1- Güneş dürüldüğü
zaman
2- Yıldızlar
kararıp dağıldığı zaman
3- Dağlar sökülüp
dağıldığı zaman
4- Gebeliğinin
onuncu ayındaki develer kendi haline
bırakıldığı zaman
5- Yabani hayvanlar bir
araya toplandığı zaman
6- Denizler
kaynatıldığı zaman
7- Nefisler çiftleştiği
zaman
8- Ve sorulduğu
zaman o diri diri toprağa gömülen kıza;
9- "Hangi suçtan
ötürü gömüldü?" diye
10- Siciller açılıp
yayıldığı zaman
11- Gök kubbe yıkıldığı
zaman
12- Cehennem
kızıştırıldığı zaman
13- Cennet
yaklaştırıldığı zaman
14- Herkes ne
getirdiğini öğrenecektir.
İşte bu,
alışılagelen herşeyin bütünü ile değişiminin
sergilenmesidir. Varlığı kuşatan kapsamlı
alt üst oluşun tablosudur. Bu değişim gökteki ve
yerdeki tüm cansız varlıkları
kuşattığı gibi insanlardan uzak yaşayan
yırtıcı hayvanları da onlarla yaşayan
evcil hayvanları da içine almakta, bütün insanların gönüllerine
ve ruhlarına ulaşmakta ve tüm işlerin düzenine el
atmaktadır. Öyle ki bu inkılap esnasında gizli
olan herşey açığa çıkmakta, bilinmeyen
herşey anlaşılıp bilinmekte, sorgu ve
ayrılma yerinde her insan daha önceden hazırladığı
azığının ve mahsulünün önünde durmaktadır.
Etrafındaki herşey kasırgaya tutulmuş,
herşey baştan sona alt üst olmuş
değişmiştir.
Büyük çaplı bu
evrensel olaylar bütünü gösteriyor ki alıştığımız
bu kainat güzel uyumu, ölçülü hareketi, değişmez
oranlamaları, sağlam yapısı, güç ve ustalıkla
bina edilen bu evrenin, evet bütün bu özellikleri ile bu
evrenin, nizamının, düzeninin bağı
çözülecek. Parçaları etrafa saçılıp
yayılacak. Kendisini ayakta tutan şu anki
sıfatları ve özellikleri kaybolacak. Belirlenmiş
eceline doğru gidip sona erecektir. Bütün yaratıklar
orada başka bir şekil alacaktır. Evren, başka
evren; hayat başka bir hayat olacaktır. Gerçekten bu Alışılan
evrenin gerçeklerinden bambaşka olacaktır.
İşte surenin
kalblere ve vicdanlara yerleştirmeyi amaçladığı
gerçekte budur. Ta ki insan ne kadar değişmez gibi görünseler
de bu geçici görüntülere gönlünü kaptırmasın ve
onlardan kopabilsin. Değişmeyen hakikate
bağlanabilsin, her şeyin ve her olayın
değişip yıkıma uğradığı
sırada değişmeyen ve yıkılmayan Allah gerçeğine
bağlanabilsin. Gözler önündeki bu evrende bilinen ve Alışılan
ölçüler içinde hareket ederken, hiçbir zaman yer, görüş
ve duyuşla sınırlanmayan mutlak gerçeğe
doğru uzanabilsin. Hiçbir şart ve hiçbir sınırla
sınırlı olmayan temel gerçeğe
bağlansın, görüntülere ve şekillere değil.
İşte bu, korkunç
değişim sahnelerini gözden geçiren gönüllere yerleştirilmek
istenen genel duygudur.
Bütün bu varlıklara
ilişkin olaylar ve değişimlerin gerçek mahiyetine
gelince bunların gerçek bilgisi Allah katındadır.
Şu anda onları, duygularımızın ve düşüncelerimizin
Alışılagelen sınırlı çerçevesi ile
anlamamız mümkün değildir. Çünkü bunlar,
gücümüzü aşan gerçeklerdir. Bu değişimler,
Alıştığımız değişimlerden
çok büyüktür. Sarsıcı, yıkıcı bu
depremler, yerin sarsılmasına benzemez. Yerin içinde
bir volkanın patlamasına veya yere küçük bir meteorun
düşmesi veya yıldırım çarpmasına
benzemez. insanların bildiği en büyük su baskını
Nuh tufanı idi. Şahit olduğu evrensel
olayların en büyüğü ise yüz milyonlarca mil uzakta
bulunan güneşte küçük patlamaların meydana
gelmesidir.
Bütün bunları
kıyamet gününde meydana gelecek olan dehşet verici ve
kuşatıcı değişimle
karşılaştırdığımızda onlar
çocuk oyuncağı gibi kalacaktır!! Bu
varlıklarda meydana gelecek değişim gerçek
boyutlarını anlama ve kavrama imkanımız
olmadığına göre günümüzde bu gerçeği
anlamamızı, zihnimize yaklaştıracak bu dünya
hayatında Alıştığımız
ölçülere ve değerlere başvurmaktan başka
çaremiz kalmamaktadır.
Güneşin dürülmesi,
onun soğuması, alevlerinin sönmesi şu anda
etrafındaki uzaya binlerce mil uzaklıktaki
varlıklara gönderdiği
ışığının ve
ışınlarının sönmesi anlamına
gelebilir. Nitekim bu hal güneş tutulması
sırasında rasathanelerden rahatlıkla gözlenebilmektedir.
On ikibin dereceye ulaşan kızgın
sıcaklığın etkisi ile birbirinden
bağımsız halde bulunan gazlarının yer küresinin
kabuğu gibi bir kabuk bağlayarak soğuması ve
donması, etrafa ışık ve ışın gönderemez
hale dönüşmesi anlamına gelebilir. Şu anda güneşin
sıcaklığı, orada bulunan tüm maddeleri
alevlenen gazlara dönüştürülebilir.
Böyle olabilir, başka
bir şekilde de olabilir. Ama bu "nasıl olacak,
meydana gelmesine sebep olacak faktörler nelerdir?" konusu
ise sadece Allah'ın bileceği bir iştir.
Yıldızların
dökülmesi, onları bağlayan düzenin çözülmesi, ateşlerinin
sönmesi ve ışıklarının kararması
anlamına gelebilir. Bu olayın dokunacağı
yıldızların hangisi olduğunu Allah daha iyi
bilir. Bunlar bizim güneş sistemimize yakın olan bir
grup yıldızlar mıdır, yoksa içinde bulunduğumuz
galaksideki yüz milyonlarca yıldızlar mıdır,
yoksa sayılarını ve yerlerini Allah'tan başka
kimsenin bilemediği tüm yıldızlar mıdır?
Rasathanelerimizdeki cihazlarımızla gördüğümüz
galaksilerin ve boşlukların ötesinde sayısını
ve sonunu bilemediğimiz nice galaksiler ve boşluklar
bulunmaktadır. Orada da dökülmenin kendisine dokunacağı
yıldızlar sözkonusu edilebilir. Nitekim Allah'tan başkasının
gerçek mahiyetini bilemediği bu doğru haber de
aynı gerçeğe parmak basmaktadır.
Dağların yürütülmesi,
onların kökünden sökülmeleri, atılmaları ve
havaya savrulmaları anlamına gelebilir. Nitekim
başka bir surede şöyle denmektedir: "Ey Muhammed!
Sana dağlara ilişkin soru soruyorlar. De ki: `Rabbim
onları yerlerinden ufalayıp savurur."(Taha 105)
"Dağlar ufalandıkça ufalanıp ta toz duman
haline geldiği zaman." (Vakıa 5) "Dağlar
yürütülüp, serap oldukları zaman." (Nebe 20) Bu
ayetlerin hepsi dağlara isabet edecek olan olaya
işaret etmektedir. Bu olay dağların
sağlamlığını, köklülüğünü,
kenetlenmelerini ve karanlığını alıp götürecektir.
Bu olayın başı yere isabet edecek olan ve
Kur'an'ın kendisinden şu şekilde söz ettiği
sarsıntı ve deprem olabilir. "Yer dehşetle
sarsıldıkça sarsıldığı ve içindeki
ağırlıklarını dışarıya çıkardığı
zaman." (Zilzal 1-2) Bunların hepsi o uzun günde
meydana gelecek olaylardır.
"Develer
gebeliğinin onuncu ayındaki kendi haline
bırakıldığı zaman"
Ayette geçen "işar"
kelimesi gebeliğinin onuncu ayına girmiş dişi
deve demektir. Bu o dönemde Arapların sahip olduğu en güzel
ve en değerli hayvandı. Ve bu halde o develerin en
pahalısıydı. Zira bu durumda süt ve yavru vermek
üzere idi. Yararı yakındı. İşte bu
korkunç olayların meydana geleceği günde bu develer
dahi önemsenmez, salıverilir, hiçbir değerleri kalmaz
ve hiç kimse onlarla ilgilenmez.
Bu ayetle ilk olarak
muhatab olan Arap burada sözü edilen deveyi hayatta eşine
rastlanmadığı bir musibete uğramadan
salıvermez ve ondan elini çekmezdi!
"Yabani hayvanlar
bir araya toplandığı zaman."
Bu yabani ve ürkek
hayvanları bile meydana gelen olaylar korkutmuş ve
ürkütmüştür. Hepsi bir araya gelip birbirinin yanına
sokulmuştur. Dağların ve vadilerin arasında
yayılmışken korkudan bir araya gelmişler.
Birbirlerinden kaynaklanan korkularını unutmuşlar
ve yırtıcı özelliklerini yitirmişlerdir.
Şaşkın bir halde önlerine geldikleri şekilde
kaçışıyorlardı. Alışageldikleri
şekilde inlerine ve yuvalarına
sığınmıyorlar, yırtıcı
özelliklerinin gereğini yapıp da avlarının
peşinden gitmiyorlar. Bu korku ve dehşet sözkonusu
hayvanların karakterlerini ve özelliklerini dahi Alıp götürmüştür!
Bu durumda insanlar o çetin korku gününde ne yaparlar acaba?!
DENİZLERİN
KAYNAMASI
Denizlerin
kaynatılmasına gelince, bu onların sularla
dolması anlamına gelebilir. Bu sular, yerin ilk
oluşumuna ve kabuğunun soğumasına eşlik
ettiği ileri sürülen taşkınlara benzer büyük taşkınlardan
meydana gelebilir. Nitekim Naziat suresinde bunlardan söz etmiştik.
Bu sular aralarındaki engellerin kalkmasına yol açacak
depremlerin ve volkan patlamalarının sonucunda
onların birbirleri
ne girmesi ile de gerçekleşebilir.
Kaynamaların ve patlamaların anlamına da gelebilir.
Nitekim başka bir surede deniyor ki: "Denizler
patladığı zaman," (İntifar 3) Yani bu
onun elementlerinin patlaması ve ondaki hidrojen ve oksijenin
birbirinden ayrılmasıdır. Ya da atomun
patladığı gibi denizin tüm atomlarının
patlamasıdır. Hiç şüphesiz atomların
patlaması daha korkunçtur. Denizin kaynatılması,
bunlardan başka bir şekilde de olabilir. Bu meydana
geldiğinde boyutları tasavvur dahi edilemeyecek büyüklükte
korkunç ateşler, denizlerden yükselmeye başlar.
Çünkü atom ve hidrojen bombasından belli sayıdaki
birkaç atomun patlamasının ne korkunç olaylara yol
açtığını bütün dünya bilmektedir. Denizin
atomları bu şekilde veya başka bir şekilde
patladıkları zaman insanın gücü bu korkunç olayı
düşünmekten aciz olur. Bu geniş, uçsuz bucaksız
denizlerden yükselen korkunç cehennemi insan zihninde tasavvur
bile edemez!
Nefislerin çiftleşmesi
ise, insanların tekrar yaratılmasından sonra
ruhlarının ve bedenlerinin birleşmeleri
anlamına gelebilir. Aynı cinsten olan bütün ruhlar
grubunun grup halinde bir bütün içine yerleşmesi de
olabilir. Nitekim başka bir surede deniliyor ki: "Siz
de üç çift olduğunuz zaman." (Vakıa 7) Yani
üç sınıfa ayrıldığınız zaman.
Bu üç sınıf da yaklaştırılmış
olanlar, sağda kalanlar ve solda kalanlardır. Nefislerin
çiftleştirilmesi aynı türden kümelenmeler
şeklinde olabilir.
KADININ ONURLANDIRILMASI
"Ve sorulduğu
zaman o diri diri toprağa gömülen kız hangi günahı
yüzünden öldürüldü? diye."
Cahiliye döneminde
insanlığın vicdan düzeyi alçaldığından
kız çocuklarını utanma veya fakirlik korkusu ile
diri diri toprağa gömme geleneği
yaygınlaşmıştı. Kur'an bu gelenekten söz
ederken cahiliyenin bu iğrenç yüzüne ışık
tutmaktadır. islam Arapları cahiliyenin alçaklığından
kurtarmak amacı ile geldiği gibi bütün insanlığı
da kurtarmaya gelmiştir. Yüce Allah bu geleneğe
ilişkin olarak buyuruyor
ki: "Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdesi
verildiğinde üzüntüden yüzü simsiyah kesilir. Aldığı
kara haberden dolayı tanıdıklarına görünmekten
kaçınır. Aşağılanmaya katlanarak onu
Alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye düşünür.
Baksana ne kötü hüküm veriyorlar." (Nahl 58-59)
Diğer bir surede
buyuruyor ki: "Ama
onlardan birine Allah'a isnat ettikleri kız çocuklarının
müjdesi geldiğinde üzüntüden dolayı yüzü simsiyah
kesilir demek süs ve nimet içinde yetişen ve savaşta
fazla bir etkisi olmayan olanı Allah'a
yakıştırıyorsunuz öyle mi?" (Zuhruf 17)
Üçüncü bir yerde
buyuruyor ki: "Yoksulluk
kaygısı ile çocuklarınızı öldürmeyin.
Onların da sizin de rızkınızı veren
biziz. Onları öldürmek ağır bir suçtur." (İsra
31)
Toprağa gömme olayı,
acımasız bir şekilde gerçekleşiyordu.
Çünkü kız çocuğu diri olarak gömülüyordu. Bu
konuda onlar hayli ileri metodlar geliştirmişlerdi!
Onlardan bazıları kız çocuğu olduğu
zaman altı yaşına kadar kendisine
dokunulmazdı. Sonra annesine derdi ki; "Kızın
üstünü bayı yıka, güzel elbiselerini ve süslerini
tak. Onu anneannesine götüreceğim." Kızı
Alır daha önce çölde kazdığı çukurun yanına
götürür. Kuyunun yanına vardıklarında kuyunun içine
bak der, sonra onu birden içine iterdi ve üzerine toprak
doldururdu. Bazıları ise doğum sırasında
sancılar gelmeye başladığında onun
annesini, kazılmış bir çukurun yanına götürürlerdi.
Doğan çocuk kız ise hemen oraya atılır ve
hemen üzerine toprak atılırdı. Erkek olursa
Alıp eve getirirlerdi. Bazıları ise kız çocuğunu
öldürmemeye niyet eder, her türlü eziyete maruz bırakır,
hayvan otlatacak yaşa geldiğinde yünden veya kıldan
yapılmış bir aba giydirerek yaylaya gönderir,
develerini yaydırırdı.
Kızlarını
öldürmeyen ve onları çobanlığa da göndermeyenler
ona kötülük ve eziyetin tadını başka
şekillerde tattırırlardı. Bu kız evlenip
kocası öldüğünde, kocasının en
yakını onun üzerine elbisesini atardı. Bu
hareketin anlamı, insanların onunla evlenmelerini
engellemekti. Ondan sonra hoşuna giderse onunla evlenirdi.
Onun isteğine ve iradesine danışılmazdı.
Eğer hoşuna gitmezse ölünceye kadar onu bekletir mirasını
Alırdı. Bu durumlarda kadın fidye vererek kendisini
kurtarma çarelerine de başvurabiliyordu. Bazıları
ise kadını boşar ve istediği adamdan
başkası ile evlenmemesini şart koşardı.
Yoksa evlendiği sırada mehrin hepsini geri
alacağını söylerdi. Bazıları ise
kocası öldüğünde eşini, küçük bir çocukları
için bekletirler, çocuk büyüyünce onu Alırdı.
Bazı adamların evinde yetişen yetim kız
çocukları olurdu. Onlar hakkında bu adam söz sahibi
idi. Onu evlenmekten alıkoyardı. Ya karısı
ölüp kendisi onunla evlenirdi veya güzelliğine veya
malına göz koyduğu için küçük oğlu ile
evlendirir veya karısı öldüğünde onunla
evlenirim düşüncesi ile bu yetim kızı evlenmekten
alıkoyardı.
İşte
cahiliyenin çeşitli açılardan kadına
bakış açısı buydu. Ta ki islam gelinceye
kadar. islam bu gelenekleri şiddetli şekilde çirkin
bulup mahkum etti. Kız çocuklarını öldürmeye son
verdi ve bu işi sert biçimde reddetti. Bu konuyu kıyamet
gününde kendisinden sorguya çekilecek meseleler arasına
soktu. Böyle evrensel yıkımların,
yıkılışların dehşetini dile
getirirken bu büyüklükte olaylardan biri imiş gibi onu da
dile getirmekte ve şöyle demektedir: "Ve sorulduğu
zaman diri diri toprağa gömülen kıza; hangi suçtan
ötürü gömüldü?' diye" Peki onu gömen adamın
hali nice olacaktır?!
Cahili bir ortamda
kadının, onur ve şeref kazanması mümkün değildi.
Tüm insanlığın
onurlandırıldığını ve
kadını ile erkeği ile her insana saygı
duyulmasını isteyen Allah'ın şeriatı ve
sistemi olmasa idi, kadın o halde kalacaktı. İslam
her insana yüce ve ulu Allah'ın ruhundan bir soluk
taşıdığı için değer
kazandırmıştır. İşte
kadının şerefi de bu kaynaktan geliyordu. Yani
islamın getirdiği değerden. Yoksa çevrenin
herhangi bir faktöründen değil.
Yerden değil gökten
gelen değerlerle desteklenip insanın doğuşu
kadında gerçekleştiğinde, şeref, haysiyet ve
itibar elde etti. Kadının değerini ve
kıymetini artık aileye karşı
sorumluluklarını ve maddi kazanç sağlamasını
ölçü alarak değerlendirmek ve onu bu konudaki
zayıflığı yüzünden değersiz saymak sözkonusu
değildi. Çünkü bu göğün değerlerinden
değildi ve göğün ölçüsünde bir ayrılığı
yoktu. Asıl önemli olan insanın Allah'a bağlı
olan onurlu ruhu idi ve bu konuda kadın ile erkek aynı
idi.
Bu dinin Allah
tarafından gönderildiğini ve peygamberin getirdiği
sistemin vahiy yoluyla ona bildirildiğini ispat etmek
gerekirse kadının konumunda meydana gelen bu
değişiklik, onun şaşmaz delilleri
arasında sayılmalıdır. Çünkü o zaman kadının
bu kadar onurlandırılacağını gösteren
bir tek işarete dahi rastlanmıyordu. Çevreye hükmeden
faktörlerin hiçbiri özellikle iktisadi şartlar buna hiç
müsait değildi. Eğer ilahi sistem yeryüzünün tüm
etkenlerinden, özellikle cahili çevre şartlarından
bağımsız bir şekilde bu gelişmeyi
sağlasaydı kadının hali öyle devam edecekti.
islam kadının konumunu yeniden belirledi.
Kadının bu konumu katıksız semavi
değerlerle ve katıksız semavi ölçülerle ilgili
idi.
AMEL DEFTERLERİ
"Siciller açılıp
yayıldığı zaman."
Bu defterler amel
defterleridir. Onların yayılması, açılmaları
ve okunmaları gizli kapalı hiçbir şeylerinin
kalmaması anlamına gelir. Bu açıklık
insanlara daha ağır ve daha zor gelmektedir. Örtülü,
kirli nice işler vardır ki bizzat onu işleyen
kişilerin onları hatırlamaları dahi
kendilerini utandırır. Onların açıklanması
halinde titrer. Onların açıklanmasından
endişe eder ve onlar karşısında erir!
İşte bütün bu gizli kapalı işler o günde
yayılacak ve göz önüne serilecektir!
Bu yayılma ve açıklama
kıyamet günündeki korku türlerinden biridir. Ayrıca
değişimin önemli özelliklerinden biridir. Öyle ki
saklı olan ortaya çıkıyor, gizli olan açıklanıyor
ve gönüllerde gizli olan dışarıya vuruluyor.
Gönüllerdeki gizliliğin
ortaya çıkarılmasının
karşısında onun gibi bir sahne evrende de yer
Alıyor. "Gök kubbe yıkıldığı
zaman." Bu kelimenin ilk çağrıştırdığı
şey başımızın üzerinde bulunan şu yüksek
kubbedir. Ayette geçen "kuşitat" kavramı göğün
yok olması demektir. "bu, nasıl meydana gelir,
hangi yolla olur" bu konuda kesin bir şeye ulaşma
imkanı yoktur. Ama biz şöyle düşünebiliriz.
Bugünkü evrensel şartları değiştiren
herhangi bir sebep sonucu insan başını
kaldırıp baktığında üstündeki kubbeyi
göremeyecektir Çünkü bunu sağlayacak şartlar
değişecektir. İşte bu kadarlık bir
yorumda yeter.
Bu korkunç ve müthiş
günün sahnelenmesine ilişkin son adımda geliyor:
"Cehennem
kızıştırıldığı zaman ve
cennet yaklaştırıldığı zaman."
Yani cehennem
yakılıp
kızıştırıldığında,
alevleri, ateşi ve sıcaklığı
arttırıldığı zaman... Cehennem
"nerede nasıl yakılır, nasıl
kızdırılır ne ile yakılır?" Bu
konuda hiçbir bilgimiz yoktur. Sadece Allah'ın şu sözü
hariç: "Onun yakıtı in-sanlar ve
taşlardır." (Bakara 24) Bu ise
cehennemlikler oraya atıldıktan sonradır. Ondan
önce ise onun nasıl olduğunu ve
yakıtının ne olduğunu sadece Allah bilir!
Bu sırada cennet
yaklaştırılacak. Kendilerine cennet vaadedilenlere
görünmeye başlayacak, oraya girmenin
kolaylığı, içine dalmanın basitliği
ortaya çıkacaktır. Çünkü cennet artık
yaklaştırılmış, yakına
getirilmiş ve hazırlanmıştır. Sözcük
cennetin sanki yavaş yavaş kayıp geldiğini
veya ayakların ona doğru kaydığını
ifade eder gibidir.
Kainat sisteminde
canlıların ve cansızların durumlarında bütün
bu korkunç olaylar meydana geldiği sırada herkesin
yaptığı işler ve bugün için yaptığı
hazırlık hakkında şüphesi kalmaz. Allah'ın
huzuruna ne ile geldiği ve hesap için ne hazırladığını
çok iyi bilir.
"Herkes ne getirdiğini
görecektir."
Her insan bu korkunç
günde ne getirdiğini, neyin lehinde, neyin aleyhinde
olduğunu bilir. Bu korkuyu kendisini kuşatıp
üzerini bürüdüğü zaman bilir, öğrenir. Fakat
önceden hazırladığı şeylerin hiçbirini
değiştiremez. Ne onları arttırabilir ne de
eksiltebilir. Öğrenir fakat artık o
Alıştığı, hayatında ve düşüncesinde
beraber olduğu her şeyden
ayrılmıştır. Kendi dünyasından
ayrılmış, dünyası kendisinden kopmuştur
artık. Herşey değişmiş, herşey
başkalaşmıştır. Değişmeyen ve
başkalaşmayan Allah'ın yüce yüzü dışında
hiçbir şey kalmamıştır. Gönüllerin Allah'ın
yüce yüzüne yönelmeleri ve bütün bir kainatın
değişip başka şekil aldığı bir
sırada onun yüce yüzünü bulmaları ne güzel olurdu.
Bu vurgu ile birinci
bölüm sona eriyor. Artık bu dehşet verici
değişim meydana geldiği gönül sahneleri ile insanın
gönlü dolup taşmıştır.
Ardından surenin
ikinci bölümü gelmektedir. Bu bölüm evrenin güzel
sahnelerine yemine dikkat çeken bir işaretle
başlıyor. Bunlar için güzel tatlı ifadeler
özellikle seçiliyor. Bu vahyin karakterine, onu taşıp
getiren elçinin sıfatına, bu vahyi alan peygamberin
yapısına ve insanların Allah'ın dilemesi
karşısındaki tutumlarına ilişkin
yeminlerdir bunlar.