O |
Tevbe
|
O |
|
TEVBE EDENLER
102- Savaşa katılmayanların bir bölümü de
suçlarını itiraf ettiler ve iyiliği kötülüğe
eklediler. Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Hiç kuşkusuz
Allah affedicidir, merhametlidir.
103- Mallarının bir bölümünü sadaka olarak al ve
bu yolla onları temizle, günahlardan arındır.
Onlara dua et, çünkü senin duan onlara gönül huzuru sağlar.
Allah her şeyi işitir ve bilir.
104- Onlar Allah'ın kullarının tevbelerini kabul
ettiğini ve sadakaları aldığını,
zaten tevbelerin kabul edicisi ve merhamet edici olduğunu
bilmiyorlar mı?
105- Onlara de ki: "İstediğiniz gibi
davranınız, yaptığınız işleri
hem Allah, hem Peygamber, hem de mü'minler göreceklerdir. Sonra
görünür-görünmez her şeyi bilen Allah'ın huzuruna
çıkarılacaksınız da, O size neler
yaptığınızı haber verecektir.
Açıkça görüldüğü gibi yüce Allah'ın
Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- bu gruba karşı
belli bir uygulamada bulunmasını emretmesi, bu grupta
yeralanların Peygamberimiz tarafından teker teker
bilindiğinin kanıtıdır.
Bu ayetlerin, Peygamberimizin çıktığı Tebük
seferine katılmayan, Medine'de kalmayı tercih eden belli
ve özel niteliklere sahip bir grup hakkında indiği
rivayet edilir. Bunlar işledikleri günahın
ağırlığını hissetmiş, suçlarını
itiraf etmiş, tevbelerinin kabul olunmasını
dilemişlerdi. Geride kalan onlardı. Hiç kuşkusuz
bu, çirkin bir davranıştır. Pişmanlık
duyan, tevbe eden de onlardı. Bu
da iyi bir
davranıştı.
Ebu Cafer b. Cerir et-Taberi şöyle der:
Bana Huseyn b. Ferec'den anlatıldı. O da Ebu Muaz'dan
dinlemiş, ona da Ubeyd b. Selman anlatmış, o da
Dahhak'ın bu ayet hakkında şöyle dediğini
işitmiş: "Savaşa
katılmayanların bir bölümü de suçlarını
itiraf ettiler ve iyiliği kötülüğe eklediler."
Bu ayet Ebu Lübabe ve arkadaşları hakkında
inmiştir. Tebük seferine çıkarken Peygamberimize
katılmamışlardı. Peygamberimiz seferden dönüp
Medine'ye yakın bir yere geldiğinde, bunlar sefere çıkmadıklarına
pişman olmuşlar ve "Biz gölgeliklerde, yemekler ve
karılar arasında olacağız, Allah'ın
peygamberi de cihadla, cihaddan dönüşle meşgul olacak?
Allah'a andolsun ki, kendimizi direklere
bağlayacağız ve peygamber gelip bizi mazur görüp
serbest bırakıncaya kadar kendimizi çözmeyeceğiz"
demişler, sonra da kendilerini
bağlamışlardı. Ancak üç tanesi kendilerini
direklere bağlamamışlardı. Peygamberimiz
seferden dönmüş, mescide uğramıştı.
Bunu, her sefer dönüşü yapardı. O sırada
bunları görmüştü. Kim olduklarını
sormuş, "Ebu Lübabe ve arkadaşlarıdır,
seninle birlikte sefere katılmadılar ey Allah'ın
peygamberi. Bu yüzden gördüğün gibi kendilerini bağlamışlar
ve sen onları serbest bırakmadıkça kendilerini
çözmemeyi Allah'a va'd etmişler" demişlerdi.
Bunun üzerine Peygamberimiz salât ve selâm üzerine olsun-
"Onları serbest bırakma emri olmadıkça
çözmeyeceğim, Allah onları mazur saymadıkça
özürlerini kabul etmeyeceğim. Çünkü onlar, müslümanların
çıktığı sefere katılmaktan kaçındılar"
demişti. Bunun üzerine yüce Allah, "Savaşa
katılmayanların bir bölümü de suçlarını
itiraf ettiler ve iyiliği kötülüğe eklediler. Belki
Allah onların tevbesini kabul eder" ayetini indirdi.
"Belki" sözü, yüce Allah için kesinlik ifade eder.
Nitekim Allah'ın peygamberi onları serbest
bırakmış, özürlerini kabul etmişti.
Bunların dışında daha birçok rivayet vardır.
Bu rivayetlerden birinde, bu ayetin sadece Ebu Lübabe hakkında
indiği anlatılır: "Ebu Lübabe Beni Kureyze
olayına, yani onların kılıçtan geçirecekleri
savaşa katılmadığı için, onun hakkında
inmiştir." Fakat bu rivayet uzak bir ihtimaldir. Bu
ayetlerle Beni Kureyze olayı birbirinden uzaktır.
Aynı şekilde bu ayetlerin Bedeviler hakkında
indiği de rivayet edilir... İbn-i Cerir bütün bu
rivayetleri şu şekilde değerlendirir: Bu görüşler
arasında doğruya en yakın olanı, "Bu ayet
peygamberle birlikte sefere çıkmayan, cihadda onun
yanında yeralmayan, Bizans'a karşı sefere çıkarken,
yani Tebük'e doğru yolalırken ona katılmayan, böylece
son derece kötü bir davranış sergileyen kimseler
hakkında inmiştir. Bunlar bir gruptular. Biri de Ebu Lübabe
idi" diyen görüştür.
Bu sözler arasında doğruya en yakın olanı
budur" dememizin nedeni, yüce Allah'ın: "Savaşa
katılmayanların bir bölümü de suçlarını
itiraf ettiler" buyurmasıdır. Bununla, yüce
Allah suçlarını itiraf edenlerin bir grup olduğunu
haber vermiştir. Suçunu itiraf eden ve kendini Beni Kureyza
kalesinin direğine bağlayan Ebu Lübabe'den başkası
değildi.
Bu böyle olduğuna göre ve yüce Allah, "Savaşa
katılmayanların bir bölümü de suçlarını
itiraf ettiler" sözüyle suçlarını itiraf
edenlerin bir grup olduğunu bildirdiğine göre, bu
şekilde nitelendirilenlerin birden fazla oldukları açığa
kavuşuyor. Zaten bu sıfatın bir gruba ait
olması da gayet açıktır. Zaten, diğer
yazarların ve tarihçilerin anlattıkları ve
tefsircilerin üzerinde birleştikleri nokta, onu
yapanların Tebük seferinden geri kalan gruptan başkası
olmadığıdır. Bununla da, bizim görüşümüz
doğrulanmıştır. "Bunlardan biri de Ebu Lübabe
idi" deyişimizin nedeni de, tefsircilerin bu konuda görüş
birliği içinde olmalarıdır.
Yüce Allah savaştan geri kalan, sonra da suçunu itiraf
eden ve tevbe eden bu grubun niteliğini
hatırlatırken, ardından şu değerlendirme
yeralıyor:
"Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Hiç kuşkusuz
Allah affedicidir, merhametlidir."
İbn-i Cerir'in de dediği gibi, "Belki" sözü;
yüce Allah için kesinlik ifade eder. Bu istek, isteklere karşılık
verme gücüne sahip olan yüce Allah'dan gelmektedir. Suçunu bu
şekilde itiraf etmek, işlenen suçun ağırlığının
bilincinde olmak, kalbin diriliğine ve
duyarlılığına kanıt
oluşturmaktadır. Bu yüzden tevbenin kabul olunması
umulur. Bağışlayan ve merhamet eden yüce Allah'ın
bağışlaması ümit edilir. Nitekim yüce Allah,
tevbelerini kabul etmiş, onları
bağışlamıştı.
Sonra yüce Allah Peygamberine -salât ve selâm üzerine
olsun- şöyle buyurmuştu:
"Mallarının bir bölümünü sadaka olarak al ve
bu yolla onları temizle, günahlardan arındır.
Onlara dua et, çünkü senin duan onlara gönül huzuru sağlar.
Allah her şeyi işitir
ve bilir."
Bu gönüllerde pişmanlık ve tevbe
duygularını uyandıran bu duyarlılık,
yatıştırılmalıydı. Huzur verici bir
şefkati ve ümit kapılarının açılmasını
haketmişlerdi. Ama bir hareketi yöneten, bir ümmeti eğiten
ve bir sosyal düzeni inşa eden Hz. Peygamber -salât ve
selâm üzerine olsun- onların hakkında yüce Allah'dan
bir emir gelmedikçe ihtiyatlı davranmayı tercih
etmişti.
İbn-i Cerir diyor ki, bana Muhammed b. Sa'd anlattı,
ona da amcası anlatmış, ona da babası, kendi
babasından Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini
anlatmış:
"Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Ebu
Lübabe ve arkadaşlarını serbest
bıraktığı zaman, Ebu Lübabe ve arkadaşları
gidip mallarını Peygamberimize getirdiler ve "Malımızın
bir bölümünü al ve Allah yolunda dağıt, bize dua
et" dediler. "Bizim için bağışlanma dile,
bizi temizle" diyorlardı. Peygamberimiz -salât ve
selâm üzerine olsun- "Bana emredilmediği sürece
mallarınızdan hiçbir şey almayacağım"
dedi. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: "Mallarının
bir bölümünü sadaka olarak al ve bu yolla onları temizle,
günahlardan arındır. Onlara dua et, çünkü senin duan
onlara gönül huzuru sağlar." Yüce Allah, "İşledikleri
günahlardan dolayı onlar için bağışlanma
dile" buyuruyor. Bu ayet inince Peygamberimiz -salât ve
selâm üzerine olsun- mallarının bir
kısmını aldı ve onlar için sadaka olarak dağıttı."
İşte yüce Allah, iyi hallerini ve tevbelerinin
gerçekliğini bildiğinden, onlara bu şekilde
iyilikte bulunmuş, peygamberine mallarından bir
kısmını alıp onlar adına sadaka olarak
dağıtmasını, onlara dua etmesini
emretmişti. Ayette geçen "salât" kelimesi, "dua"
anlamındadır. Onlardan sadaka alınması,
yeniden müslüman cemaatin gerçek üyeleri olduklarını
hissetsinler diyedir. Artık cemaat içindeki görevlerini
yerine getiriyor, sorumluluklarını üstleniyorlar.
Cemaatten ayrı düşmemişler ve
kopmamışlar. Dolayısıyla bu sadakaları
vermeleri onlar için temizlik ve günahlardan arınmadır.
Hz. Peygamber'in onlara dua etmesi de, yeniden güven kazanma ve
iç huzurudur.
"Allah her şeyi işitir ve bilir. "
Duaları işitir, kalplerde gizli olan duyguları
bilir. İşittiğine ve bildiğine göre hükmeder.
Bu, her şeyi işiten ve bilen yüce Allah'ın hükmetmesidir.
Kulları hakkında karar veren sadece O'dur. Tevbelerini
kabul eden, sadakalarını alan O'dur. Peygamber -salât
ve selâm üzerine olsun- sadece Rabbinin emrini uygular. Bu
konuda kendi başına herhangi bir karar verme yetkisine
sahip değildir. Aşağıdaki ayette yüce Allah
bu gerçeği vurgulamak için şöyle buyuruyor:
"Onlar Allah'ın kullarının tevbelerini
kabul ettiğini ve sadakaları
aldığını, zaten tevbelerin kabul edicisi ve
merhamet edici olduğunu bilmiyorlar mı?"
Bu soru, bir gerçeği vurgulama amacına yöneliktir
ve şu anlamı ifade etmektedir. Bilsinler ki, tevbeleri
kabul eden, sadakaları alan yüce Allah'dır.
Kullarını bağışlayan, onlara merhamet
eden yüce Allah'dır. Bu konuda onun dışında
hiç kimsenin yapabileceği bir şey yoktur. İbn-i
Cerir'in de dediği gibi, "Şayet Peygamber -salât
ve selâm üzerine olsun- savaştan geri kalanları,
kendilerini bağladıkları direklerden çözmemişse,
yüce Allah onları serbest bırakıp izin vermedikçe
sadakalarını kabul etmemişse; konunun kendisini
ilgilendirdiğini ve sadece yüce Allah'ın yetkisinde
olduğunu bildiği içindir. Bu konuda Hz. Muhammed'in
hiçbir yetkisi yoktur. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun-
terketmek, serbest bırakmak ve sadakaları almak gibi
şeyleri Allah'ın emri ile yapar.
Sonunda söz, savaştan geri kalan ama tevbe edenlerden açılıyor:
"Onlara de ki: "İstediğiniz gibi
davranınız, yaptığınız işleri
hem Allah, hem Peygamber ve hem de mü'minler göreceklerdir.
Sonra görünür-görünmez her şeyi bilen Allah'ın
huzuruna çıkarılacaksınız da, O size neler
yaptığınızı haber verecektir."
Çünkü islâm sistemi, inanç ve inancı doğrulayan
hareket sistemdir. Dolayısıyla onların tevbelerinin
doğruluk ölçüsü Allah, peygamber ve mü'minler tarafından
görülecek şekilde ortaya koydukları
davranışlardır. Ahirette ise; görünür-görünmez
her şeyi bilen, uzuvların yaptıklarından ve göğüslerin
gizlediklerinden haberdar olan yüce Allah'ın huzurunda
toplanacaklardır.
Son aşama pişmanlık duymak ve tevbe etmek
değildir. Pişmanlık ve tevbeden sonra sergilenen
davranış biçimi önemlidir. Bu psikolojik duyguları
doğrulayan ya da yalanlayan, kökleştiren ya da bu
duyguları uyandıktan sonra yok eden, bu
davranışlardır.
İslâm pratik hayatın sistemidir. Pratik harekete dönüşmedikçe,
duygu ve niyetler yeterli değildir. Hiç kuşkusuz iyi
niyet önemli bir başlangıçtır. Ama tek
başına iyi niyet, hüküm ve karşılık
verme için ölçü olamaz. İyi niyet hareketle birlikte
değerlendirilir ve hareketin değerini de iyi niyet
belirler. "Ameller niyetlere göredir" hadisinin anlamı
budur... Ameller... Niyetler yeterli değildir!
|
|
O |
|
O |
|