O |
Tevbe
|
O |
|
ANNEDEN, BABADAN VE CANDAN İMTİHAN
23- Ey müminler, eğer babalarınız ve
kardeşleriniz kâfirliği, müminliğe tercih
ediyorlarsa sakın onları dost, yandaş edinmeyiniz.
Kimler böylelerini dost edinirlerse onlar zalimlerin ta
kendileridirler.
24- De ki; "Eğer babalarınızı, evlâtlarınızı,
kardeşlerinizi, eşlerinizi,
hısım-akrabanızı,
kazandığınız malları, bozulmasından
korktuğunuz ticareti ve hoşunuza giden evleri,
konakları Allah'dan, Peygamber'den ve Allah yolunda cihad
etmekten daha çok seviyorsanız Allah emr ini
gerçekleştirinceye, yapacağını yapıncaya
kadar bekleyiniz. Allah yoldan çıkmışlar güruhunu
doğru yola iletmez. "
Bu inanç sistemi, içine girdiği kalbi başka bir
şeyle paylaşmaya katlanamaz. Kalp, ya sırf ona ait
olur, ya da ona hiç baştan yer vermez. Bu âyetlerin vermek
istedikleri mesaj müslümanın ailesinden,
akrabalarından, eşinden, çocuklarından,
malından, çalışmasından, dünya nimetlerinden
ve meşru hazlardan kopması, ya da dünyanın bütün
güzel şeylerinden el-etek çekerek yalnızlık köşesine
kapanması değildir. Hayır, asla bu inanç
sisteminin tek istediği şey, insan kalbinin sırf
kendisine bağlı olması, sevgisine başka bir
şeyi ortak etmemesi, egemen ve buyurucu konumda olması,
hareket ettirici ve itici bir rol oynamasıdır. İnanç
sistemine bu rol tanındıktan sonra müslüman, hayatın
bütün güzelliklerinden yararlanabilir, bütün çekici hazlarından
payını alabilir, bunun hiç bir sakıncası
yoktur. Yalnız müslüman bütün bu güzellikleri ve hazları,
inancının gerekleri ile çatıştıkları
anda tümü ile silkeleyip atmaya hazır olmalıdır.
Bu iki yolun ayırım noktası şuradadır:
Acaba egemenlik bu inanç sisteminde mi, yoksa dünya hazlarında
mı olacak? Söz önceliği bu inanç sisteminin mi, yoksa
şu dünya nimetlerinin birinin mi olacak? Müslüman,
kalbinin inancına sımsıkı bağlı
olduğundan emin olduktan sonra çocuklarından,
kardeşlerinden, eşinden, akrabalarından
yararlanabilir; mallar, ticarethaneler, evler edinebilir; israfa
kaçmaksızın ve gurura kapılmaksızın yüce
Allah'ın yarattığı güzelliklerden ve çekici
hazlardan payını alabilir. Bunun hiç bir zararı,
hiç bir sakıncası yoktur. Hatta o takdirde bu
yararlanma İslâmca hoş görülen bir "müstahap''tır.
Çünkü bu yararlanma bir tür şükürdür, bu nimetleri
kulları onlardan yararlansın diye
bağışlayan yüce Allah'ın cömertliğini
bir anlamda onaylamadır; O'nun rızık
vericiliğini, nimet
bağışlayıcılığını,
karşılıksız sunuculuğunu hatırlatan
bir fırsattır.
Şimdi âyetlerin ayrıntılı açıklamasına
geçiyoruz:
"Ey müminler, eğer babalarınız ve
kardeşleriniz kâfirliği, müminliğe tercih
ediyorlarsa sakın onları dost, yandaş edinmeyiniz."
Böylece kalp ve inanç bağı kopuk olunca kan ve soy
bağları da kopuyor. Yüce Allah'da birleşen
yakınlığın dostluğu geçerli olmayınca
aile birliğinden kaynaklanan yakınlığın
dostluğu da geçerliliğini yitiriyor. Demek ki,
öncelikli dostluk yüce Allah'a yöneliktir. Bütün insanlık
bu ortak dostlukta kaynaşır. Bu dostluk olmayınca
ondan sonra başka dostluk kalmaz. İp kesilmiştir,
halka kopmuştur. Okuyoruz:
"Kim böylelerini dost edinirse onlar zalimlerin ta
kendileridir."
Buradaki "zalimler" "müşrikler"
anlamındadır. Demek ki, kâfirliği müminliğe
tercih eden aile bireyleri ve akrabalarla dostluk ilişkileri
sürdürmek, imanla bağdaşmaz bir müşrikliktir.
Bir sonraki âyet bu ilkeyi belirlemekle yetinmiyor. Bunun
yerine bütün insanlar arası ilişki, bütün dünyalık
nimet ve tüm haz türlerini ayrıntılı biçimde
gözler önüne sererek hepsini terazinin bir kefesine ve bu
inançla onun gereklerini öbür kefesine koyuyor. Âyette sözü
edilen babalar, evlâtlar, eşler, akrabalar, kan, soy,
akrabalık ve eş ilişkileri; mallar, ticarî ilişkiler
insan fıtratındaki arzu ve istekleri; gönül açıcı
evler, konaklar, köşkler, hayatın nimet ve
hazlarını temsil ediyor. Terazinin öbür kefesinde ise
Allah sevgisi, Peygamber sevgisi ve Allah yolunda cihad etme aşkı
var. Bütün gerekleri ve sıkıntıları ile
cihad. Beraberinde getirdiği bütün yorgunlukları ve
argınlıkları ile cihad. Yolaçtığı bütün
baskı ve mahrumiyetleri ile cihad. Birlikte
taşıdığı bütün acıları ve
fedakârlıkları ile cihad. Ucunda
karşılaşılacak yaralanmaları ve
şehit düşmeleri ile cihad. Bütün bunlardan sonra
"Allah yolunda girişilmiş" cihaddır.
Şöhretten; dillere düşmekten, ortalıkta boy göstermekten;
pohpohlanmaktan, övünmekten, caka satmaktan, kendini beğenmişlikten;
yeryüzü halkının saygısından, insanlar
arasında parmakla gösterilmekten, törenlere ve gösterilere
konu olmaktan arınmış bir cihaddır. Yoksa
sahibine ne ödül kazandırır ve ne de sevap. Şimdi
âyeti okuyoruz:
"Dedi ki; `Eğer babalarınızı, evlâtlarınızı,
kardeşlerinizi, eşlerinizi, hısım akrabalârınızı,
kazandığınız malları, bozulmasından
korktuğunuz ticareti ve hoşunuza giden evleri,
konakları Allah'tan, Peygamber'den ve Allah yolunda cihad
etmekten daha çok seviyorsanız, Allah emrini, gerçekleştirinceye,
yapacağını yapıncaya k adar
bekleyiniz."
Haberiniz olsun bu iş zordur. Haberiniz olsun, bu son
derece büyük ve önemli bir iştir. Fakat bu odur, sözünü
ettiğimiz iştir. Aksi halde:
"Allah, emrini gerçekleştirinceye,
yapacağını yapıncaya kadar bekleyiniz."
Yoksa fasıkların, doğru yoldan çıkmışların
akıbetine uğrarsınız:
"Allah, yoldan çıkmışlar güruhunu doğru
yola iletmez."
Bu arınmışlık, bu ortak tanımaz
bağlılık sadece müslüman fertlerden istenmiyor.
Müslüman toplumdan, İslâm devletinden de ayni şey
isteniyor. Buna göre ne müslüman toplum ve ne de İslâm
devleti inanç sisteminin ve Allah yolunda cihad etmenin üzerine
çıkan hiçbir ilişkiye, hiçbir çıkara önem
vermemeli, itibar etmemelidir.
Yüce Allah, bu yükümlülüğü müminlerin omuzlarına
bindirirken fıtratlarının bu yükü taşıyabileceğini
biliyordu. Çünkü "Yüce Allah, hiçbir kimseye taşıyamayacağı
bir yük yüklemez." Yüce Allah'ın, müminlerin fıtratlarının
mayasına bu yüksek düzeyli fedakârlık ve katlanabilme
enerjisini katmış olması, O'nun kullarına yönelik
bir rahmetidir. İnsan fıtratının
mayasında bu fedakârlıktan duyulan yüce hazzın
bilinci vardır, insan fıtratı bu hazzı, yeryüzünün
tüm hazlarına değişmez. Bu haz Yüce Allah ile ilişki
halinde olmanın hazzıdır, yüce Allah'ın
hoşnutluğunu ummanın hazzıdır,
zayıflığı ve başkalarının
ayakları altında itilip kakılmayı
aşmanın hazzıdır, etin ve kanın
ağırlığından kurtularak
ışıklı ve aydınlık ufuklara
tırmanmanın hazzıdır. Eğer insan
fıtratı yerçekiminin baskısı altında
kalırsa bakışlarını yüce ufuklara
dikince bu baskıdan kurtulup yükselişe geçmenin
özlemli umudunu tazelemiş olur.
Daha sonraki iki âyette duygular ve anılar
canlandırılıyor. Müslümanların yakın
zamanlarda yaşadıkları bir dizi olay gözler
önüne getiriliyor. İnsan gücü ve savaş araç-gereci
bakımından yetersiz oldukları bazı
savaşlarda yüce Allah'ın kendilerine yardım
ettiği vurgulanıyor. Ayrıca kendilerine "Huneyn"
savaşı hatırlatılıyor. O gün
müslümanlar sayıca kalabalık olmalarına
rağmen ilk aşamada bozguna uğramışlar,
fakat sonra yüce Allah onlara kendi gücü ile yardım
etmişti. O gün
Mekke'yi fetheden İslâm ordusuna sadece iki bin yeni
müslüman olmuş, acemi asker katılmıştı.
Yine o gün müslümanlar sayıca kalabalık
oluşlarına, savaş araç-gereçlerinin bolluğuna
güvenerek bir süre için Allah'a bağlılıklarını
gevşetmişlerdi. Bunun üzerine savaşın ilk
aşamasındaki bozgun başlarına geldi. Amaç,
yüce Allah'a bağlılığın, O'nunla
ilişkileri sağlam tutmanın, zaferi hazırlayan
asıl faktör olduğunu; sayı ve araç-gereç bolluğunun
ortadan kalktığı; mal, kardeş ve evlât desteğinden
yoksun kaldıkları zamanlarda bu faktörün yanı
başlarında olmakta devam edeceği gerçeğini müminlere
uygulamalı bir ders vererek öğretmekti.
|
|
O |
|
O |
|