25- Gerçekten Allah size birçok yerde, birçok olayda olduğu
gibi Huneyn savaşı günü de yardım etti. Hani o gün
sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize
yolaçmıştı da bu kalabalıklık size hiçbir
yarar sağlamamıştı; yeryüzü, onca genişliğine
rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp
kaçmıştınız.
26- Bu bozgunun arkasından Allah, Peygamberinin ve müminlerin
kalblerine güven duygusu indirdi ve görmediğiniz ordular göndererek
kâfirleri azaba çarptırdı. Kâfirlerin görecekleri
karşılık budur.
27- Bundan sonra Allah dilediği kimselerin tevbelerini
kabul eder. Allah affedicidir, merhametlidir.
Müslümanlar yüce Allah'ın desteği ile birçok savaş
alanında başarı kazandıklarını
unutmuş değillerdi. Yakın zamanlarda meydana gelen
bu olayların hatırası henüz belleklerindeki tazeliğini
koruyordu. Onun için bu gerçeğe sadece değinivermek
yeterli idi.
Fakat "Huneyn" olayına gelince bu olay Mekke
fethinin hemen arkasından, Hicretin sekizinci
yılının Şevval ayında meydana
gelmişti. O günlerde Peygamber'imiz-salât ve selâm
üzerine olsun. Mekke'yi fethetmiş, bu fethin önüne çıkardığı
problemleri çözmüş, şehrin halkı tümü ile
müslüman olduğu için Peygamberi'miz tarafından
serbest bırakılmışlardı. Tam o
sırada şöyle bir olay oldu: "Hevazin"
kabilesi, şefleri Malik b. Auf Nadrî'nin komutasında müslümanlarla
savaşmak üzere yığınak
yapmıştı. Sakıf kabilesinin tümü, Çeşmeoğulları,
Saad. b. Bekroğulları, Hilâloğulları'nın
az sayıdaki Evza kolu ile Avf b. Amır ve Beni Amr b.
Amiroğulları'nın bir bölümünde Hevazın
kabilesine katılmıştı. Bu kabileler
kadınları, çocukları, koyunlar ve develeri ile
birlikte, neleri var neleri yoksa hepsini yanlarına alarak
yola çıkmışlardı. Bunun üzerine
Peygamberimiz de onları karşılamak üzere yola çıktı.
Yanında Mekke'yi fethetmek üzere gelen, muhacirler ile
ensardan oluşmuş on bin kişilik bir İslâm
ordusu vardı. Ayrıca bazı arap kabilelerinin
savaşçıları ile İslâm'a yeni girmiş,
Mekkeliler'den meydana gelen iki bin kişilik bir acemi
birliği olan İslâm ordusunun saflarında
yeralmıştı. Peygamberimiz işte bu birliklerin
başında düşman üzerine yürüdü.
İki ordu, Mekke ile Taif arasındaki "Huneyn"
adlı vadide karşılaştı. Bu
karşılaşma günün ilk saatlerinde, sabahın
alaca karanlığında meydana geldi. Müslümanlar
vadiye indiler. Oysa Hevazın kabilesi orada pusuya
yatmıştı. Adamlar Müslümanların kendilerini
farketmediklerini anlayınca baskına geçtiler. Birden
bire oklarını yağdırarak, kılıçlarını
sıyırarak komutanlarının emri uyarınca
tek bir asker disiplini içinde saldırıya
giriştiler. Bunun üzerine- yüce Allah'ın
buyurduğu gibi- müslümanlar panik içinde geriye dönüp
kaçmaya başladılar.
Fakat Peygamberimiz direnişini sürdürdü. Boz bir katıra
binmişti. Hayvanı ısrarla düşman güçlerinin
üzerine sürüyordu. Bunun üzerine amcası Abbas sağ
özengiye, Ebu Süfyan b. Haris sol özengiye asılmışlar,
hayvanın koşarak ilerlemesine engel olmaya çalışıyorlardı.
Peygamberimiz bir yandan da adını haykırarak kaçmakta
olan müslümanları geri dönmeye çağırıyor;
yüksek sesle "Ey Allah'ın kulları, bana
Allah'ın elçisine katılınız" diyor,
zaman zaman da "Ben Allah'ın Peygamberiyim, bu yalan
değil, ben Abdülmuttalip oğluyum" diye
haykırıyordu.
Sahabilerden yaklaşık olarak yüz kişi- kimi
tarihçilere göre seksen kişi- Peygamberimizin yanında
kalarak O'nunla omuz omuza savaşmayı sürdürmüşlerdi.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Abbas, Abbas'ın
oğulları Hz. Ali ve Hz. Fadıl, Hz. Ebu Süfyan, Hz.
Eymen B. Umm-i Eymen, Hz. Usamet- Zeyd- Allah hepsinden razı
olsun- bunlar direnenlerin başlıcaları idi.
Bir ara Peygamberimiz, gür sesli amcası Abbas'a
avazının çıktığı kadar "Ey o
ağacın altında biraraya gelenler" diye
haykırmasını emretti. Bu çağrıda
adı geçen ağaç "Rıdvan
Biatı"nın, altında gerçekleştirildiği
ağaçtı. Bu ağacın altında biraraya gelen,
muhacirlerden ve Ensar'dan oluşmuş müslümanlar savaş
alanlarında kaçmayacaklarına dair Peygamberi'mize söz
vermişlerdi. Peygamberimiz'in emri üzerine, amcası
Abbas "Ey Samure ağacının altında
toplananlar" ve kimi kez de "Ey Bakâra suresinde
kendilerinden sözedilenler" diye avazı çıktığı
kadar bağırmaya başladı. Bu çağrılar
üzerine müslümanlardan "Emret, emret, buyur şeklinde
cevaplar gelmeye başladı. Arkasından müslümanlar
kaçışlarını durdurup Peygamberimizin
yanına dönmeye koyuldular. Öyle ki, binek hayvanlarını
geri döndürmeyi başaramayan bazı kimseler
zırhlarını kuşanarak hayvanın
sırtından iniyorlar ve hayvanlarını
salıvererek yalnız başlarına Peygamberimiz'in
yanına koşuyorlardı.
Geri dönenler önemli sayıda bir grup oluşturunca
Peygamberimiz kendilerine ciddi bir şekilde
saldırıya geçmelerini emretti. Bu sıkı
saldırı sonunda düşman güçleri bozguna uğratıldı.
Kaçanlar izlenerek ya öldürüldü
ya da esir alındı.
Öyle ki, geride kalan müslümanlar savaş alanına dönüşlerini
tamamladığında Peygamberimiz'in önüne getirilmiş,
şaşkınlık içindeki esirlerle karşılaştılar.
Bu savaşta müslümanlar, kısa tarihlerinde ilk defa
oniki bin kişilik bir orduyu biraraya getirebildiler.
Bu sayı çokluğu şımarmalarına yolaçtı.
Bu yüzden zafere ulaşmanın başta gelen sebebini gözardı
ettiler. Bu sonucun da yüce Allah, savaşın ilk
aşamasında başlarına bozgun getirerek tekrar
O'na yönelmelerini sağladı. Arkasından
Peygamberimiz'in yanından ayrılmayarak direnmeye devam
eden, O'nun etrafında sımsıkı kenetlenen bir
avuçluk mümin grubun çabaları ile bozgunu zafere dönüştürdü.
Âyette bu savaş sahnesini hem somut tabloları ile ve
hem de duygusal reaksiyonları ile gözlerimizin önüne
getiriyor. Okuyalım:
"Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza
gitmiş, böbürlenmenize yolaçmıştı da bu
kalabalık hiçbir işinize yaramamıştı;
yeryüzü onca genişliğine rağmen size dar
gelmişti de sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız."
Burada önce sayı çokluğundan hoşlanma, bununla
böbürlenme reaksiyonu, arkasından ruh bozgunu
sarsıntısı; bütün yeryüzünün ağırlığı
altında kalınmış, ağır
basıncına uğramışcasına bir
sıkıntı, bir ruh darlığı reaksiyonu,
derken somut bir bozgun hareketi ve en sonunda da geriye dönüp
kaçma eylemi ile karşı karşıyayız. Peki
sonra?!
"Bu bozgunun arkasından Allah, Peygamberi'nin ve müminlerin
kalplerine güven duygusu indirdi."
Bu güven duygusu sanki kaftan gibi, iniyor ve yuvalarından
dışarıya fırlayacak gibi çırpınan
kalpleri yuvalarına oturtuyor ve kaynaşan
duyguların durdurulmalarını sağlıyor.
Okumaya devam ediyoruz:
"Ve görmediğiniz ordular gönderdi."
Bu orduların ne olduklarını, hangi özellikleri
taşıyan askerlerden oluştuklarını
bilmiyoruz. Çünkü "Rabb'inin ordularını kendisi
dışında hiç kimse bilmez." (Müdessir. 31)
Âyetin devamını okuyalım:
"Kâfirleri azaba çarptırdı."
Ölümle, tutsaklıkla, silâh ve teçhizatlarını
müslümanlara kaptırmakla, bozguna uğramakla.
Şimdi de âyetin sonunu tekrarlayalım:
"Bundan sonra Allah, dilediği kimselerin tövbelerini
kabul eder. Allah affedicidir, merh
ametlidir."
Yanlış iş yaptıktan sonra tevbe eden
kimseler için af kapısı her zaman açıktır.
Yüce Allah ile bağları gevşetmenin ve O'nun
dışında, başka bir güce güvenmenin sonuçlarını
göstermek amacı ile bu âyetlerde müminlere hatırlatılan
"Huneyn" savaşı bize bir başka gerçeği,
her inanç sisteminin dayandığı güçlerin neler
olduğu gerçeğini, dolaylı olarak açıklamaktadır.
Sayı çokluğu hiçbir şey değildir. Önemli
olan inaçlarına sımsıkı bağlı,
kararlı, fedakâr ve bilinçli azanlıktır. Hatta
sayı çokluğu kimi zaman bozguna sebep olur. Çünkü
taraftarı oldukları inanç sisteminin özünü kavramaksızın
akıntıya kapılarak bilinçsizce bu kalabalığa
katılan bazı kimselerin zor anlarda ayakları
titremeye başlar, zelzeleye tutulmuş gibi
sarsılırlar. Arkasından da taraftarların
saflarına kargaşa ve bozgun havasını yayarlar.
Üstelik sayı çokluğu, inanç sisteminin bağlılarını
aldatır, yüce Allah ile aralarındaki bağı
gevşetme umursamazlığına
kapılmalarına yolaçar, görüntüdeki kalabalıkla
oyalanarak hayatta zafere ulaşmanın
sırrını gözardı etmelerine sebep olur.
Her inanç sistemi seçkin kadroları eli ile ortaya çıkıp
varlığını sürdürmüştür. Yoksa "sönüp
giden köpükler" ve "rüzgârların savurduğu
ot kırıntıları, eli ile hiçbir inanç sistemi
ne ortaya çıkabilir ve ne de ayakta dura
bilir."
(Ra'd, 17 Kehf, 45)
Âyetlerin akışı, bu noktaya geldiğinde ve
müslümanların vicdanlarını yakın tarihin
hatıraları ile kamçıladığında müşriklere
ilişkin son sözü söylüyor, onlar hakkında
kıyamet gününe dek geçerliliğini sürdürecek nihai
hükmü veriyor.