Bu ayet, zaman ölçüsünü, zaman dönüşümünü
evrenin doğasına, yaratılış olgusuna,
yani göklerin ve yerin yaratılışı temeline
bağlıyor; değişmez ortada bir zaman dönüşümü
(kronolojik dönüşümün) olduğunu ve bunun on iki aya
bölünmüş bulunduğunu belirtiyor. Bu ayların
sayısının değişmezliği, zaman dönüşünün
değişmezliğine kanıt oluşturur. Buna göre
zaman dilimleri, dönüşüm devrelerinin birinde artıp
öbüründe eksilmez. Bu olgu, "yüce Allah'ın
Kitabı'nda" yani evrenin düzenini dayandırdığı
doğal yasalar sisteminde yer tutmuştur. Evrenin düzeni
ise değişmez, sapmaya uğramaz, artış ve
eksiliş göstermez. Çünkü değişmez kanunlara
uygun olarak ortaya çıkar. Bu determinist (gerekirci) süreç,
yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün
yürürlüğe koyduğu evrene ilişkin yasal sistemdir.
Ayet, evrene ilişkin bu yasal sistemin değişmèzliğini,
haram ayların yasaklığını gerekçeye bağlamak
ve bu yasağı belirlemek amacı ile gündeme
getiriyor. Yüce Allah, şöyle demek istiyor: Bu belirleme ve
bu yasak, yüce Allah'ın koyduğu evrensel yasaların
bir parçası, bir uzantısıdır ve o yasalar
gibi kalıcıdır, onu arzulara göre tahrif etmek,
zaman süreci içindeki yerini oynatıp onu kâh öne almak ve
kâh geriye atmak doğru değildir. Çünkü bu yasak ve
bu sınırlama, değişmez bir plâna göre
gerçekleşen ve sapmaz evrensel yasalar uyarınca
oluşan zaman dönüşümüne (kronolojik dönüşüme)
benzer. Ayeti okumaya devam ediyoruz:
"Bu dosdoğru dindir."
Yani bu din, yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı
günden beri işleyen ve o "gökler ile yer"in
dayanağı olma işlevini sürdüren, köklü evrensel
yasalarla uyum halindedir.
Gördüğümüz gibi bu kısacık ayet, uzun ve
başdöndürücü bir anlamlar zinciri içeriyor. Bu anlamların
hepsi birbirine bağlı, hepsi birbirini çağrıştırıyor
ve hepsi birbirini destekliyor. Bu kısacık ayet, öyle
çok sayıda evrensel gerçeği
barındırıyor ki, deneysel bilim, ancak son
zamanlarda, kendi yöntemi ile, kendi çabaları ile, kendi
tecrübeleri ile onları yakalamaya çalışıyor.
Bu kısacık ayet, evrenin
yaratılışına ilişkin doğal
yasaları ile bu dinin temel ilkeleri ve farzları
arasında sıkı bir ilişki kuruyor. Amaç, bu
dinin köklerinin derinliğini, ilkelerinin
kalıcılığını ve temellerinin
öncesizliğin enginliği ile kenetlenmişliğini
vurgulamaktır. Ayet, bütün bunları yirmibir sözcüğün
anlatım sınırları içine sığdırıyor.
O kelimeler gibi onlar insana ilk bakışta sıradan,
yalın, kolay anlaşılır ve tanıdık
gibi görünüyorlar! Ayeti okumaya devam edelim.
"Bu dosdoğru dindir. Sakın bu aylarda
konmuş yasakları çiğneyerek kendinize
zulmetmeyiniz."
Yani yasakları, göklerin ve yerin dayanağını
oluşturan evrensel yasalara bağlı olan bu haram
aylarda kendinize zulmetmeyiniz. Bu evrensel yasalar, yüce Allah'ın
evrenin yasa koyucusu olduğu gibi, insanlar için de tek
yetkili yasa koyucu olduğunu kanıtlarlar. Yüce Allah'ın
güven dönemi ve barış sezonu olmalarını
dilediği bu aylara ilişkin yasağı çiğneyerek
sakın kendinize zulmetmeyiniz. Yoksa yüce Allah'ın
isteğine ters düşersiniz. Bu ters düşme eyleminin
altında kendinize zulmetmek yatar. Çünkü böylece
kendinizi ahirette yüce Allah'ın azabının
kucağına atmış olur, dünyada da korkunun ve
endişenin ağına kapılırsınız.
Sebebine gelince bu aylara ilişkin yasağı çiğnediğiniz
takdirde yılın tüm ayları ateşkessiz ve
barışsız bir savaş cehennemine dönüşür.
Okumaya devam ediyoruz:
"Allah'a ortak koşanlar nasıl size
karşı hep birlikte savaşıyorlarsa, siz de
onların tümüne karşı savaşınız."
Eğer müşriklerin tek taraflı
saldırısına uğramış değilseniz,
onlarla savaşmayı haram aylar dışında
kalan aylara rast getiriniz. Fakat eğer bu aylarda onlar
tarafından size bir saldırı
başlatılırsa o saldırıya hemen
karşı koymanız gerekir. Çünkü bu durumda tek
taraflı olarak savaştan kaçınmak, yasakları
çiğnetmemekle ve saldırgan, şer kuvvetlerini
durdurmakla görevli olan iyilikten yana güçleri zayıflatır.
O zaman da yeryüzü kargaşaya boğulur, ilahi kanunlara
karşı serkeşlik başgösterir. Buna göre haram
ayların yasaklığını koruyabilmek için bu
aylarda girişilen saldırıyı geri püskürtmek
gerekir. O zaman bu ayların yasaklığı
artık çiğnenmez, ihanete uğramaz. Evet:
"Allah'a ortak koşanlar nasıl size
karşı hep birlikte savaşıyorlarsa, siz de
onların tümüne karşı savaşınız."
Onların tümüne karşı savaşınız.
Hiçbir fertlerini ve gruplarını
savaş-dışı tutmayınız. Çünkü
onlar sizin hepsinize karşı savaşıyorlar; hiçbir
ferdinizi, hiçbir grubunuzu hedef-dışı
saymıyorlar. Çünkü onlarla aranızdaki savaş
aslında müşriklik ile Allah birliği inancı
arasındaki, kâfirlik ile müminlik arasındaki,
doğru yol ile sapıklık arasındaki bir
savaştır. Bu savaş iki farklı kamp
arasında, iki karşıt blok arasında kopan bir
savaştır. Bu iki kamp arasında sürekli barış
gerçekleşemez, tam bir ittifak kurulamaz. Çünkü bu iki
karşıt kamp arasındaki anlaşmazlık
gelip-geçici ve ayrıntılardan kaynaklanan bir
uyuşmazlık değildir; aradaki anlaşmazlık
bir çıkar çatışmasından kaynaklanmıyor
ki, çıkarlar arasında bir uzlaşmaya varmak mümkün
olsun; sözkonusu olan bir sınır
anlaşmazlığı değil ki, aradaki
sınırlar yeniden çizilerek iş tatlıya
bağlanabilsin.
Eğer islâm ümmeti, kendisi ile müşrikler (gerek
putperestler ve gerekse yahudiler ile hristiyanlar)
arasındaki savaşın bir ekonomik savaş ya da
milli savaş veya toprak savaşı yahut stratejik bir
savaş olduğunu düşünür ya da yabancıların
bu yoldaki telkinlerine kapılırsa büyük bir yanılgıya
düşmüş, neyin uğrunda
savaştığının farkında
olmamış olur. Asla. Bu savaş, diğer her
şeyden önce bir inanç savaşı ve bu inançtan
kaynaklanan bir sistemin yani bu dinin savaşıdır. O
yüzden bu savaşta arabuluculuklar bir işe yaramaz,
ittifaklar ve siyasi manevralar ona çözüm getirmez. Bu savaşın
tek çözüm yolu cihaddır, savaşmaktır. Geniş
kapsamlı bir cihad ile dört-dörtlük bir savaşım.
Bu yüce Allah'ın şaşmaz kanunudur; göklerin ve
yerin dayanağı olan evrensel yasasıdır.
İnançlar, dinler, vicdanlar ve kalpler de bu evrensel yasaya
dayanırlar. Bu yasa, yüce Allah'ın Kitabı'nda
yeralmıştır ve gökler ile yerlerin yaratıldığı
günden beri işlerliğini sürdürmektedir.
Şimdi de bir sonraki ayeti incelemeye geçelim: