O |
Tevbe
|
O |
|
42- Eğer yakın vadeli bir kazanç ve kısa bir
yolculuk sözkonusu olsaydı, mutlaka peşinden gelirlerdi.
Fakat bu sıkıntılı yolculuk onlara uzun geldi.
Allah adına yemin ederek, "Eğer gücümüz yetseydi,
kesinlikle sizinle birlikte sefere çıkardık"diyerek
kendilerini mahvedecekler. Oysa Allah biliyor ki, onlar yalan söylüyorlar.
43- Allah affetsin seni. Kimlerin doğru söylediği
belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduğunu
belirleyinceye kadar onlara niçin izin verdin?
44- Allah'a ve ahiret gününe inananlar, malları ile ve
canları ile cihad etmekten geri kalmak için senden izin
istemezler. Allah kötülükten sakınanları bilir.
45- Senden savaştan muaf tutulmaları yolunda izin
isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar, kalpleri kuşkuya
kapılıp bu kuşkuları içinde bocalayanlardır.
46- Eğer onlar sefere çıkmak isteselerdi, bunun için
hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, sefere çıkmaya
kalkışmalarını istemediği için onları
böyle bir girişimden alıkoydu. Kendilerine "Kadın,
çocuk, yaşlı, hasta gibi) savaşma gücünden
yoksun kimselerle birlikte siz de evlerinizde oturunuz "
dendi.
47- Eğer sizinle birlikte sefere çıksalardı,
size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmazdı, sizi birbirinize düşürmek için aranıza
atılacaklar, balıklama dalacaklardı. Aranızda
onların sözlerine kulak verecekler de vardı. Allah
zalimlerin kimler olduğunu bilir.
48- Onlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler,
sana karşı çeşitli entrikalar çevirmişlerdi.
Sonunda gerçek geldi ve onların istememesine rağmen,
Allah'ın emri üstün çıktı.
Eğer yapılan iş, bu dünyanın kazanç
getiren işlerinden biri olsaydı, sefer de kısa
mesafeli ve akıbeti tehlikeli olmayan bir yolculuk
olsaydı, peşinden gelirlerdi. Fakat bu sefer, hayli zor
ve uzun mesafelidir. Bu seferde iradesi zayıf, arzuları
ve istekleri dağınık insanlar isteksizlik duyarlar.
Bu tehlikeli bir iştir. Ürkek ruhlular, korkak kalpliler bu
durumda endişeye kapılırlar. Bu öyle yüce ve
üstün bir ufuktur ki, onun karşısında zayıf
iradeli, ürkek bünyeli insanlar sönüp giderler.
Bu, insanlık tarihinde benzerleri her zaman görülecek
olan bir insan tipidir. Kur'an-ı Kerim bu tipi birkaç
ölümsüz sözle tasvir etmektedir:
"Eğer yakın vadeli bir kazanç ve kısa bir
yolculuk sözkonusu olsaydı, mutlaka peşinden gelirlerdi.
Fakat bu sıkıntılı yolculuk onlara uzun geldi."
Onlar çoğunlukla yüce ve onurlu ufuklara yükselen
yoldan uçuruma yuvarlanmış kimselerdir. Onlar çoğunluk
yolun uzunluğu nedeniyle yorgun düşmüş, kervandan
geri kalmış, basit bir mala veya ucuz bir arzuya ilgi
duymuş kimselerdir. Onlar insanlığın her yerde
ve her zaman bilip tanıdığı çoğunluktur.
Onlar herhangi bir dönemde ortaya çıkmış geçici
bir azınlık değildir. Her yerde ortaya çıkan,
görülebilen tiplerdir. Onlar birtakım çıkarlar elde
ettiklerini, arzularına ulaştıklarını,
pahalı bir fiyat ödemekten kurtulduklarını
zannetseler de hayatın kenarında yaşarlar. (İğreti
bir hayat yaşarlar) Çünkü az bir para ile ancak çok değersiz
ve ucuz bir şey alınabilir.
"Allah adına yemin ederek, "Eğer gücümüz
yetseydi, kesinlikle birlikte sefere çıkardık"
derler..."
İşte bu, her zaman zaafla yanyana bulunan
yalandır. Ancak zayıf insanlar yalan söyleyebilirler.
Evet, bazı zamanlarda kendisini güçlü kuvvetli olarak
görse de, zayıf olan insandan başkası yalan söylemez.
Güçlü olan mertçe karşı koyar. Zayıf olan ise,
idare eder. Bu kural, hiçbir durumda ve hiçbir günde
şaşmış değildir...
"Kendilerini mahvedecekler."
Bu yemin ile ve bu yalan ile... Onlar bu şekilde
davranmakla insanların katında bir kurtuluş yolu
bulduklarını sanıyorlar. Halbuki Allah gerçeği
biliyor. Bu gerçeği insanlara açıklıyor.
Dolayısıyla yalancı insan, dünyada bile yalanı
yüzünden mahvoluyor. İnkâr etmenin fayda vermeyeceği
ahiret gününde ise, bir daha mahvolacak.
"Oysa Allah biliyor ki, onlar yalan söylüyorlar."
"Allah affetsin seni. Kimlerin doğru söyledikleri
belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduklarını
belirleyinceye kadar onlara niçin izin verdin?"
Bu, yüce Allah'ın peygamberine lütfudur. Ona serzenişte
bulunmadan önce, onu affettiğini bildiriyor. Çünkü bazı
savaşa çıkmak istemeyenler, Peygamberimizin -salât ve
selâm üzerine olsun- izninin arkasına
sığınarak, ona birtakım mazeretler ileri sürerek,
evlerinde oturmuşlardı. Onların bu mazeret ileri sürmelerinde
doğru mu, yalan mi söyledikleri ortaya çıkmadan
peygamber mazeretlerini kabul etmişti. Çünkü onlar,
peygamber izin vermese dahi savaştan geri kalacaklardı.
O zaman da gerçek kimlikleri ortaya çıkacak, ikiyüzlülük
maskeleri düşecekti. İnsanlar onların ne tür bir
yapıya sahip olduklarını göreceklerdi. Peygamberin
izninin ardına gizlenemeyeceklerdi.
Böyle olmayınca, Kur'an-ı Kerim onların
kimliklerini ortaya çıkarmayı bizzat kendisi üstlendi.
Mü'minleri ve münafıkları birbirinden ayıracak
ilkeleri bizzat kendisi belirledi:
MUTLAK AYIRAÇ
"Allah'a ve ahiret gününe inananlar, malları ve
canları ile cihad etmekten geri kalmak için senden izin
istemezler. Allah kötülükten sakınanları bilir."
"Senden savaştan muaf tutulmaları yolunda izin
isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar, kalpleri kuşkuya
kapılıp bu kuşkuları içinde bocalayanlardır."
İşte bu şaşmayan bir ilkedir. Allah'a iman
edenler, mükafat ve ceza gününe inananlar, cihad görevlerini
yapmaktan kaçarak kendilerine izin verilmesini istemezler. Can ve
malla Allah yolunda savaşa çıkma çağrısını
yapan davetçinin çağrışım, kulak ardı
etmek istemezler.
Aksine piyade, süvari demeden, Allah'ın kendilerine
emrettiği biçimde, O'nun yolunda savaşa koşarlar.
Emrine bağlılık, O'nun buluşmaya ilişkin
vadine kesin inanç, cezasına ve mükafatına tam bir güven
ile, O'nun rızasını elde etmek için, hem de bu
eylemi kendi istekleriyle gönüllü olarak yaparlar. İzin
verilmesini istemek bir yana, savaşa teşvik edilmeye
bile ihtiyaçları yoktur onların. Ancak kalpleri kesin
imandan boşalmış insanlar izin isterler. Böyleleri
gönülsüz hareket ederler. Mazeret bulmaya çalışırlar.
Dış görünüş olarak
bağlılıklarını ileri sürdükleri inanç
sisteminin getirdiği yükümlülüklerle, bu
yükümlülükleri yerine getirme ile kendileri arasında
herhangi bir engel bulup buluşturmaya çalışırlar.
Onlar bu inançları hususunda dahi kuşkuludurlar ve
onlar işte bu kuşku içinde debelenip durmaktadırlar.
Allah'a giden yol, hiç kuşkusuz apaçık ve
dosdoğrudur. Bu yolu bilmeyen veya bildiği halde yolun
zorluklarına katlanmak istemediği için başka
taraflara çekmeye çalışandan başkası, bu
konuda tereddüt geçirmez ve takılıp kalmaz!
Allah'a giden yol, hiç kuşkusuz apaçık ve
dosdoğrudur. Bu yolu bilmeyen veya bildiği halde yolun
zorluklarına katlanmak istemediği için başka
taraflara çekmeye çalışandan başkası, bu
konuda tereddüt geçirmez ve takılıp kalmaz!
Oysa savaştan geri kalan bu insanlar savaşabilecek güçte
bulunuyorlardı. Ellerinde imkânları vardı ve
savaşa hazır durumdaydılar.
"Eğer onlar sefere çıkmak isteselerdi, bunun için
hazırlık yaparlardı." Bu adamların
arasında Abdullah İbn-i Ubey, İbn-i Selul ve Cedd
İbn-i Kays da vardı. Bunlar kendi çevreleri içinde
ileri gelen, servet sahibi zenginlerdi.
"Fakat Allah, savaşa çıkmaya
kalkışmalarını istemediği için."
Çünkü Allah, onların karakterlerini ve ikiyüzlülüklerini
biliyordu. İlerde görüleceği gibi, onların müslümanlara
karşı içlerinde ne kötü planlar kurduklarından
haberdardı.
"Onları böyle bir girişimden alıkoydu."
Onların içinde savaşa çıkma arzusunu harekete
geçirmedi.
"Kendilerine, "Kadın, çocuk, yaşlı,
hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimselerle birlikte siz
de evlerinizde oturunuz" dendi."
Savaşa güçleri yetmeyen ve cihada gönderilmeyen
çocuklar, kadınlar ve ihtiyar ninelerle birlikte
savaştan geri kalınız. İşte size lâyık
olan davranış da budur. Arzuları, istekleri
kırılmış, kalpleri kuşkuya
kapılmış, ruhları kesin inançtan boşalmış
insanlara en uygun tavır budur.
Onların geri kalmaları hem dava için, hem de
müslümanlar için daha iyiydi.
"Eğer sizinle birlikte sefere çıksalardı,
size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmazdı, sizi birbirinize düşürmek için aranıza
atılacaklar, balıklama dalacaklardı. Aranızda
onların sözlerine kulak verecekler de vardı. Allah
zalimlerin kimler olduğunu bilir."
Şaşkın kalpli insanlar, saflar arasında
çöküntünün ve zaafın yayılmasına neden olurlar.
Hain olan insanlar, ordular için büyük tehlikedir. Bu münafıklar,
savaşa çıkmakla müslümanların gücünü arttırmazlardı.
Tersine, onların sıkıntıya ve
disiplinsizliğe düşmelerine neden olurlardı. Müslümanlar
arasında korkunun, fitnenin, ikiliğin ve
yılgınlığın çabuk yayılmasına
yolaçarlardı. O zaman da bazı müslümanlar onlara
kulak verirdi. Fakat yüce Allah çağrısını
kollamakta ve samimi olan dava erlerini korumaktadır. Mü'minleri
fitneden korumaktadır. Yılgınlığa neden
olacak münafıkları, evlerinde kendi hallerine
terketmektedir.
"Allah zalimlerin kimler olduğunu bilir."
Burada zalimler, "müşrikler"
anlamındadır. Böylece onlar da müşriklerin
safına katılmış oluyorlar.
Onların geçmişleri içlerine ayna oluyor.
Niyetlerinin kötü olduğuna tanıklık ediyor. Onlar
Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- karşı
durdular. Ona engel olmak için tüm güçlerini kullandılar.
Sonuçta mağlup düştüler. İçlerindeki bütün
pisliklerle, dış görünüş olarak teslim oldular:
"Onlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler,
sana karşı çeşitli entrikalar çevirmişlerdi.
Sonunda gerçek geldi ve onların istememesine rağmen,
Allah'ın emri üstün çıktı."
Bu olay Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun-
Medine'ye geldiği sırada gerçekleşmişti. O
sırada Allah henüz onu düşmanlarına
karşı zafere kavuşturmamıştı. Sonra
gerçek geldi. Allah'ın hükmü egemen oldu. Onlar ise
istemeyerek de olsa, bu hükme boyun eğmek zorunda
kaldılar. Fakat buna rağmen islâma ve müslümanlara
karşı fırsat kollamaya devam ettiler.
İKİ ZİHNİYETİN TASVİRİ
Surenin akışı devam ediyor. O tip insanlardan ve
onların uydurma ve düzmece mazeretlerinden örnekler sunuyor.
Ayrıca onların Peygamberimize -salât ve selâm üzerine
olsun- ve müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri
planları açığa çıkarıyor:
|
|
O |
|
O |
|