ALLAH'IN MESCİDLERİ VE HİCRET EDENLER
17- Müşriklere, kâfir olduklarına bizzat kendileri
tanıklık ettikleri halde Allah'ın mescidlerini
onarıp şenlendirmek düşmez. Onların bütün
yaptıkları boşunadır. Onlar ebedi olarak
cehennemde kalacaklardır.
18- Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe
inananlar, namazı kılanlar, zekâtı verenler,
Allah'dan başka hiç kimseden korkmayanlar onarıp
şenlendirebilir. Bu kimselerin doğru yolu bulanlardan
olmaları umulur.
19- Hacılara su sağlamayı ve Kâbe'yi onarıp
şenlendirmeyi, ahiret gününe inanmakla ve Allah yolunda
cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında bir
değildirler. Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez.
20- İman edip Medine'ye hicret edenlerin ve malları,
canları ile Allah yolunda cihad edenlerin Allah
katındaki dereceleri en üstündür. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.
21- Rabb'leri onları kendi öz bağışı
olan bir rahmetle, hoşnutluk ve bitmez-tükenmez nimetlerle
dolu cennetler ile müjdeler.
22- Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Hiç şüphesiz
büyük ödül Allah katındadır.
Bu ilişki kesme kararı ilân edildikten sonra müşrikler
ile savaşmaya yanaşmayanların ileri sürebilecekleri
bir gerekçe, bir mazeret kalmadı. Ayrıca müşriklerin
Beytullah'ı ziyaret etmekten ve oranın
bakımını ve onarımını üstlenmekten
uzak tutuldukları da kesinlik kazandı. Müşrikler
cahiliye döneminde Beytullah'ı hem ziyaret edebiliyor, hem
de bu kutsal yapının bakımını ve
onarımını yürütüyorlardı. Okuduğumuz
âyetlerde yüce Allah'ın evlerinin bakımında,
yapımında, onarımında ve gözetiminde müşriklerin
hakları ve katkıları olabileceği tuhaf görülerek
reddediliyor. Bu sadece yüce Allah'a inananların, O'nun
buyurduğu farz görevleri yerine getirenlerin hakkıdır.
Cahiliye döneminde müşriklerin, Kâbe'yi onarmış,
buranın bakımını üstlenmiş olmaları
ve ziyaretçilerinin su ihtiyaçlarını
karşılamış olmaları bu kuralı
değiştiremez. Okuduğumuz âyetler İslâm'ın
bu kuralını henüz iyice kavrayamamış kimi müslümanların
vicdanlarını rahatsız eden bazı
saplantılarına karşılık vermektedir.
Şimdi de okuduğumuz âyetleri tek tek ele alalım:
"Müşriklere, kâfir olduklarına bizzat
kendileri tanıklık ettikleri halde, Allah'ın
mescidlerini onarıp şenlendirmek düşmez."
Bu, aslında temelinden tuhaf bir iştir ve hiç bir
haklı gerekçesi yoktur. Çünkü nesnelerin doğasına
(eşyanın tabiatına) aykırıdır.
Sebebine gelince Allah'ın evleri sırf yüce Allah'a
özgüdürler, buralarda sadece O'nun adı anılabilir,
O'nunla birlikte başkasının adı anılamaz
bu evlerde. Buna göre Allah'ın birliği (tevhid)
inancı ile kalplerini onarıp şenlendirmeyenler,
Allah'a ortak koşanlar, hayatlarının pratiği
ile kâfirliklerine bizzat tanıklık edenler, bu gerçeği
inkâr edemeyecek, tersine onu onaylamaktan başka bir
şey yapamayacak olanlar bu evleri nasıl onarıp
şenlendirebilirler? Âyeti okumaya devam ediyoruz:
"Onların bütün yaptıkları
boşunadır."
Onların bütün yaptıkları kökten geçersizdir.
Bu geçersiz ve boşuna işlerinden biri de tek
dayanağı yüce Allah'ın birliği (tevhid)
ilkesi olan Beytullah'ı onarımını,
bakımını ve şenlik tutulmasını yürütmeleridir.
Şimdi de âyetin son cümlesini okuyalım:
"Onlar ebedi olarak cehennemde kalacaklardır."
Bunun sebebi, apaçık ve kesin kâfirlik birikimleridir.
İbadet, inancın dışa vurmuş ifadesi,
somut yansımasıdır. Buna göre inanç bozuk olunca
ibadet de bozuk olur. Kalpler sağlıklı imanla,
pratiğe yansıyan somut ameller, hem ameli ve hem de
ibadeti sırf Allah rızası amacına yöneltmekle
onarılıp şenlendirilmedikçe kutsal yerleri ziyaret
etmek, mescidlerin yapımını,
Allah'a
samimiyetle bağlanmak gerekli bir şarttır; bilinçte
ve davranışlarda müşrikliğin her türlü
izinden ve lekesinden arınmak vazgeçilmez bir
şarttır. Oysa yüce Allah dışında bir
başkasından korkmak bir müşriklik türüdür.
Âyet, bu tehlikeye burada bile bile dikkatleri çekiyor. Amaç
hem inancı ve hem de ameli arındırıp
saflaştırmaktır. İşte o zaman müminler,
yüce Allah'ın mescidlerini yapmaya,onarmaya ve gözetmeye
hak kazanırlar, yüce Allah'dan hidayet dilemeyi hakederler.
Âyetin sonunu okuyalım:
"Bu kimselerin doğru yolu bulanlardan olmaları
umulur."
Kalp yönelir, vücudun organları ise amel işler.
Sonra da yüce Allah, bu yönelişe ve amele denk gelecek
hidayeti, amaca ermeyi ve başarıyı
bağışlar.
Yüce Allah'ın evlerini inşa etmeyi, onarmayı ve
şenlendirmeyi haketmenin kuralı bu olduğu gibi
ibadetleri ve kutsal ziyaretleri değerlendirirken
başvurulacak olan kriter de budur. Yüce Allah bu kuralı,
bu kriteri hem müslümanlara hem de müşriklere açıklıyor.
Evet, müşrikler cahiliye döneminde Kâbe'nin onarımını
ve bakımını yürütüyorlar, gelen ziyaretçilerin
su ihtiyacını karşılıyorlardı. Fakat
inançları sırf yüce Allah'a yönelik değil.
Ayrıca ne gerekli amelleri yapıyorlar ve ne de cihad
amacı taşıyorlar. Buna göre onları -sırf
Beytullah'ın onarımını ve gözetimini
yürütüyorlar, konuk ziyaretçilere hizmet sunuyorlar diye
şartlarına uygun biçimde iman edip Allah yolunda, O'nun
sözünü yüceltmek uğrunda cihad edenler ile bir tutmak
doğru değildir. Okuyoruz:
"Hacılara (ziyaretçilere) su sağlamayı ve
Kâbe'yi onarıp şenlik tutmayı, Allah'a ve ahiret gününe
inanmakla ve O'nun yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz?
Bunlar Allah katında bir değildirler."
Ölçü, yüce Allah'ın ölçüsüdür; geçerli değerlendirme
O'nun yaptığı değerlendirmedir. Âyetin sonunu
okuyalım:
"Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez."
Yani yüce Allah, gerçek dini benimsemeyen ve inançlarını
müşriklikten arındırmayan kimseleri doğru
yola iletmez. Bu kimseler istedikleri kadar Beytullah'ı (Allah'ın
evini) onarıp şenlik tutsunlar, ziyaretçi konuklarının
su ihtiyacını karşılasınlar, önemli değildir.
Bu ilkenin vurgulanışı, yurtlarından
ayrılmak zorunda kalan, mücahid müminlerin üstün
derecesini, kendilerini bekleyen ilâhî rahmeti ve hoşnutluğu,
onlar için hazırlanan sürekli nimetleri ve büyük mutluluğu
belirterek noktalanıyor. Okuyoruz:
"İman edip Medine'ye hicret edenlerin ve malları,
canları ile Allah yolunda cihad edenlerin Allah
katındaki dereceleri en üstündür. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.
Rabb'leri onları kendi öz bağışı olan
bir rahmetle, hoşnutlukla ve bitmez tükenmez nimetlerle dolu
cennetler ile müjdeler.
Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Hiç şüphesiz
büyük ödül Allah katındadır."
Âyetteki "Allah katındaki dereceleri en üstündür"
ifadesinde "karşılaştırmalı"
üstünlük değil, "mutlak" üstünlük
sözkonusudur. Başka bir "deyimle bu ifade öbürlerinin
(müşriklerin) derecesi daha aşağıdır"
anlamında değildir. Çünkü "öbürler" "Bütün
yaptıkları boşunadır, onlar ebedi olarak
cehennemde kalacaklardır" hükmünün kapsamı içindedirler.
Buna göre onlar ile yurtlarından ayrılmak zorunda kalan,
mücahid müminler arasında ne derece ve ne de elde
edecekleri nimet konusunda göreceli üstünlük sözkonusu değildir.
Daha sonraki âyetlerde müslüman toplumu oluşturan
fertlerin kalplerindeki duygular arındırılarak,
sırf yüce Allah'a ve O'nun dinine yöneltiliyor. Müminler,
bu duygularını akrabalık, çıkar ve dünya
hazzı bağlarından soyutlamaya çağrılıyor.
İnsana cazip gelen bütün hazlar ve hayatın bütün bağlılıkları
hep biraraya getirilerek terazinin bir kefesine konuyor. Öbür
kefeye ise Allah, Peygamber ve Allah yolunda cihad etme sevgisi
yerleştiriliyor. Arkasından müminler, bu iki kefeden
birini seçmek üzere serbest bırakılıyor. Okuyoruz.