ALLAH'IN NURUNU SÖNDÜRMEK İSTEYENLER
32- Onlar Allah'ın nurunu ağızları ile söndürmek
istiyorlar. Oysa Allah, kâfirlerin hoşuna gitmese de, nurunu
kesinlikle tamama erdirmekte kararlıdır.
33- Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini
diğer bütün dinlere karşı üstün getirmek üzere
peygamberini doğru yol ve gerçek din ile gönderen O'dur.
Sözü geçen yahudiler ile hristiyanlar (Kitap ehli) gerçek
dinden sapmakla, yüce Allah dışında başka
ilahlara kulluk yapmakla gerçek anlamda Allah'a ve ahiret
gününe inanmamakla yetinmiyorlar, bu sınırda
durmuyorlar. Daha ileri giderek gerçek dine savaş açıyorlar;
bu dinde, bu dinin yeryüzünde harekete dönüştürdüğü
çağrıda ve sosyal hayatı kuralları
uyarınca biçimlendirdiği sistemde somutlaşan
Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Okuyoruz:
"Onlar Allah'ın nurunu ağızları ile söndürmek
istiyorlar."
Onlar yüce Allah'ın nuruna,
ışığına karşı savaş
halindedirler. Bu savaşı kimi zaman yalanlar uydurarak,
komplolar düzenleyerek ve müslümanlar arasında
kargaşalık çıkararak veriyorlar, kimi zaman da
kuklalarının ve bağlılarının bu dine
ve bağlılarına karşı savaş açmalarını,
onun karşısında set oluşmalarını
teşvik ederek saldırganlıklarını tatmin
ediyorlar. Bu durum bu ayetlerin indiği günlerde böyle olduğu
gibi tarih boyunca da hep böyle olmuş ve böyle sürüp
gidecektir.
Bu ilahi ifade, o günkü müslümanların kalplerini
coşturmayı amaçladığı gibi
insanları doğru yola ileten gerçek dinde somutlaşan
Allah'ın nuru karşısında yahudiler ile
hristiyanların takına geldikleri sürekli tavrın
özünü de tanımlamakta, gözler önüne sermektedir.
Ayeti okumaya devam ediyoruz:
"Oysa Allah, kâfirlerin hoşuna gitmese de, nurunu
kesinlikle tamama erdirmekte kararlıdır."
Bu ifade, kâfirlerin zoruna gitse de yüce Allah'ın
dinini üstün çıkararak nurunu tamamlayacağına
ilişkin değişmez kanuna kanıt oluşturan,
bu itibarla kesinlikle gerçekleşecek olan bir ilahı
vaaddir.
Bu vaad mü'minlerin kalplerine güven aşılar;
onların kendilerini bekleyen bütün zorluklar ve bütün sıkıntıları
göğüsleyerek yollarına devam etmelerini kâfirlerin
bütün oyunlarına ve saldırganlıklarına
rağmen yüce hedeflerine doğru ilerlemelerini
sağlar. Burada sözkonusu edilen "kâfirler"den
maksat, daha önce kendilerinden sözettiğimiz yahudiler ile
hristiyanlar (Kitap ehli)dir. Bunun yanısıra bu ayet
gerek o günkü kafirlere ve gerekse bütün dönemlerin
kâfirlerine yönelik bir tehdit içeriyor.
Bir sonraki ayet hem o vaadi ve hem de bu tehdidi pekiştirmektedir.
Okuyalım:
"Müşriklerin hoşuna gitmese de, kendi dinini
diğer bütün dinlere karşı üstün getirmek üzere
peygamberini doğru yol ile ve gerçek din ile gönderen O'dur."
Yukarda okuduğumuz "Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram ilân ettiği
şeyleri haram saymayan ve gerçek dini benimsemeyen kitaplı
kâfirlerle, bunlara boyun eğerek kendi elleri ile cizye
verene dek savaşınız" ayetinde "gerçek
din"in, yüce Allah'ın son peygamberi ile gönderdiği
din olduğunu ve bu savaş emrinin bu dini kabul
etmeyenlerin tümünü kapsamına aldığını
bir kere daha açıkça anlıyoruz. (Tevbe Suresi, 29)
Bu ayeti nasıl yorumlarsak yorumlayalım, bu hüküm
doğrudur. Çünkü "gerçek din" deyimi kısaca
inançta, ibadetlerde ve yasaklarda tek Allah'a boyun eğmek,
itaat etmektir. Yüce Allah'dan gelen tüm dinlerin temel ilkesi
budur. Bu din, en son olarak Peygamberimizin getirdiği
mesajlar bütününde somutlaşır. Buna göre gerek
inançta, gerek ibadetlerde ve gerekse yasalarda ortaksız
Allah'ın dinini kabul etmeyen her kişi ve her toplum,
gerçek dini din edinmemiş kabul edilir ve az önce tekrarladığımız
savaş ayetinin kapsamına girer. Yalnız daha önce
defalarca söylediğimiz gibi, bu emrin uygulanması
sırasında islâm stratejisinin, bu dinin harekete ilişkin
yönteminin özelliği, değişik aşamaları
ve yenilenen yöntemleri gözönünde bulundurulacaktır. Az
önceki ayeti bir kere daha okuyalım:
"Müşriklerin hoşuna gitmese de, kendi dinini
diğer bütün dinlere karşı üstün getirmek üzere
peygamberini doğru yol ile ve gerçek din ile gönderen O'dur."
Bu ayet
"Oysa
Allah, kâfirlerin hoşuna gitmese de, nurunu kesinlikle
tamama erdirmekte kararlıdır" ayetinde
dile gelen ilk vaadini pekiştirici niteliktedir. Fakat
buradaki ifade daha belirli, daha
sınırlayıcıdır. Sebebine gelince bu ayete
göre yüce Allah'ın "tamama erdirmekte kararlı
olduğu nur" kendi dinine diğer bütün dinler karşısında
üstünlük kazandırmak amacı ile son peygamberi
aracılığı ile gönderdiği dindir.
"Gerçek din" -yukarıda belirttiğimiz gibi-
hem inançta hem ibadette ve hem de yasalarda tek Allah'a itaat
etmektir. Bu ilke, Peygamberimizden önceki peygamberlerin
getirdikleri bütün semavi dinlerde somutlaşmıştır.
Doğaldır ki, günümüz hristiyanları ile
yahudilerinin putperest inançlarının
sızmalarına uğrayarak yozlaşmış
sapık dinleri ile sözde din yaftası
taşıdıkları halde Allah dışında
başka ilahlar ortaya çıkarıp insanları
bunlara taptıran yani halklarını yüce Allah'ın
izninden kaynaklanmayan yasalara uymaya zorlayan zorba rejimler ve
düzenler bu tanımın kapsamına girmezler.
Yüce Allah burada kendi dinini bütün diğer dinler
karşısında üstün getirmek için Peygamberimizi doğru
yola ve gerçek dinle gönderdiğini açıklıyor. Bu
ilahi vaadin boyutlarını ve çapını
kavrayabilmek için "din"i az yukarda tanımladığımız
geniş anlamında algılamamız gerekir.
"Din" bağlılık ve itaat demektir. Bu
geniş çerçevenin içine insanların
bağlandıkları, itaat ettikleri, uydukları ve
tarafını tuttukları her sistem, her doktrin, her
sosyal akım girer.
İşte yüce Allah, Peygamberimiz aracılığı
ile göndermiş olduğu gerçek dinin bütün diğer
dinlere üstün geleceğine hükmederken "diğer
dinler" kavramını bu yaygın ve genel-geçerli
anlamda algılamamızı istemiştir.
Yani bağlılık ve itaat sırf Allah'a özgü
olacaktır; üstünlük, tek Allah'a bağlanmayı ve
itaat etmeyi somutlaştıran sistemin tekeline geçecektir.
Bu ilahi vaad Peygamberimizin, halifelerinin ve daha sonraki
gayretli müslümanların ellerinde gerçekleşmiş ve
uzun yıllar boyunca yürürlükte kalmıştır.
Bu dönemde gerçek din üstün ve galipti ve bağlılığı
sırf yüce Allah'ın tekeline vermemiş olan
diğer bütün sapık dinler hak dinden korkuyorlar,
karşısında titriyorlardı! Sonra gerçek dinin
bağlıları dinlerinden uzaklaşmaya
başladılar. Adım adım gerçekleşen bu
uzaklaşmanın islâm toplumunun bileşim
tarzından kaynaklanan iç faktörleri olduğu gibi bu
dinin gerek putperestlerden ve gerekse yahudiler ile
hristiyanlardan oluşan düşmanların
giriştikleri sürekli ve değişik yöntemli savaşların
yıpratmalarından kaynaklanan dış faktörleri
de vardır.
Fakat günümüzdeki durum son aşama değildir. Yüce
Allah'ın bu ayette açıklanan vaadi geçerliliğini
sürdürüyor ve bu sancağı omuzlayıp yeniden yola
koyulacak müslüman bir kitlenin ortaya çıkmasını
bekliyor. Bu müslüman kitle, hak dinin sancağını
omuzlayıp yüce Allah'ın nuru ile harekete
girişirken, ileriye doğru adım atmaya
başladığı ilk noktanın
aynısından yola çıkmalıdır.
Surenin bu kesitinde yeralan daha sonraki ayetlerde yahudiler
ile hristiyanların (Kitap ehlinin) yüce Allah'ın haram
kıldığı şeyleri nasıl haram
saymadıklarını somut bir örnekle tanımlayan
son adım atılıyor. Bilindiği gibi bu gerçeğe
az yukarda okuduğumuz "Onlar Allah
dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah
edinmişlerdi" ayetinde değinilmiş ve
Peygamberimiz de bu ayete ilişkin açıklamasında "Hahamları
ile rahipler yahudiler ile hristiyanlara bazı haramların
helâl ve bazı helâllerin haram olduklarını söylediler,
onlar da din adamlarının bu hüküm
lerine
uydular" buyurmuştu.
Gerek bu ayetten ve gerekse Peygamberimizin bu açıklamasından
açıkça anlaşılıyor ki, yahudiler ile
hristiyanlar, yüce Allah'ın haram ilân ettiği
şeyleri haram sayacakları yerde hahamların ve
rahiplerin haram olduklarına karar verdikleri şeyleri
haram kabul ediyorlar.