O |
Tevbe
|
O |
|
MÜNAFIKLAR VE DİRAR MESCİDİ
107- Savaşa katılmayanların bir başka grubu
da islâma zarar vermek, kâfirliği pekiştirmek, mü'minler
arasında ayrılık tohumu ekmek, daha önce Allah'a
ve Peygamber'e karşı savaşmış birine gözetleme
yeri hazırlamak amacı ile bir mescid yaptılar.
Onlar, "iyilikten başka bir amacımız yoktu"
diye yemin edeceklerdir. Oysa Allah şahittir ki, onlar yalan
söylüyorla r.
108- Orada asta namaza durma. İlk gününden itibaren
Allah korkusu temeli üzerine kurulan mescid, içinde namaz kılmana
daha lâyık bir yerdir. Orada günahlardan arınmayı
özleyen kimseler vardır. Allah günahlardan arınanları
sever.
109- Yapısını Allah korkusu ve
hoşnutluğu temeli üzerine kuran mı
hayırlıdır, yoksa yapısını kaymak
üzere olan bir yarın kendi üzerinde kurup da o yarla
birlikte cehenneme kayan kimse mi hayırlıdır? Allah
zalimler güruhunu doğru yola iletmez.
110- Yaptıkları o yapı kalpleri paralanana kadar,
yüreklerinde bir kuşku kaynağı olmaya devam
edecektir. Allah her şeyi bilir ve her yaptığı
yerindedir.
Zarar amaçlı mescid (mescidi dırar) olayı, Tebük
seferi sırasında yaşanmış bir
olaydır. Bunun için bu mescidi yapan münafıklar,
diğer münafıklardan ayrı tutulmuş ve o günkü
müslüman toplumdaki genel gruplar sunulduktan sonra bağımsız
bir bölümde onlardan söz edilmiştir.
İbn-i Kesir tefsirinde .şöyle der: "Bu
ayetlerin indiriliş sebebi şudur: Pëygamberimiz -salât
ve selâm üzerine olsun- Medine'ye gelmeden önce, Hazreç
kabilesinden Rahip Ebu Amr denen bir adam vardı. Cahiliye döneminde
hristiyan olmuş, ehl-i Kitab'a ait bilgiler okumuştu.
Cahiliye döneminde tek başına ibadet ederdi. Hazreç
kabilesinde büyük bir saygınlığa sahipti.
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Medine'ye hicret
ettiği, müslümanların etrafında
toplandığı, artık islâmın sesi yükselmeye
başladığı ve yüce Allah Bedir günü onlara
zafer bahşettiği zaman, mel'un Ebu Amr
salyalarını dökerek düşmanlığını
açığa vurdu. Sonra da kaçıp Mekke kâfirlerinin,
Kureyş müşriklerinin yanına gitti. Onlar
Peygamberimize karşı savaşmaya teşvik etti.
Kendilerine katılan diğer Arap kabileleriyle birlikte
Uhud savaşı yılı harekete geçtiler. O sene
müslümanlara olan oldu. Allah onları imtihandan geçirdi ve
sonuçta Allah'dan korkanlar kazandı. İşte bu
fasık herif, iki saf arasında bazı çukurlar kazmıştı.
Bu çukurlardan birine Peygamberimiz de düşmüştü. O
gün yaralanmış, yüzü yarılmıştı.
Sağ alt dişlerinden biri
kırılmıştı. O gün Peygamberimizin başı
da yarılmıştı. Savaş başlamadan
önce Ebu Amr, kavmi olan Ensar'a doğru seslenmiş,
onları kendisine yardım etmeye, kendisine uymaya çağırmıştı.
Onun sesini tanıdıkları zaman şöyle karşılık
vermişlerdi: "Allah seni kör etmiş ey fasık,
ey Allah'ın düşmanı "Onu kovalayıp sövmüşlerdi.
O da, "Allah'a and olsun ki,. kavmim benden sonra
bozulmuş" diyerek geri dönmüştü.
Kaçmadan önce Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
onu Allah'ın dinine çağırmış, ona Kur'an
okumuştu. Müslüman olmak istememiş,
inatlaşmıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- "Uzak ve kovulmuş olan
ölsün" diye beddua etmişti. İşte bu beddua
tutmuştu. Şöyle ki, bu adam Uhud savaşı
sonrasında Peygamberimizin gitgide güçlendiğini ve
üstünlük sağladığını görmüştü.
Bunun üzerine Bizans İmparatoru Heraklius'un yanına
gitmiş ve Hz. Peygamber'e karşı ondan yardım
istemişti. İmparator ona yardım sözü vermiş,
iyilikte bulunmuş ve yanında tutmuştu. Bunun
üzerine Ensar arasındaki bir grup münafık ve
kararsızlıklara bir mektup yollayarak; yakında bir
orduyla gelip Hz. Peygamberle savaşacağını,
onu yenip geldiği yere göndereceğini va'detmişti.
Bunun için kendisine bir sığınak
hazırlamalarını, böylece göndereceği
mesajları orada almalarını istemişti. Bu,
aynı zamanda geldiğinde kendisi için de bir karargâh
olacaktı. Bunun üzerine Kuba mescidinin yakınında
bir mescid inşa etmeye başladılar. Peygamberimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- Tebük seferine çıkmadan
önce, binayı tamamladılar. Peygamber'den yanlarına
gelmesini, mescidlerinde namaz kılmasını istediler.
Amaçları, peygamberin namazını mescidlerinin
meşruluğuna kanıt olarak kullanmaktı.
Ayrıca bu mescidi, sırf karanlık gecelerde
zayıf ve sakatların namaz kılmaları için inşa
ettiklerini söylediler. Fakat yüce Allah, peygamberini orada
namaz kılmaktan korudu. Peygamberimiz -salât ve selâm
üzerine olsun- "Şu anda sefere çıkmak üzereyiz,
dönüşte inşaallah" dedi. Peygamberimiz Tebük
seferinden Medine'ye dönerken, iki veya üç günlük yolu kalmışken,
Cebrail -selâm üzerine olsun- indi ve bu zarar amaçlı
mescid hakkında (Mescid-i Dirar) haber verdi. Bunu
kuranların daha ilk günden takva esası üzerine kurulan
kendi mescidlerindeki -Kuba mescidi- mü'min cemaat arasında
ayrılık çıkarmayı amaçladıklarını,
niyetlerinin küfür olduğunu bildirdi. Bunun üzerine
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Medine'ye varmadan
önce müslümanların gidip o mescidi
yıkmalarını emretti. (İbn-i Kesir bunu,
İbn-i Abbas'dan, Said b. Cübeyr'den, Mücahit'ten, Urve b.
Zübeyr'den ve Katade'den de rivayet etmiştir.)
İşte Peygamberimizin bu dirar mescidine (zarar amaçlı)
gidip namaz kılmaması, ilk mescidde, yani ilk günden
beri takva temeli üzerine kurulan Kuba mescidinde namaz kılması
emredilmiştir. Bu mescidde arınmak isteyen kimseler yer
almaktadır.
"Allah günahlardan arınanları sever."
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde
islâm ve müslümanlara bir komplo merkezi olarak kurulan bu
mescid, -Mescid-i Dirar- sırf müslümânlara zarar verme,
Allah'ı inkâr etme, gizliden gizliye müslüman topluma
komplolar düzenleyenlerin toplantılarını kamufle
etme ve din perdesi altında bu dine darbeler indiren, din düşmanlarının
yardımlaşmalarını örtbas etme amacına yöneliktir.
Bu mescid, bu dinin düşmanlarının
başvurduğu iğrenç planlara uygun olarak değişik
görünümler altında ortaya çıkmaktadır. Görünürde
islâmdan yana, gizliden gizliye de islâmı ortadan
kaldırma ya da kötüleme yahut karıştırma
veya basitleştirme amacına yönelik bir hareket olarak
belirir. Kimi zaman, arkasına gizlenip bu dine darbeler
indirmek için din maskesine bürünen rejimlerin kılığında
ortaya çıkar bu mescid. Bu mescid, bazen islâmın
boğazlandığını, yok edildiğini görüp
de bu yüzden üzülenleri uyutmak için çeşitli örgütler,
kurumlar, islâmdan söz eden kitap ve araştırmalar
kılığında ortaya çıkar. Böylece islâmın
ortadan kaldırıldığına üzülen insanlar
bu teşkilâtlar ve kitaplar aracılığı ile,
"İslâm ayaktadır, onun için korkacak bir şey
yok, üzülmeniz yersizdir" telkinleriyle uyutulurlar. Bu
zarar amaçlı mescid, değişik görünümler altında
ortaya çıkmış, çıkmaya devam edecektir de.
Zarar amaçlı mescidler (Mescid-i Dirarlar) birçok
görünümler altında belirebilecekleri için, bunları
ortaya çıkarmak üzerlerindeki yanıltıcı
maskeleri indirmek, gerçek mahiyetlerini ve gizli amellerini
insanlara açıklamak kaçınılmazdır.
Aşağıdaki net ve güçlü açıklama,
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun; döneminde Dirar
mescidinin ne şekilde ortaya çıkarıldığına
bizim için bir örnek oluşturmaktadır.
"Savaşa katılmayanların bir başka
grubu da islâma zarar vermek, kâfirliği pekiştirmek, mü'minler
arasında ayrılık tohumu ekmek, daha önce Allah'a
ve Peygamber'e karşı savaşmış birine gözetleme
yeri hazırlamak amacı ile bir mescid yaptılar.
Onlar, "iyilikten başka bir amacımız yoktu"
diye yemin edeceklerdir. Oysa Allah şahitt ir
ki, onlar yalan söylüyorlar."
"Orada asla namaza durma. İlk gününden itibaren
Allah korkusu temeli üzerine kurulan mescid, içinde namaz kılmana
daha lâyık bir yerdir. Orada günahlardan arınmayı
özleyen kimseler vardır. Allah günahlardan arınanları
sever."
"Yapısını Allah korkusu ve
hoşnutluğu temeli üzerine kuran mı
hayırlıdır, yoksa yapısını kaymak
üzere olan bir yarın kenarı üzerinde kurup da o yarla
birlikte cehenneme kayan kimse mi hayırlıdır? Allah
zalimler güruhunu doğru yola iletmez."
"Yaptıkları o yapı, kalpleri paralanana
kadar, yüreklerinde bir kuşku kaynağı olmaya devam
edecektir. Allah her şeyi bilir ve her yaptığı
yerindedir."
"Kur'an'ın eşsiz ifade tarzı burada hareket
dolu bir tablo çiziyor. Bu tablo, zarar amaçlı mescid ile,
hedeflenen amaca yönelik olarak takva mescidinin yanında
inşa edilen tüm mescidi dirarların akıbetini açıklıyor.
Perde arkasında iğrenç niyetleri gizleyen yanıltıcı
her girişimin sonucunu ortaya koyuyor. Aynı şekilde
günahlardan arınmak için çabalayanlara, kendilerine
yönelik komplolara karşı güvence veriyor. Komplocular,
istedikleri kadar iyilik sever pozlarına bürünsünler,
onlara hiçbir zarar veremeyeceklerdir:
"Yapısını Allah korkusu ve
hoşnutluğu temeli üzerine kuran mı
hayırlıdır, yoksa yapısını koymak
üzere olan bir yarın kenarı üzerinde kurup da o yarla
birlikte cehenneme koyan kimse mi bayırlıdır? Allah
zalimler grubunu doğru yola iletmez."
Bir an durup, köklü, sağlam ve güvenli takva binasına
bir göz atalım. Sonra öbür tarafa bakıp, zarar
binasını kurmak için alelacele başlatılan
hareketi gözleyelim. Bu bina, kaymak üzere olan bir yarın
kenarı üzerinde kurulmuştur... Kaymaya yüz tutmuş
bir uçurumun kenarında yıkılmaya müsait kaygan
bir zemin üzerinde kurulmuştur. Bir an bakıyoruz ki, bu
bina sarsılıyor, kayıyor, yıkılıyor...
Çöküyor... Darmadağın oluyor... Uçuruma yuvarlanıp
gidiyor... Uçurum bu binayı tutuyor birden... Korkunç bir
şey!.. Bu uçurum cehennem ateşidir... "Allah
zalimler güruhunu doğru yola iletmez."
Bu dine komplo düzenlemek için bu binayı kuran müşrik-kâfirleri
Allah doğru yola iletmez.
Dehşet verici bir sahnedir bu. Hareket dolu, etkileyici
bir sahne. Bu sahneyi birkaç kelime tasvir edip canlandırıyor...
Amaç, komplocu, kâfirlik ve münafıklık davaları
karşısında, hak davasının
bağlılarının kendilerinden ve
davalarının akıbetinden emin olmalarını
sağlamaktır. Komplo ve zarar verme temelleri üzerine
yapılarını yükseltenler karşısında,
takva temeline dayalı olarak yapılarını
kuranlara güvence vermektedir.
Kur'an'ın eşsiz ifadesinin
canlandırdığı son sahne, dirar mescidinin kötü
kurucularının kişiliklerinin üzerindeki etkilerine
ilişkindir. Bu etkiler, bütün dirar mescidlerinin kurucuları
için geçerlidir.
"Yaptıkları o yapı, kalpleri paralanana
kadar, yüreklerinde bir kuşku kaynağı olmaya devam
edecektir. Allah her şeyi bilir ve her yaptığı
yerindedir."
Kuşkusuz yar yıkılıp gitmiş, üzerinde
kurulan zarar amaçlı yapıyı da sürükleyip
götürmüştü. Cehennem ateşine
yuvarlanmıştı. Ne kötü bir sonuç... Ama bu yapının
etkileri, kurucularının gönüllerinde birikim olarak
kaldı. Kuşku, kararsızlık,
sıkıntı ve şaşkınlık olarak
kaldı. Bu durum kesintisiz devam edecek ve bu gönüller
huzur yüzü görmeyecek, güven duygusu nedir bilmeyecek,
kesinlikle istikrar huzur yüzü görmeyecek, güven duygusu nedir
bilmeyecek, kesinlikle istikrar bulmayacaktır. En sonunda içlerindeki
bu utanç, gönüllerini paralayacak, yok edip gidecektir.
Yıkılmaya yüz tutmuş yapının
oluşturduğu tablo, kuşkunun,
sıkıntının, huzursuzluğun tablosudur.
Biri maddi, diğeri duygusal bir tablodur. Bu iki tablo,
Kur'an'ın eşsiz ifade tarzının
canlandırdığı olağanüstü bir sanat
paletinde canlandırılıyorlar. Her iki tabloyu
insanlığın pratik hayatında sürekli ve
defalarca gözlemlemek mümkündür. Çünkü komplocu ve
düzenbaz kimseler, sarsılmış bir inanca,
kararsız bir vicdana sahip kimselerdir. Huzur ve güvene kavuşmaları
mümkün değildir. Gözledikleri şeylerin açığa
çıkmasından tedirgindirler. Güven ve huzur yüzü
görmeden sürekli kuşku içinde yaşarlar.
İşte harikulâde sanat fırçası ile
psikolojik bir gerçeği böylesine ahenkli bir biçimde, bu
denli bir ifade ve tasvir kolaylığı ile çizen
Kur'an'ın erişilmez ifade tarzı...
Bütün bunların gerisinde; Kur'an'ın ifade yönteminde,
Mescid-i Dirar ve kurucularını ortaya çıkarmada,
toplumu iman düzeylerine göre açık bir şekilde
sınıflandırmada, islâmi hareketin yolunu
belirlemede ve her yönüyle hareket imkânı
bulacağı ortamın özelliğini ortaya koymada gözettiği
hikmet yatmaktadır.
Kuşkusuz Kur'an-ı Kerim, müslüman topluma önderlik
etme, onu yönlendirme, uyarma ve onu büyük görevine hazırlama
işlevini görüyordu. Bu Kur'an, dehşet verici hareket
ortamında okunmadıkça anlaşılmaz. Böyle bir
ortamda, böylesine görkemli bir hareket içinde, onunla birlikte
yol alanlardan başkası anlayamaz Kur'an'ı...
MÜSLÜMANLAR VE DİĞER TOPLUMLAR '
Müslüman toplum ile diğer topluluklar arasındaki
ilişkileri düzenleyen nihai hükümlerin geri kalanını
içeren surenin bu son bölümü ya da son dersi; müslüman ile'
Rabbi arasındaki ilişkileri belirlemek, müslümanın
benimsediğini ilan ettiği islâmını
tabiatını açığa kavuşturmak, bu dinin
bir müslümana yüklediği sorumlulukları ve islâmın
birçok alandaki stratejisini açıklamakla başlıyor:
1) İslâma girmek, alışveriş yapan iki
taraf arasında gerçekleşen bir satış sözleşmesidir.
Bu sözleşmede yüce Allah alıcı, mü'min de satıcıdır.
Allah'la yapılan bu alışverişten sonra, bir mü'min
canını ve malını; Allah için, onun sözünün
yücelmesi, bütünüyle onun dininin egemen olması
uğrunda, Allah yolunda cihad için harcamaktan kaçınamaz.
Çünkü mü'min, bu alışveriş sözleşmesinde,
canını ve malını belirlenmiş ve bilinen
bir ücret karşılığında Allah'a
satmıştır. Bu ücret, cennettir. Aslında bu
paha biçilmez bir ücrettir. Ama yüce Allah lütfediyor,
mü'minlere iyilikte bulunuyor:
"Allah mü'minlerin mallarını ve
canlarını karşılığında
kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı. Onlar
Allah yolunda savaşırlar, bu yolda kimi zaman
öldürürler ve kimi zaman da öldürülürler. Bu Allah'ın
üzerine borç aldığı ve hem Tevrat'ta, hem
İncil'de, hem de Kur'an'da yer verdiği bir sözdür.
Allah'dan daha
çok sözünde duran kim olabilir ki? O halde yaptığınız
bu alışverişe sevininiz. İşte büyük
kurtuluş, büyük başarı budur. (Tevbe Suresi 111)
2) Bu satışı yapanlar, bu
alışveriş sözleşmesini gerçekleştirenler
ayırıcı nitelikleri bulunan seçkin bir kitledir.
Bu niteliklerden bazısı duygu ve bilinç alanında,
yüce Allah ile direkt ilişkiye giren kendi ruhlarına
özgüdür. Bu sorumluluklar, yeryüzünde Allah'ın dinini
egemen kılmak için bilinç planındaki inancı
davranışlara yansıtmak, iyiliği emredip kötülüğü
yasaklamak, hem kendi şahıslarını, hem de
başkalarını yüce Allah'ın belirlediği
kurallara uydurmaktır:
"Allah ile bu alışverişi yapanlar, tevbe
edenler, sırf Allah'a kulluk edenler, hem hamd edenler, Allah
yolunda geziye çıkanlar, rükua varanlar, secde edenler,
iyiliği emrederek kötülükten sakındıranlar
Allah'ın koyduğu sınırları gözetenlerdi.
Mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi 112)
3) Surenin akışı içinde peşpeşe gelen
ayetler, bu satışı yapan, bu
alışveriş sözleşmesini gerçekleştiren mü'minlerle,
bu konuda onlara katılmayanlar arasındaki -yakın
akraba da olsalar- tüm ilişkileri kesiyor. Gidiş
yolları ayrılmıştır artık, sonuçlar
da farklı olacaktır. Çünkü bu sözleşmeyi gerçekleştirenler
cennet ehlidirler. Böyle bir satış sözleşmesi gerçekleştirmeyenler
de cehennem ehlidirler. Ne dünyada, ne de ahirette cennet ehli
ile cehennem ehlinin beraberliği ve aynı nitelikleri
paylaşmaları mümkün değildir. O halde, kan ve soy
yakınlığı insanlar arası ilişkilere
kaynaklık edemez. Kan ve soy yakınlığı,
cennet ehli ile cehennem ehlini birbirine bağlayamaz.
"Akraba bile olsalar cehennemlik oldukları belli
olduktan sonra puta tapanlar için Allah'dan af dilemek, ne
Peygamber'e ve ne de mü'minlere yakışmaz.
İbrahim'in, babası için af dilemesi ona bu yolda
söz verdiği içindi. Fakat babasının bir Allah düşmanı
olduğunu kesinlikle anlayınca, onunla ilişkisini
kesti. İbrahim gerçekten çok duygulu ve yumuşak kalpli
idi. (Tevbe suresi 113-114)
4) Mü'min dostluğunu, kendisiyle bu
alışveriş sözleşmesini gerçekleştirdiği
Allah'a özgü kılmalıdır. Bütün ilişkiler
ve bütün bağlar, bu biricik dostluk esasına
dayanır. Yüce Allah'dan gelen ve mü'minlere yönelik olan
bu açıklama her türlü kuşkuyu gideriyor, onları
her türlü sapıklıktan koruyor. Dolayısıyla
Allah'ın dostluğu ve yardımı sayesinde
başkasının desteğine ve koruyuculuğuna
ihtiyaç duymazlar. Çünkü var olan her şeyin sahibi
Allah'dır ve bunlar üzerinde sadece onun etkinliği sözkonusudur:
"Allah bir toplumu doğru yola ilettikten sonra,
nelerden sakınacaklarını açıkça
belirtmedikçe kendilerini sapıklığa düşürmez.
Hiç kuşkusuz, Allah her şeyi bilir."
"Göklerin ve yerin egemenliği Allah'ın
tekelindedir. Can veren de O'dur. Sizin Allah'dan başka bir
dostunuz, dayanağınız ve yardım edeniniz
yoktur. (Tevbe Suresi 111-116)
5) Bu alışverişin mahiyeti bu olduğuna göre,
Allah yolunda savaşmakta tereddüt geçirmek ve geri kalmak
büyük bir suçtur. Fakat yüce Allah niyetlerinde doğruluk
olanları, tereddüt ve geride kalmanın ardından
kararlılık gösterenleri bağışlıyor,
kendisinden bir rahmet ve lütuf olarak tevbelerini kabul ediyor:
"Allah, peygamberin ve o zor anda onun peşinden giden
Muhacirler ile Ensar'ın tevbelerini kabul etti. O sırada,
onlardan bir grubun kalpleri kaymanın eşiğine
gelmişti. Arkasından O, onların tevbelerini kabul
etti. Çünkü O, onlara karşı son derece şefkatli
ve merhametlidir."
"Allah hükümleri ertelenen o üç kişinin de
tevbelerini kabul etti. Sonunda yeryüzü bütün genişliğine
rağmen onlara dar geldi, can
sıkıntısından patlayacak gibi oldular,
Allah'dan kaçmanın, yine O'na sığınmaktan
başka bir çıkar yolu olmadığını
anladılar. Bunun üzerine Allah onların tevbelerini
kabul etti ki, tevbe etsinler. Hiç kuşkusuz Allah tevbelerin
kabul edicisidir, merhametlidir. (Tevbe Suresi 117-118)
6) Medineliler'in ve çevrelerindeki taşralı
Araplar'ın boyunlarındaki alışveriş sözleşmesinin
getirdiği yükümlülükleri belirleyen açıklamanın
yeralması bu yüzdendir. Çünkü peygambere yakın
olanlar bunlardı. İslâmın temelini ve islâmi
hareketin odak noktasını oluşturanlar bunlardı.
Alışveriş sözleşmesinin her adımı
ve hareketiyle satışın yükümlülükleri, ücreti
ve karşılığı açıklanırken,
onlardan geri kalanların, savaşa
katılmayanların bu davranışı, bu yüzden
kınanmaktadır:
"Gerek Medineliler'e ve gerekse çevrelerinde yaşayan
Bedeviler'e savaşta peygamberden geri kalmak ve kendi
canlarının kaygısını onun
canının kaygısının önüne geçirmek yakışmaz.
Çünkü Allah yolunda çekecekleri .her susuzluk, katlanacakları
her yorgunluk, karşılaşacakları her açlık,
kâfirleri öfkelendirecek her bir karış toprağa
ayak basmaları, düşmanın zararına
kazanacakları her tür başarı
karşılığında, mutlaka hesaplarına
bir iyi amel yazılır. Hiç şüphesiz Allah, iyi işler
yapanları ödülsüz bırakmaz."
"Yaptıkları küçük-büyük bütün maddi
harcamalar ve aştıkları her vadi, mutlaka
hesaplarına yazılır ki, Allah işledikleri
iyilikleri en güzel karşılıklarla ödüllendirsin."
(Tevbe Suresi 120-121)
7) Cihada hazırlıklı olma amacına yönelik
bu derin etkili teşvikin yanında, genel seferberlik yükümlülüğünün
boyutları da açıklanıyor. Artık islâm
ülkesinin sınırları genişlemiş, müslümanların
sayısı artmıştır. Savaşmak ve dinin
özünü kavramak amacıyla bir kısım müslümanlar
sefere çıkabilir, bir kısmı da toplumun ihtiyaç
duyduğu yiyecek maddelerini arttırmak ve ülkeyi kalkındırmak
amacıyla çalışmak üzere geride kalabilir, sefere
katılmayabilir. Zaten her iki çaba da aynı amaca yöneliktir
ve aynı noktada buluşmaktadır:
"Mü'minlerin topyekün sefere çıkmaları
gerekmez. Bunun yerine her kabileden bir grup dinin özünü öğrenmek
ve kötülüklerden kaçınırlar umudu ile
soydaşlarını uyarmak için sefere çıkmalıdır.
(Tevbe Suresi 122)
8) Bundan sonra gelen ayette de cihad hareketinin yolu
belirlenmektedir. Bu belirleme, Arap Yarımadası tümden
islâmın ana merkezi ve hareket noktası olmasından
sonrası içindir kuşkusuz. Artık cihadın
stratejisi, fitnenin kökü kurutulana ve egemenlik bütünüyle
Allah'ın dininin olana kadar bütün müşriklerle
savaşmak, kendi elleriyle ve
aşağılanmış olarak cizye verene kadar
topyekün Kitap ehliyle savaşmak şeklinde
belirlenmiştir:
"Ey mü'minler, en yakınınızdaki kâfirler
ile savaşınız, bunlar sizde sertlik bulsunlar ve
biliniz ki, Allah kendisinden korkanlar ile beraberdir. (Tevbe
Suresi 123)
9) Allah ile mü'minler arasında gerçekleşen
alışveriş sözleşmesinin özünü, gereklerini,
yükümlülüklerini ve stratejisini iyice vurgulama amacına
yönelik bu ayrıntılı açıklamanın
ardından, ayetlerin akışı, imanın kalbe yönelik
işaretlerini ve pratik yükümlülük ve ödevlerini içeren
bu Kur'an karşısında münafıkların ve mü'minlerin
.tavırlarını tasvir eden iki safhalı bir
sahneyi canlandırıyor. Burada direktif ve ayetlerin
doğru yola iletemediği, uyarı ve
sınamaların ders vermediği münafıkları
tehdit ediyor, azarlıyor:
"Her yeni sure indirilişinde kimi münafıklar,
"Bu sure hanginizin imanını arttırdı"
diye sorarlar. Gerçek şu ki, o sure mü'minlerin imanını
arttırmıştır, onlar bu yüzden sevinç
duyarlar."
"Fakat kalplerinde hastalık olanlara gelince, bu sure
pisliklerine pislik ekler de onlar kâfir olarak ölürler."
"Onlar her yıl bir iki kez sınavdan geçirildiklerini
görmüyorlar mı? Buna rağmen ne tevbe ediyorlar ve ne
de olup bitenlerden ders àlıyorlar."
"Yeni bir sure indirilince birbirlerine, "Acaba sizi
bir gören var mı?" diye sorarlar, sonra
sıvışırlar. Anlayışsız,
duyarsız bir güruh oldukları gerekçesi ile, Allah
onların kalplerini gerçeklerden .uzaklaştırmıştır.
(Tevbe Suresi 124-127)
10) Şu anda ele aldığımız bu ders ve
bununla birlikte de Tevbe suresi, Peygamberimizin -salât ve
selâm üzerine olsun- karakterini, mü'minlere olan düşkünlüğünü,
onlara karşı beslediği şefkati ve acıma
duygusunu, bunun yanında sadece Allah'a dayanmasını
ve doğru yola gelmeyen inatçılara
aldırış etmeyişini tasvir eden iki ayetle
noktalanıyor:
"Size kendinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya
düşmeniz ağrına gider, size son derece düşkün
mü'minlere karşı şefkatli ve merhametlidir."
"Eğer sana sırt çevirirlerse de ki:
"Allah bana yeter, O'ndan başka ilah yoktur, ben
sırf O'na dayandım, O, yüce Arş'ın sahibidir.
(Tevbe Suresi, 128-129)
Surenin bu son bölümünün içerdiği konulara
ilişkin verdiğimiz bu toplu özetleme sonucu sanırım,
cihad üzerinde inanç esasına dayalı tam
ayrılığın üzerinde ve yeryüzünde bu dini
yaymanın üzerinde bu denli durmuş olmanın nedeni
anlaşılmış olur. Allah'ın koyduğu
ilkeleri geçerli kılmak ve onları korumak, yani
Allah'ın kullar üzerindeki egemenliğini ilan etmek,
gaspçı ve haksız diğer tüm egemenlikleri kovmak
için cennet karşılığı can ve malı,
öldürmek ve savaşmak suretiyle Allah'a satmış
olmanın gereği budur.
Aynı şekilde bu gerçeğe ilişkin olarak
yapmış olduğumuz bu genel değerlendirme
aracılığıyla günümüzde Allah'ın
ayetlerini ve O'nun şeriatını yorumlayanların
içine düştüğü tutarsızlığın ve
ruhsal ezikliğin boyutlarının da iyice
belirginleşmiş olacağını umuyorum. Bu
adamlar, islâmın cihad hareketini, "İslam
toprağını" savunma amacına yönelik
bölgesel bir savunma hareketi gibi gösterme çabası içindedirler.
Bunlara göre, Allah'ın sözleri, `islâm toprağına'
komşu olan bu kâfirlerden gelen sürekli bir engellemeyle
karşılaşmaksızın duyurulduğu ve bu
komşular saldırıdan söz etmediği sürece,
cihad için bir gerekçe sözkonusu değildir. Oysa esas
saldırganlık onların hem kendilerini, hem de
başkalarını Allah'dan başka sahte
tanrılara kul yapmaları suretiyle Allah'ın
ilahlığına saldırmalarında
somutlaşmaktadır. İşte bu
saldırganlıkları, müslümanların güçleri
yettiği, sürece onlara cihad açmalarını
gerektirmektedir.
Ayetlerini ayrıntılı biçimde karşılayabilmemiz
için, ele almak üzere olduğumuz bu son dersin giriş
kısmında bu kadar açıklama yeterlidir.
|
|
O |
|
O |
|