Onlar iman ettiklerini iddia ettikleri halde yüce Allah'ın
her gizli sırrı bildiğini, kendi aralarındaki
tüm konuşmalardan haberdar olduğunu, insanlardan gizli
olarak kendi aralarındaki gizli
fısıldaşmalarını gördüğünü
bilmiyorlar mı? Yüce Allah'ın her türlü gizli kapalı
"gayb" bildiğini, gönüllerdeki niyetlerin gerçek
mahiyetinden haberi olduğunu bilmiyorlar mı? Halbuki
Allah'ın bunları bildiğini bilmelerinin sonucu
olarak hiçbir niyetlerini, Allah'tan gizlememeleri gerekirdi.
Allah'a verdikleri sözden caymamaları ve verilmiş olan
taahhütte yalancılık yapmamaları gerekirdi.
Bu üç ayetin iniş sebebiyle ilgili birtakım
rivayetler vardır. Biz bunlardan İbn-i Cerir ve
İbn-i Ebu Hatemin Mua'n hadisinden aldıkları
rivayet ile Ebu Umame el Bahili'nin Salebe İbn-i Hatıp
el-Ensari'den aldığı rivayeti burada vereceğiz.
Bu rivayete göre Salebe, Peygamberimize -salât ve selâm
üzerine olsun"Allah'a dua et ki, bana bir servet versin"
demiştir. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-:
"Yazıklar olsun sana ey Salebe! Şükrünü eda
ettiğin az bir mal güç yetiremeyeceğin kadar çok
maldan hayırlıdır" buyurmuştur.
Salebe Allah'ın peygamberi gibi olmaya razı
değil misin? Allah'a yemin ederim ki: "Eğer ben
dağların altın ve gümüş olmasını
dileseydim, olurlardı'" buyurdu.
Salebe şöyle dedi:
"Seni gerçek bir peygamber olarak gönderen Allah'a yemin
ederim ki, eğer sen benim için dua etsen ve Allah da bana
bir servet verecek olsa, şüphesiz bir hak sahibine hakkını
veririm."
Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
şöyle buyurdu:
"Allah'ım Salebe'ye bir servet ver."
Rivayete göre Salebe kendisine bir koyun aldı ve bu
koyunu böcekler gibi çoğalmaya başladı.
Artık Medine ona dar gelmeye başladı. Medine'den
ayrılarak yakındaki bir vadiye yerleşti. Bu
sırada öğlen ve ikindi namazlarını cemaatle
birlikte kılıyor, diğerlerinde cemaate gelemiyordu.
Sonra sürüleri daha da çoğaldı. Salebe bir daha
uzağa çekildi. Artık beş vakit namaza gelemiyordu.
Sadece Cuma namazlarına gelebiliyordu. Malları çoğalmaya
devam ediyordu, neticede Cuma'yı da terketti. Şimdi Cuma
günleri kervanların yolunu bekliyor, onlardan haber almaya
çalışıyordu.
Bir ara Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-:
"Salebe ne yapıyor acaba? diye sordu. Ashab:
"Ey Allah'ın Rasulü, bir koyun satın
almıştı. Sonra mallarına Medine dar gelmeye
başladı"... diyerek durumu anlattılar.
Rasulullah buyurdu ki:
"Yazık oldu Salebe'ye! Yazık oldu Salebe'ye!
Yazık oldu Salebe'ye!
Yüce Allah onların mallarından sadaka al... ayetini
indirdi. Sonra zekâtı nereye verileceğini belirten
ayetler indi. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
müslümanlardan iki kişiyi zekât gelirlerini toplamak
üzere görevlendirdi. Bu adamlardan biri Cüheyne kabilesinden,
diğeri Süleym kabilesindendi. Peygamber onlara
müslümanlardan zekât gelirlerini nasıl
toplayacaklarını belirten bir de yazılı belge
verdi. Ve onlara şöyle dedi:
"Salebe'ye ve beni Süleym kabilesinden falan adama uğrayın
ve onların zekât gelirlerini alın."
Görevliler Salebe'ye gittiler ve ondan zekât gelirlerini
istediler. Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun-
kendilerine vermiş olduğu mektubu ona okudular. Salebe:
"Bu cizyeden başka bir şey değildir. Bu
istediğiniz zekât cizyenin kardeşinden başka bir
şey değildir. Ben bunun ne olduğunu
anlayamadım? Gidiniz, işlerinizi bitirdikten sonra
tekrar bana geliniz."
Süleym kabilesinden olan adam ise, bu görevlilerin geleceğini
duymuştu. Develerinin en güzellerini tesbit etti ve onları
zekât için ayırdı ve Allah Resulü'nün görevlilerini
onlarla karşıladı. Görevlileri onun bu hareketini
gördüklerinde:
"Sana bu kadarı zorunlu değildir. Ve biz senden
bunu almak istemiyoruz" dediler. Adam:
"Yok, alın. Ben bunu kendi gönül rızamla
veriyorum, ben bunları onun için ayırmıştım"
dedi.
Görevliler de onun bu mallarını aldılar,
başkalarına da uğrayıp zekât gelirlerini
topladılar. Tekrar Salebe'ye döndüklerinde:
"Şu mektubunuzu gösterin bana" dedi. Mektubu
okudu ve:
"Bu cizyeden başka bir şey değildir. Bu
istediğiniz zekât, cizyenin kardeşinden başka bir
şey değildir. Gidiniz, ben biraz düşüneyim"
dedi.
Görevliler de gittiler. Resulullah'ın yanına
vardıklarında Peygamber onları görüp daha onlarla
konuşmadan "yazıklar olsun Salebe'ye" dedi
ve Süleym kabilesinden olan adama bereket için dua etti.
Görevliler Salebe'nin yaptıklarını ve Süleym
kabilesinden olan adamın yaptıklarını ona
haber verdiler. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:
Allah
senin hakkında şöyle şöyle ayet indirdi"
dedi. Salebe kalktı. Peygamber'in yanına geldi. Ve zekât
mallarını kabul etmesini diledi. Peygamberimiz -salât
ve selâm üzerine olsun-:
"Allah senin zekât gelirlerini almamı yasakladı"
buyurunca Salebe, başına toprak saçmaya başladı.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- O'na: "Bu senin
kendi yaptığındır, daha önce sana emrettiğim
halde sen bana itaat etmemiştin" buyurdu.
Peygamber O'nun zekâtını almayı reddedince,
tekrar evine döndü. Resulallah vefat edinceye kadar ondan zekâtı
kabul etmedi. Sonra Ebubekir halife seçildiğinde O'na gitti
ve:
"Sen peygamberin katındaki derecemi ve Ensar
arasındaki yerimi biliyorsun, zekât mallarımı
kabul et" dedi. Ebubekir O'na:
"Peygamberimiz senin zekâtını kabul etmedi, ben
de kabul edemem" karşılığını
verdi. Ebubekir vefat edinceye kadar onun zekâtını
almadı. Hz. Ömer halife seçildiğinde yine geldi ve
"Ey mü'minlerin başkanı, benim zekât mallarımı
kabul et" dedi. Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun-:
Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir onu kabul etmediği halde,
ben mi onu kabul edeceğim?
karşılığını verdi. Hz. Ömer vefat
edinceye kadar onun zekâmı almadı. Hz. Osman halife seçildiğinde
ona da geldi ve:
"Zekât mallarımı kabul et" diye teklif
etti. Hz. Osman -Allah ondan razı olsun- Peygamber, Hz.
Ebubekir ve Hz. Ömer O'nu kabul etmemişken, ben mi onu kabul
edeceğim? karşılığını verip zekâtını
kabul etmedi. Ve böylece Salebe Hz. Osman'ın halifeliği
döneminde öldü gitti.
İsterse bu olay ayetlerin indiği zamanda gerçekleşmiş
olsun, isterse ayetlerle ilgili başka olaylar sözkonusu
olsun, ayetlerin anlamı geneldir. Genel bir durumu tasvir
etmektedir. Tam, kesin bir inanca kavuşmayan ve imanın
tam anlamıyla içlerine sirayet etmediği gönüllerin
her zaman görülebilecek bir tipini çizmektedir. Eğer
ayetlerin inişini bu olaya bağlayan rivayet doğru
ise, o zaman peygamberi Salebe'nin zekât gelirlerini ve tevbe edişini
kabul etmekten alıkoyan neden, O'nun sözünde durmamak ve
Allah adına yalan söylemek gibi sıfatları
insanın kalbinde kıyamete kadar bir nifak doğuracak
sıfatlar olarak görmesidir. İşte bu nedenle
Peygamber onun dış görünüşüne aldanmamış,
şeriatın istediği şekilde ona dış görünüşüyle
muamele etmemiştir. Kuşkusuz bu şekilde
bildiği bir duruma göre onunla muamele etmiştir.
Çünkü bunu her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan
Allah, ona bildirmiştir. Peygamberin bu uygulaması onun
için bir uslandırma amacı güdüyordu. Bu nedenle
zekâtı kabul edilmiyordu. Bununla beraber o, mürted sayılmıyor
ve riddet cezasına çarptırılmıyordu. Müslüman
olarak da kabul edilip zekât alınmıyordu. Fakat bu
demek değildir ki, hukuki açıdan zekât münafıklardan
alınmaz. İslâm hukuku kesin bir bilginin olmadığı
durumlarda insanların dış görünüşlerini
esas alır. Ve onlara bu şekilde muamele yapar.
Peygamberin bu uygulaması ise özel bir uygulamadır.
Başka olaylar ona kıyas edilemez.
Şu kadar var ki, bu olayın rivayeti ilk müslümanların
payları belirlenmiş olan zekâta bakış açılarını
ortaya koymaktadır. Onlar bunu kendileri için bir nimet
olarak kabul etmişlerdir. Kim bu nimeti vermekten veya bu
nimetin kendisinden kabul edilmesinden mahrum edilirse, artık
o hüsrana uğramıştır. Zekâtı
reddedildiğinden dolayı, acınması gereken bir
adam durumundadır. Onlar yüce Allah'ın şu sözünde
gizli ve gerçek anlamı çok iyi biliyorlardı.
"Mallarının bir bölümünü sadaka olarak al.
Ve bu yolla onları temizle. " (Tevbe 103)
Bu onlar için bir ganimet idi. Yoksa üstlerine aldıkları
bir borç olarak görmüyorlardı. İşte
Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla
yerine getirilen bir görev ile kanunun zorunlu kıldığı
ve vermeyenlerin cezalandırıldığı bir
vergi arasındaki fark da budur!
DİRAYET DERİNLİĞİ
Şimdi ise Kur'an-ı Kerim münafıkların
başka bir düşüncesine değinmektedir. Onların
zekâta bakış açısı gerçek mü'minlerin
zekâta bakış açılarına
aykırıdır. Onlar zekâtı olması
gerektiği şekilde anlamıyorlar.
Yapılarının bozuk ve içlerinin karışık
olmalarından kaynaklanan kaş göz hareketlerine başvurmalarının
nedeni ortaya konmaktadır.