Evet, bunlar zevk için, haz duymak amacı ile
biriktirmiş olduğunuz maddelerin kendileridirler. Fakat
şimdi pençesinde kıvrandığınız bu
azap türünün araçlarına dönüşmüşlerdir. O
halde:
"Şimdi tadın biriktirdiklerinizin
azabını bakalım."
O azabı doğrudan doğruya tadınız
bakalım. Yan taraflarınıza,
sırtlarınıza ve alınlarınıza temas
edişlerinin acısını
tattığınız maddeler bunlardır, bu
birikimlerinizdir.
Hey! Gerçekten korkunç, dehşetli bir sahne bu.
Ayrıntılı, uzun uzun ve tane tane gözlerimizin
önüne seriliyor.
Bu sahne öncelikle çoğu hahamın ve rahibin acı
akıbetlerini, sonra da altın ve gümüşten
oluşmuş servetler biriktirerek bunları yüce Allah'ın
yolunda harcamayan mal düşkünlerinin geleceğini tasvir
etmek için sunuluyor. Böylece aynı zamanda zihinler o günlerin
"zor savaş"ına, (Tebuk savaşına)
hazırlanıyor.
Şimdi, bu noktada kısaca durup bir değerlendirme
yapmamız gerekir. Bu değerlendirmede yahudiler ile
hristiyanların inançlarının dinlerinin, ahlâklarının
ve davranışlarının içyüzüne ilişkin
olarak bu ilahi açıklamanın
taşıdığı anlama, verdiği mesaja
parmak basalım. Doğaldır ki, bu konuda
yukarıdaki paraflarda işaret ettiğimiz gerçekleri
de gözönünde bulundurmalıyız.
O günlerde yahudiler ile hristiyanların ilahi dinin
bazı kırıntılarına sahip olduklarına
ilişkin kuşkuları silmek açık ve kesin müşriklerin
durumunu belirtmekten daha gerekli ve daha öncelikli idi.
Çünkü müşriklerin inançlarında ve ibadetlerinde görülen
açık sapıklıklar onların kâfirliklerinin
somut tanığı idi. Çünkü cahiliyenin kara yüzü
iyice meydana çıkmadıkça, müslümanlar tüm güçleri
ile onun karşısına dikilmek için harekete
geçemezlerdi. Öte yandan cahiliyenin müşriklere
ilişkin kara yüzü açıkca meydanda idi, ama yahudiler
ile hristiyanlar konusunda durum böyle değildi. (Yüce
Allah'ın dininden bazı kırıntılara sahip
oldukları sanılan diğer benzerleri hakkındaki
durum da böyledir. Meselâ günümüzün sözde
"müslüman" olduklarını ileri süren yığınların
ezici çoğunluğu hakkında aynı
değerlendirme hatasına düşüldüğü
görülür!)
Zaten müslümanların tüm enerjileri ile müşriklerin
karşısına dikilmek üzere harekete geçmelerini sağlamak
için bu surede uzun açıklamalar yapılmasına gerek
görülmüştü. Bu gerekliliğe yolaçan özel
şartları, gerek bu surenin tanıtma
yazısında, gerekse bu kesitte yeralan ayetleri sunarken
anlatmaya çalışmıştık. Nitekim bu
gerekliliğin sonucu olarak yüce Allah'ın, mü'minlere
şöyle buyurduğunu okumuştuk:
"Allah'ın ayetlerini birkaç paraya sattılar ve
insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların
yaptıkları ne kadar kötüdür.
-
Bu tür ayetlerin sayısı kabarıktır. Bu bölümünü
daha önceki sayfalarımızda sunduk. Kur'an-ı
Kerim'in gerek Mekke bölümü, gerekse Medine bölümü bu
türden açıklamalar ile doludur.
Gerçi Kur'an'ın hükümleri bazı ilişkilerde
yahudiler ile hristiyanlara, müşriklere
tanımamış olduğu ayrıcalıklar
tanımıştır. Meselâ müslümanlar onların
yemeklerini yiyebilirler ve namuslu kadınları ile
evlenebilirler. Fakat bu ayrıcalığın gerekçesi,
yahudiler ile hristiyanların (Kitap ehlinin) yüce Allah'ın
gerçek dininden kaynaklanan herhangi bir ilkeye dayandıkları
değildir. Doğrusunu yüce Allah bilir, ama bu ayrıcalığını
gerekçesi -her ne kadar içeriğine uymamış olsalar
da- bir din, bir kitap temeline dayanmalarıdır. Çünkü
gerektiğinde hükümlerine bağlı
olduklarını iddia ettikleri bu kaynağın
hakemliğine çağrılabilirler. Onlar bu
bakımdan hiçbir kitapları olmayan putperest müşriklerden
farklı konumdadırlar. Çünkü sözkonusu putperest müşriklerin
bağlayıcı bir kaynakları, gerektiğinde
hakemliğine çağrılacakları bir
dayanakları yoktur. Fakat Kur'an'ın, yahudi ve
hristiyanların inançlarına ve dinlerine ilişkin açıklamaları
kesin ve nettir. Bu açıklamalara göre onlar yüce Allah'ın
dininde yeri olan hiçbir gerçeğe dayanmıyorlar.
Çünkü dinlerini ve kitaplarını
hahamlarının, rahiplerinin, kutsal konsüllerinin ve
kiliselerinin tahrif edici ellerine terketmişlerdir. Yüce
Allah'ın bu konudaki hükmü, her türlü tartışmayı
kapatan son sözdür.
İSLÂMİ HAREKETİN METODU
Şu anda bizim için önemli olan husus yüce Allah'ın
Kitap ehlinin inançlarına ve dinlerine ilişkin bu açıklamalarının
taşıdıkları anlamı vurgulamak, ön plana
çıkarmaktır.
Arkasında gerçeğin hiçbir kırıntısı
bulunmayan bu yanıltıcı "yafta" bu
aldatıcı "tabela" cahiliyenin
karşısına dikilmek üzere harekete geçecek olan
eksiksiz islâmi atılıma engel olur. Buna göre bu aldatıcı
tabelayı mutlaka ortadan kaldırmak, onun
yanıltıcı maskesini yüzlerden indirmek ve karşımızdakileri
aslında oldukları gibi meydana çıkarmak gerekir.
Gerçi o günün islâm toplumuna egemen olan ve daha önce değindiğimiz
özel şartları gözardı etmiyoruz. Bu özel
şartların bir bölümü o günkü müslüman toplumun
organik yapısından, bir bölümü yakıcı yaz
sıcağında ve zor şartlar altında
kapıya dayanan Tebük savaşının
sıkıntılarından ve bir bölümü de öteden
beri müslümanların yüreklerine heybet, şöhret ve
ürküntü salmış olan Bizanslılarla
karşılaşacak olmasının
doğurduğu korkudan kaynaklanıyordu. Fakat bunlardan
daha derin ve yaygın olumsuzluklara yolaçan faktör
müslümanların vicdanlarına kuşku salan o
yalancı yafta idi; "Madem ki, Kitap ehlidirler, onlarla
savaşmamız doğru olur mu?" vesvesesiydi.
Günümüzün genç kuşağı arasında
filizlenen islâmi diriliş hareketlerini dört gözle izleyen
islâm düşmanları bu akımı hem insan
psikolojisinin karakteristik özelliklerine ve hem de islâmi
hareketin tarihine ilişkin geniş bilgilerinin
ışığı altında gözetliyorlar. Bu
yüzden dünyanın her tarafında yeşermeye
başlayan islâmi diriliş akımlarını ezmek
amacı ile hazırladıkları, ortaya çıkardıkları,
harekete geçirdikleri karşıt rejimlerin,
akımların, görüşlerin, değer
yargılarının, geleneklerin ve düşüncelerin
ön yüzlerine "islami bir tabela" asmak konusunda onları
islâmi bir etiketle donatmak konusunda son derece titizdirler.
Amaçları bu yanıltıcı tabelaların
"cahiliye"nin karşısına dikilmek üzere
harekete geçmesi gereken islâmi dinamizmi frenlemek, bu yalancı
maskelerin arkasında saklanan çirkin suratlara yönelecek
olan islâmi öfkeyi önlemektir.
Fakat islâmın bu amansız düşmanları bir
ya da birkaç yerde hata işlemek zorunda kaldılar. Bir
ya da birkaç yerde kuklaları olan rejimlerin ve
akımların içyüzlerini açığa vurdular; bu
rejimlerin ve akımların islâmı ortadan
kaldırmayı amaçlayan, "cahiliye" kaynaklı
kara yüzlerindeki maskeyi kendi elleri ile düşürdüler.
Bu tür uygulamaların en yakın örneği... de
sahnelenen islâm dışı... akımıdır.
Bu hareketin maskesini düşürmek zorunluğunu
duymaları şundan kaynaklanıyordu. İnanç sancağını
dalgalandıran son islâm birliği görüntüsünü
ortadan kaldırmaları gerekiyordu. Bu görüntü
"hilâfet" rejiminin varlığında
somutlaşıyordu. Gerçi bu hilâfet rejimi sadece bir
görüntüden ibaretti, ama buna rağmen islâm
şirazesinin, islâm örgüsünün namaz ilmiğinden önce
çözülecek olan son ilmiğini temsil ediyordu. Nitekim
Peygamber Efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun şöyle
buyurmuştu:
"Bu dinin örgüsü, şirazesi ilmik ilmik
çözülecektir. İlk çözülecek ilmik egemenlik, iktidar
ilmiği, son çözülecek ilmik ise namaz ilmiğidir."
Kitap ehlinden (yahudiler ile hristiyanlardan) ve ateistlerden
(Allah tanımazlardan) oluşan ve sadece islâm ile savaşmak
için biraraya gelebilen bu bilinçli islâm düşmanları
bu konuda zorunluluk sınırını
aşmadılar, sadece islâm-dışı ve kâfir..
hareketinin yüzündeki maskeyi kaldırmakla yetindiler, din düşmanlığı
bakımından... izdaşı olan daha sonraki kukla
rejimlerin çehrelerinin islâm peçesi arkasında saklı
kalmasına eskisi gibi özen gösterdiler, bu rejimlerin
önünde sözünü ettiğimiz yanıltıcı islâm
tabelasının asılı durmasına titizlikle
dikkat ettiler. Bu yalancı tabela islâm için, aslında
maskesiz bir "... "ten çok daha büyük bir tehlikedir.
İslâmın kurnaz düşmanları kendi elleri ile
kurdukları; ekonomik, politik ve fikri destekleri ile ayakta
tuttukları rejimlerin içyüzlerinin meydana çıkmaması
için her türlü hokkabazlığa başvurmaktan geri
durmuyorlar; kukla yazarları ile, uluslararası
basın-yayın organları ile, ellerinde bulunan bütün
güçleri, hileleri ve şeytanca uzmanlıkları
aracılığı ile bu rejimleri koruyorlar; bu
rejimlere çeşitli yardımlar sağlamak konusunda
Kitap ehli ile ateistler (Allah tanımazlar) elele veriyorlar.
Amaçları bu kukla rejimler ile islâm dünyasında
eski-yeni bütün haçlı savaşlarının, islâm
ile yüzleri maskesiz Allah düşmanları arasında yüzyıllardır
süren sıcak haçlı savaşlarının gerçekleştiremediği
yıkımı gerçekleştirmektir.
"Müslüman" olduklarını iddia eden
bazı budalalar bu "tabelalara",
"asılsız yaftalara" aldanıyorlar. Bu
budalalar içinde insanları islâma çağırma
hareketi içinde yeralan birçokları vardır. Bunlar bu
aldatıcı tabelaları indirerek arkalarında
saklanan "cahiliye"yi meydana çıkarmaktan
çekiniyorlar. Bu kukla rejimleri, sözkonusu yaftaların gözlerden
sakladığı gerçek sıfatları ile
damgalanmaktan çekiniyorlar. Bu rejimlerin gerçek sıfatları
düpedüz kâfirlik ve müşrikliktir. Fakat sözünü ettiğimiz
budalalar, bu rejimlerden memnun görünen bilinçsiz halk yığınlarına
onların gerçek mahiyetlerini anlatmaya, asıl
kimliklerini tanıtmaya yanaşmıyorlar! Bütün
bunlar, islâmi potansiyelin olanca gücü ile cahiliyeye karşı
açık bir biçimde harekete geçmesine engel oluyorlar. Buna
göre bütün bu kuklaları gerçek kimlikleri ile damgalayıp
açığa vurmanın hiçbir sakıncası, hiçbir
vebalı olamaz.
İşte bu çekingenlik sayesinde sözkonusu maskeli
odaklar gerçek islâmi bilinçlenme çabalarının
önüne, bu dinin geride kalan köklerini de sökmeye girişen
yirminci yüzyıl cahiliyesine karşı islâmın
olanca gücü ile harekete geçmesinin önüne engel diktikleri
gibi islâmi diriliş hareketlerine karşı tehlikeli
bir zehirleme kampanyası yürütmektedirler.
Benim görüşüme göre sözünü ettiğim budala islâm
davetçileri islâmi diriliş hareketleri için bu bilinçli
islâm düşmanlarından daha tehlikelidirler; bu dinin
kalesini içinden yıkabilmek için adı geçen kukla
rejimlere, hareketlere, akımlara, geleneklere, düşüncelere
ve değer yargılarına sahte islâmi etiketler takan,
onları kurup destekleri ile ayakta tutan islâm düşmanları
bile bu saf, sözde dostlar kadar islâmi dirilişin
serpilmesine zarar veremezler.
Gerek bu dinin özüne ve gerekse karşısındaki
cahiliye zihniyetinin içyüzüne ilişkin bilinç,
müslümanların vicdanlarında belirli düzeye çıktığı
takdirde bu din, her zaman ve her yerde düşmanlarına
karşı sürekli biçimde galip gelir, üstün çıkar.
Gerçi islâmın güçlü, bilinçli ve eğitilmiş düşmanlarının
varlığı onun için tehlike kaynağıdır.
Bunda kuşku yok. Fakat islâmın budala ve
aldanmış düşmanlarının arzettiği
tehlike daha büyüktür. Çünkü bu budala dostlar, gereksiz
çekingenliklere kapılarak islâm düşmanlarını
yanıltıcı yaftalar, aldatıcı tabelalar
arkasında mevzilenmelerine ve bu göz boyayıcı
siperler arkasından islâma ateş
yağdırmalarına zemin hazırlarlar.
Dünyada insanları bu dine çağıranların
ilk görevleri yeryüzünün her tarafında bu dinin kökünü
kazımak için kurulmuş olan cahiliye rejimlerinin
cephelerine takılan bu aldatıcı tabelaları
indirmektir. Her islâmi hareketin işe başlama
noktası cahiliye zihniyetini sahte üniformasından
arındırarak onun asıl kimliği ile görünmesini,
gerçekte,olduğu gibi küfür ve müşriklik olarak
algılanmasını, cahiliyenin insanlara somut gerçekliği
ile tanıtılmasını sağlamaktır. Ancak
böylelikle islâmi hareket, olanca gücü ile cahiliye
zihniyetinin karşısına dikilebilir. Hatta ancak bu
yolla halk yığınları içine düştükleri
durumun özünün farkına varabilirler. Bu durum, hakim ve
her şeyden haberdar olan yüce Allah'ın açıkladığı
Kitap ehlinin durumunun aynısıdır. Belki bu
uyarı halk yığınlarını
tutumlarını değiştirmeye sevkeder de bunun
sonucu olarak yüce Allah da onların pençesinde kıvrandıkları
bozuk düzeni, mutsuzluğu ve ağına
takıldıkları acı azabı
değiştirir.
Her yersiz çekingenlik, her biçime, görüntüye ve kuru
yaftaya kanan aldanış, dünyanın neresinde olursa
olsun, her islâmi hareketin başlama noktasını
geriye atar; bu tür yanıltıcı yaftaları
ortalıkta gezdirmeye büyük bir özen gösteren bu dinin düşmanlarına
komplo düzenleme fırsatı hazırlar. Oysa bu din düşmanları,
yakın yıllardaki... hareketinin maskesi düştükten
ve gerçek doğrultusu açıkça gözler önüne serildiği
için, inanç esasına dayalı islâm birliğinin son
sembolünü ortadan kaldırmasının arkasından
kendi yönünde tek bir adım bile atamaz duruma düştükten
sonra bu maskeleme işine yeniden sarıldılar. O
kadar ki, Wilfred C. Smith gibi son derece kurnaz ve içi alabildiğine
pislik dolu bir hristiyan yazar "Yakın Tarihte İslâm"
adlı eserinde... hareketinin yüzüne yeniden maske takmaya,
onun islâm dışı niteliğini reddetmeye,
tersine onu yakın tarihin en büyük ve en doğru islâmi
hareketi (evet, öyle) olarak tanıtmaya yeltenmiştir.
Bu surenin aşağıda okuyacağımız bölümünü
oluşturan ayetler, Bizanslılarla Yarımada'nın
kuzeyindeki Arap yandaşlarına karşı
girişilecek savaşın yolu üzerinde bulunan
engelleri bertaraf etme çabasını sürdürüyorlar.
Çünkü bu savaşa, yani Tebuk savaşına
ilişkin seferberlik çağrısı haram aylardan
Recep ayında yapılmıştı. Fakat bu ters
rastlantı, özel bir durumdan kaynaklanıyordu. Şöyle
ki: O yıl ki Recep normal zamanında girmemişti.
Bunun sebebi, aşağıda anlatacağımız
gibi, okuyacağımız ayetlerin ikincisinde
değinilen "haram ayları başka aylara aktarma
(nesiy)" uygulaması idi. Elimizdeki belgelere göre o yılın
Zilhicce ayı da normal zamanında girmemişti,
Zilhicce'nin yerine geçirilmişti. Bu durumda Recep ayı
da Cemeziyelaher ayının yerini almış oluyordu.
Bu kargaşa, cahiliye geleneklerindeki kargaşadan, bu
toplumun yasaklarına sadece biçimsel olarak bağlı
kalmayı yeterli sayma ciddiyetsizliğinden, insan
ürünü fetvaların ve yorumların kaçınılmaz
keyfiliğinden kaynaklanıyordu. Helâl ve haram kılma
yetkisini insanın iradesine havale eden cahiliye düzeninde
bunun başka türlü olması beklenemezdi.
Bu meselenin açıklaması şöyledir: Yüce Allah
yılın dört ayında savaşmayı
yasaklamıştı. Bu savaş yasağı içeren
dört ayın üçü ardışık ve biri tek idi.
Ardışık aylar Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem
ayları, tek ay da Recep ayı idi. Anlaşılan bu
yasak, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail -Allah'ın selâmı
üzerlerine olsun zamanında Hacc'ın belirli aylardaki
farz oluşu ile birlikte konmuştu. Araplar Hz.
İbrahim'in dinini büyük oranda tahrif etmiş
olmalarına ve islâmdan önce, cahiliye döneminde bu dinden
alabildiğine sapmış olmalarına rağmen, bu
haram ayların içerdiği yasaklık hükmüne uymaya
devam ettiler. Çünkü bu yasak, Hacc sezonu ile sıkı
sıkıya ilişkili idi ve Hicazlılar'ın,
özellikle Mekke halkının hayatı bu sezona
dayanıyordu. Bu aylarda savaş yasağı geçerli
olmalı ve tüm Yarımada'yı kapsayan güvenli bir
barış ortalığa egemen olmalıydı ki,
Hacc sezonu canlı geçebilsin, bu süre boyunca serbestçe
seyahat ve ticaret yapılabilsindi. Savaş
yasağına uyma kararlılığının
altında yatan gerekçe bu idi!
Sonra kimi Arap kabilelerinin bu ayların
yasaklığı ile çelişen birtakım ihtiyaçları
ortaya çıktı. O zaman şahsi arzuların oyunu gündeme
girdi. Bu oyunların sonucu olarak sözkonusu haram ayların
herhangi birinin helâl sayılmasına ilişkin fetva
veren kimseler görüldü. Bu kimseler bu helâl sayma işini,
sözkonusu ayı bir yıl öne alarak ve ertesi yıl
geriye atarak gerçekleştiriyorlardı. Bu durumda haram
ayların sayısı yine dört olarak kalıyor,
fakat ayların yıl içindeki yerleri değişiyordu.
Yani yüce Allah'ın az sonra okuyacağımız
ilgili ayetteki deyimi ile "Müşrikler, Allah'ın
haram kıldığı ayları sayıca denk
getirmek için bu ertelemeyi bir yıl helâl sayarlarken bir
sonraki yıl haram kabul ediyorlar"dı.
Bu hokkabazlığın sonucu olarak o yıl ne
Recep ayı ve ne de Zilhicce ayı gerçek zaman
dilimlerini göstermiyorlardı. Recep ayı,
Cemazıyelaher ayının ve Zilhicce ayı da
Zilkaade ayının yerine geçmişti. Buna göre bu
ayların sıralamadaki yerleri ile oynamanın sonucu
olarak o yılla Tebuk savaşına ilişkin
seferberlik çağrısı görünüşte Recep
ayında meydana gelmesine rağmen aslında
Cemazıyelaher ayında gerçekleşmiş oluyordu.
İşte bu olay üzerine az sonra okuyacağımız
ayetler indi. Bu ayetlerde sözünü ettiğimiz "ayların
yerleri ile oynama (nesiy)" hokkabazlığı
yasaklanıyor ve bu uygulamanın ilke olarak yüce Allah'ın
dinine ters düştüğü açıklanıyor. Çünkü
yüce Allah'ın dinine göre helâl ve haram kılma
yetkisi (daha doğrusu tümü ile yasa koyma yetkisi) yüce
Allah'ın tekelindedir ve yüce Allah'dan izinsiz bir biçimde
bu yetkinin insanlar tarafından kullanılması kâfirlik
sebebi, hatta "kâfirlikte ileri gitme" eylemidir.
Böylece hem bazı müslümanların
vicdanlarını gölgeleyen Recep ayının
yasaklığının çiğnendiği yolundaki
şüphe bulutları dağıtılıyor, hem de
bu inanç sisteminin son derece büyük bir önem verdiği bir
temel ilke belirlenmiş, tekrarlanarak vurgulanmış
oluyordu. Bu ilkeye göre helâllere ve haramlara ilişkin
yasa koyma yetkisi sırf yüce Allah'ın tekeline
veriliyor ve okuyacağımız ayetlerin ilkinde yeralan
"Allah'ın gökleri ve yerleri yarattığı
günden beri" ifadesi doğrultusunda bu yetki ile tüm
evrenin yapılanmasında egemen olan köklü yetki arasında
sıkı bir ilişki olduğu vurgulanıyor. Buna
göre insanlar için yasa koyma yetkisi, insanlarda dahil olmak
üzere tüm evren için yasa koyma yetkisinin bir dalı,
doğal bir uzantısıdır. Bu ilkeden sapmak, bu
evrenin yaratılışına ve yapısına
ilişkin temel ilkeye ters düşmektir ki, bu da "kâfirleri
sapıklığa düşüren" onların
olduklarında "daha koyu kâfirler olmalarına
yolaçan" bir eylemdir.
Okuyacağımız ayetlerde bir önceki bölümün
ana konusunu oluşturan bir başka gerçek dile
getiriliyor. Bu gerçek şudur: Yahudiler ile hristiyanlar
(Kitap ehli) da müşriktirler, islâm düşmanı ve
cihad hedefi olmaları bakımından müşriklerle
aynı kategoridedirler. Bu yüzden müslümanlara yöneltilen
savaş emri, bunların tümünü, yani hem müşrikleri
ve hem de Kitap ehlini kapsamına alır. Çünkü onlar da
hep birlikte müslümanlara karşı
savaşıyorlar. Tarihin, tüm olayları ile
doğruladığı bu gerçeği, daha önce yüce
Allah'ın sözleri haber veriyor. Bu vurgulamalı ilahi açıklamalara
göre müslümanlara karşı, müşrikler ile Kitap
ehli arasında hedef ve cephe birliği vardır, islâmla
ve müslümanlarla savaşmak sözkonusu olunca bu hedef ve
cephe birliği onları hemen biraraya getirir; daha önce
aralarında varolan düşmanlıklar, sürtüşmeler
ve inançlarının ayrıntılarına
ilişkin görüş farklılıkları hep
birlikte müslümanların üzerine çullanmalarına ve islâmın
kökünü kazımak için ortak eylemlere girişmelerine
kesinlikle engel oluşturmaz.
Yahudiler ile hristiyanların öbür müşrikler gibi müşrik
olduklarına, bu iki müşrik kampı birlikte müslümanlara
karşı savaştıklarına göre, müslümanların
da onları bir bütün halinde savaş hedefi
saymaları gerektiğine ilişkin gerçeğe,
okuyacağımız ayetlerin gündeme getirdiği ilk
gerçeği de ekleyelim. Bilindiği gibi bu ilk gerçek
haram ayların sıralamadaki yerleri ile oynamanın
"kâfirlikte ileri gitmek" anlamına geldiği,
bu hokkabazlığın yüce Allah'ın iznine
dayanmaksızın yasa koymaya yeltenme anlamına
geldiği, bu girişimin de inanç kaynaklı
kafirliğe eklenen ve ona tuz-biber eken bir başka kâfirlik
olduğu gerçeğidir. İşte bu iki gerçek,
okuyacağımız ayetler ile önceki ve sonraki ayetler
arasında köprü oluştururlar. Böylece meydana gelen
bütünleşmiş ayetler bloku, önerilen genel seferberliğin,
hem Kitap ehlinin ve hem müşriklere karşı harekete
geçilmesini emreden savaş çağrısının
önüne dikilen engelleri bertaraf etmeye çalışıyor.