama şekilleri, hükümler ve kurallar birbirine
karışır. Nitekim geçici hüküm içeren bir ayet
yerinden alınıp nihai hüküm ifadeye zorlandığı
ya da nihai hüküm ifade eden ayetler zoraki bir uyum sağlama
amacı ile geçici hükümlerle bağdaşacak
şekilde yorumlanmak istendiğinde de aynı kavram
kargaşası ile karşılaşırız.
Özellikle cihad konusunda ve müslüman toplum ile diğer
yabancı toplumlar arasında bu kavram kargaşası
daha etkili biçimde kendini gösterir. Yüce Allah'dan dileğimiz
odur ki, gerek bu sureyi tanıtan yazımızda ve
gerekse surenin ayetlerinin ayrıntılı açıklaması
sırasında bu muhtemel tehlikeyi, yani yanlış
yorumlamadan kaynaklanabilecek kavram kargaşasına düşme
tehlikesini anlaşılır bir dille açıklamaya
muvaffak olalım.
Yine surenin giriş kısmında bu surenin konu,
atmosfer ve şartlar açısından bir bütünlük oluşturmakla
beraber, değişik bölümlerden oluştuğunu ve
her bölümün kendi konusunda en son hükümleri açıkladığını
belirtmiştik. Bu surenin ilk bölümü Arap Yarımadası'ndaki
müslümanlar ile müşrikler arasındaki nihai
ilişkilerle ilgili hükümleri açıklamaktaydı... İkinci
bölüm ise, yine müslümanlar ile bütün ehli Kitap arasındaki
ilişkilerle ilgili hükümleri açıklıyordu.