Bu ayetin nüzul sebebine ilişkin rivayet edilen
kıssa münafıkların Allah yolunda harcamada
bulunmaya ve bunun insanın gönlü üzerindeki etkilerine ve
yanlış bakış açılarını tasvir
etmektedir.
İbn-i Cerir, Yahya İbn-i Ebi Kesir ve Said
kanalıyla Katade ve İbn-i Ebi Hatim'den, Hakem
İbn-i Eban kanalıyla İkrime'den değişik
kelimelerle şu olayı rivayet etmektedir.
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Tebük savaşının
hazırlığı konusunda müslümanları mali
desteğe teşvik ediyordu. Abdurrahman İbn-i Avf 4000
dirhem getirdi ve:
"Ey Allah'ın elçisi benim sekizbin dirhemim vardı.
Yarısını getirdim. Yarısını da
bıraktım, dedi.
Peygamberimiz: "Allah evde
bıraktığını da getirip verdiğini de
kabul eylesin" buyurdu. "Ebu Akil de bir Sa hurma
getirdi ve:
"Ey Allah'ın Rasulü iki Sa hurma kazandım bir
tanesini Rabbime ödünç verdim, bir Sa'ını da çoluk
çocuğuma bıraktım" dedi.
Münafıklar Ebu Akil'in bu hareketiyle dalga geçtiler ve:
İbn-i Avf'ın verdiği gösterişten
başka bir şey değildir. Allah ve Rasulü şu
adamın bir Sa'ından müstağni değil midir?
dediler.
Başka rivayetlerde belirtildiğine göre onlar bütün
gecesini 2 sa ücret almak için çalışarak geçiren ve
bunları aldığında da bir tanesini alıp
Peygamber'e getiren Ebu Akil için:
"O ancak kendisinden söz edilmesini istemiştir"
demişlerdir.
İşte onlar bu şekilde içten gelen arzularıyla
gönül rızası ve vicdanlarının huzuruyla
herkes kendi gücü ve imkânlarıyla cihad eylemine
katılma arzusu içinde hareket eden, mali destek almaya çalışan
mü'minler hakkında bu tür dedikodular yapıyorlardı.
Çünkü onlar mü'min gönüllerin bu kadar istekli oluşlarını
anlayamıyorlardı. Kendi arzularıyla yardımda
bulunmadıkça huzura kavuşmayan vicdanların
duyarlılığını kavramıyorlardı.
Zorluklara, fedakârlıklara ve imanın gereklerine
katılmak için gerekli olan kişisel arzu ve isteklerle
kanat çırpan duyguları anlayamıyorlardı.
İşte bu nedenle, fazlasıyla yardımda bulunana
o ancak gösteriş için veriyor. Az verene ise, o kendinden
söz ettirmek istiyor diyorlardı. Böylece çok yardımda
bulunanı çok verdiğinden dolayı horluyorlardı.
İyilik yapan her iki taraf da onların
eleştirilerinden ve kınamalarından
kurtulamıyordu. Halbuki onların kendileri yerlerinde
oturuyor, geri duruyor, ellerini sıkı sıkıya
kapatıyor, içlerini cimrilikle dolduruyorlardı. Ancak gösteriş
için harcamada bulunuyorlardı. Ve bu basit ve değersiz
etkenden başka gönüllerini yardıma, nifaka sevkedecek
başka neden bulamıyorlardı.
İşte bu nedenle onlara kesin, açık bir cevap
veriliyordu.
"Allah onları maskaraya çevirmiştir.
Onları acıklı bir azap beklemektedir."
Ne korkunç bir maskaralık, ne korkunç bir akıbet! Yüce
kudret sahibi ve yaratıcı olan Allah nerede şu fani,
zayıf, küçük, basit insan topluluğu nerede? Yüce
Allah onları maskaraya çeviriyor? O'nun azabı mı
bunları bekliyor? Bu gerçekten korkunç, dehşet verici
ve ürkütücü bir olaydır.
Gönülden ekonomik destekte bulunan mü'minleri bu
şekilde eleştiren ve onlara dil uzatan o münafıkların
akıbetleri artık kesinleşmiştir. Bunun
değiştirilmesi sözkonusu değildir.
"Allah onları kesinlikle affetmez."
Bağışlanma dilemek onlara fayda vermeyecektir.
Artık bağışlanmanın dilenmesi ile
dilenmemesi arasında fark yoktur.
Öyle anlaşılıyor ki, Peygamberimiz -salât ve
selâm üzerine olsun- günahkârlar için bağışlanma
diliyordu. Allah'ın onları
bağışlaması ümidiyle bunu yapıyordu.
Şu münafık grubu gelince bunların akıbetleri
belli olduğunu ve bundan herhangi bir değişiklik
olmayacağını bildirmiştir.
Onlar doğru yoldan sapmışlardır. Artık
dönüş yapmaları da beklenemez. Kalpleri de
bozulmuştur. Artık kalplerinin düzelmeleri de mümkün
değildir.
"Onlar adına yetmiş (istediğin kadar çok)
af dilesen de Allah onları kesinlikle affetmez."
Burada kullanılan `yetmiş' sayısı
belirlenmiş bir sayı değil, çokluğu ifade
etmek için kullanılmıştır. Genel anlamı
şudur:
Artık onlar için affedilme beklenemez. Çünkü onlara
tevbe kapısı kapanmıştır.
İnsanın kalbi, bozukluğun belli bir
dozajını aştıktan sonra artık düzelmez.
Sapıklıkta belli bir noktaya geldiğinde artık
ondan sonra hidayete ulaşması beklenemez. Kalplerin
halini en iyi bilen Allah'tır.
Şimdi Kur'an-ı Kerim bir daha sözü Tebük savaşında
Resulallah ile beraber hareket etmeyip, geri kalan münafıklara
getirmektedir: