O

Tegabün

O

   

14- Ey inananlar! Eşlerinizden ve çocuklarımızdan bazıları size düşmandır. Onlardan sakının. Eğer affeder, hoş görür, bağışlarsanız muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

15- Mallarınız ve evlatlarınız bir sınav konusudur. Büyük mükafat ise Allah katındadır.

16- O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

17 -Eğer Allah'a güzel borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah şükredenlere karşılık verendir, halimdir.

18- Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.

Bu bölümde yer alan ilk ayete ilişkin olarak İbn Abbas'a dayandırılan bir açıklamaya göre bir adam ona bu ayeti sormuş o da şu cevabı vermiştir: "Burada söz konusu edilenler Mekke'de Müslüman olmuş bazı kimselerdi. Bunlar Peygamber Efendimizin yanına gelmek istiyorlardı. Fakat eşleri ve evlatları onlara müsaade etmiyorlardı. Daha sonra Peygamberimizin yanına geldiklerinde insanların dini anlayışlarının derinleştiğini gördüler. Bundan dolayı eşlerini ve evlatlarını cezalandırmak istediler. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: "Eğer affeder, hoş görür, bağışlarsanız muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Bu hadisi Tirmizi de bir başka kanaldan aktarmış ve hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Abbas'ın kölesi İkrime de ona katılmıştır.

Şu kadarı var ki Kur'an ayeti küçük bir olaydan daha kapsamlı, daha geniş boyutlu ve daha kuşatıcıdır. Çünkü, ikinci ayette yer alan "Mallarınız ve evlatlarınız bir sınav konusudur" şeklindeki mal ve evlatlara yönelik uyarı ile eş ve evlatlara yönelik bu uyarı bir de eşlerden ve evlatlardan insana düşman olanların da bulunabileceğine ilişkin uyarı insan hayatında derin etkisi bulunan bir gerçeğe işaret ediyor. İnsanın duygusal yapısı ile hayat sahnesinde birbirine girmiş çok ince ve duyarlı ilişkilere dokunuyor. Kuşkusuz eşler ve evlatlar insanı oyalayıp O'nu Allah'ı anmaktan alıkoyabilirler. Yine görevini yapıp Allah yolunda cihad eden bir mücahidin başına gelen musibetlerle karşılaşacak olursa eşlerine ve evlatlarına bir zarar gelebilir endişesiyle imanın gerektirdiği yükümlülüğü yerine getirmede isteksiz davranabilir, bu endişe mü'mini görevlerini eksik yapmaya itebilir. Allah yolunda savaşa çıkmış bir mücahit birçok zararlara uğrar, birçok fedakârlıklarda bulunur. Hem kendisi hem de ailesi büyük zorluklarla karşılaşır. Kendi başına gelen zorluklara katlanabilir de eşinin ve çocuğunun uğradığı zorluklara katlanamaz. Bu yüzden onları güvencede tutmak, yer yurt temin etmek, mal mülk toplamak ve geçimlerini sağlamak için cimrileşir, korkaklaşır. Böylece eş ve çocuklar onun düşmanı niteliğini kazanırlar. Çünkü onu iyilik yapmaktan alıkoymuş olurlar. İnsan olarak varoluşunun en üstün hedefini gerçekleştirmesine engel olmuş olurlar. Öte yandan ondan dolayı başlarına bir şey gelebilir endişesiyle bizzat eş ve çocuklar onun yoluna dikilip görevini yapmasına engel olabilirler. Veya eş ve çocuklar onun izlediği yolun dışında bir yol tutmuş olabilirler, bu durumda o da eş ve çocukları ile Allah için her şeyden soyutlanma arasında bir tercih yapmada zorlanabilir. işte bunlar birbirinden farklı dereceleri bulunan düşmanlığın görünümleridir. Mü'minin hayatında bu tür görünümlere her zaman rastlamak mümkündür.

İşte bu yüzden, mü'minlerin kalplerinde sürekli bir uyanıklık bulunsun, bu duygulara kapılmasın ve bu etkenlerin etkisinde kalmasın diye bu girift ve karmaşık durum bizzat onların Allah tarafından uyarılmalarını gerektirmiştir.

Sonra bu uyarı değişik bir ifadeyle, mal ve evlat sınavında uyanık olmaya ilişkin bir çağrıyla tekrarlanıyor. Ayetin orijinalinde geçen "fitne" kelimesi iki anlama gelir:

Birincisi: Yüce Allah sizi mal ve evlat konusunda sınıyor, şu halde uyanık olun, sakının, sınavda başarılı olabilmeniz için sürekli hazırlıklı olun, kurtulun ve Allah için her şeyden soyutlanın. Tıpkı bir kuyumcunun saf altını katma maddelerden ayırmak için onu ateşte erittiği gibi.

İkincisi: Şu mallar ve evlatlar sizin için baştan çıkarıcı, çekici şeylerdir. Bu çekicilikleri ile sizi Allah'a karşı gelmeye, O'na isyan etmeye sürüklerler. Şu halde onların çekiciliğinden sakınınız. Sizi sürükleyip götürmesinler, Allah'tan uzaklaştırmasınlar.

Kelimenin bu her iki anlamı da kastedilmiş olabilir.

İmam Ahmed Abdullah B. Büreyde'nin şöyle dediğini anlatır: Babam Büreyde'nin şöyle dediğini duydum: Bir gün Peygamber Efendimiz minberde halka hitap ediyordu. O sırada torunları Hasan ve Hüseyin -Allah onlardan razı olsun geldiler. Al gömlekler giyinmişlerdi. Düşe kalka yürüyorlardı. Peygamber Efendimiz minberden indi ve ikisini kucaklayıp önünde bir yere oturttu. Sonra şöyle dedi: "Allah ve Peygamberi doğru söylerler. Kuşkusuz mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer sınav konusudur. Şu iki yavrumun düşe kalka yürüdüklerini görünce dayanamadım. Konuşmamı kesip onları ayağa kaldırdım: ' Ehli sünnet imamları ibn Vakid kanalıyla rivayet ederler. Bu Resulallah'tır, bunlar da kızının oğulları. Şu halde mesele çok ciddidir ve tehlikelidir. Bu konu, Allah tarafından uyarılmayı, sakındırılmayı gerektirecek kadar önemlidir. Kalpleri yaratan ve bu duyguları o kalplere yerleştiren Allah, kendilerini aşırı düzeyde bu duygulara kapılmaktan alıkoymalarını istiyor. Çünkü bu tatlı bağların insana ancak bir düşmanın yapabileceği şeyleri yaptığı, onu düşmanın tuzaklarına benzer badirelere sürüklediği biliniyor.

Bu yüzden ayet-i kerime, mal ve evlat sınavında uyanık bulunulması gerektiğini vurguladıktan ve bazı eşler ve evlatların şahsında somutlaşan düşmanlığa dikkat çektikten sonra Allah katındaki kalıcı nimetlere, güzelliklere işaret ediyor.

Bundan sonra ayet müminlere güçleri ve kapasiteleri elverdiği oranda Allah'ın buyruklarını duyup itaat etmek suretiyle O'ndan korkmaları çağrısında bulunuyor:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin."

"Gücünüzün yettiği kadar" ifadesinde yüce Allah'ın kullarına yönelik lütfu, kendisinden korkup itaat etme kapasitelerine ilişkin bilgisi belirginleşiyor. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: Size bir şey emrettiğim zaman onu elinizden geldiği kadar yerine getirin. Bir şeyi yasakladığım zaman da ondan uzak durun."(Buhari ve Müslim Ebu Hureyre`den rivayet ederler) Çünkü emre uymada bir sınır yoktur. Bu yüzden elinizden geldiği oranda denilmiştir. Fakat yasağı bölmenin imkanı yoktur. Bu yüzden eksiksiz uygulanması istenir.

Sonra ayet-i kerime onları Allah yolunda, yapıcı harcamalarda bulunmaya teşvik ediyor:

"Kendi iyiliğinize olârak mallarınızı Allah yolunda harcayın."

Şu halde onlar hayır amaçlı bir harcamada bulunduklarında, bunu kendileri için yapmış olurlar. Burada yüce Allah da kendileri için hayır amaçlı harcamalarda bulunmalarını istiyor. İfade, onların hayır amaçlı harcamalarını sanki doğrudan kendi şahısları için harcamışlar gibi dile getiriyor. Böyle yapacak olurlarsa bunun kendileri hesabına bir iyilik olacağını belirtiyor.

Bunun yanı sıra ayet-i kerime insanın içindeki cimrilik duygusunun ayrılmaz bir bela, bir musibet olduğunu gösteriyor. Kendini bu cimrilikten kurtaran, korunan kimse mutludur, huzurludur. Hiç kuşkusuz bu musibetten kurtulmak Allah'ın bir lütfudur.

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." Sonra ayetlerin akışı onları hayır amacıyla dağıtmaya teşvik ediyor, yapıcı harcamaları sevdiriyor. Ve onların bu tür harcamalarını Allah'a verilmiş bir borç olarak nitelendiriyor. Yüce Mevla'sına borç verdiği bu fırsatı kim değerlendirmez? Yüce Mevla, borcu alıyor ve kat kat fazlasını veriyor. Bu sayede borç verenin günahlarını bağışlıyor. Borç verene teşekkür ediyor. Şayet kişi O'na yönelik şükrünü gereği gibi yapmaz, kusur ederse de O'na şefkat gösteriyor. Bütün bunları yapan alemlerin Rabbi olan yüce Allah'tır.

"Eğer Allah'a güzel borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah şükredenlere karşılık verendir, halimdir."

Allah ne kadar yücedir! Ne kadar kerimdir! Ve ne kâdar büyüktür! Önce kulunu yaratıyor, sonra onu çeşitli nimetlerle rızıklandırıyor. Sonra kulundan verdiği rızkların fazlasını istiyor. Kat kat fazla siyle geri vereceği borç olarak. Sonra... Yaratıp çeşitli nimetler bahşettiği kuluna teşekkür ediyor! Bu kulu, Mevla'sına, dostuna yönelik şükründe bir kusur işleyince de şefkat gösteriyor. Aman Allah'ım!.. Ne büyük lütuf.

Yüce Allah -kendi sıfatları aracılığı ile- bize nasıl kusurlarımızı ve eksikliklerimizi aşacağımızı, sürekli O'nu görmek, küçük ve sınırlı gücümüz oranında O'nu izlemeye çalışmak için nasıl yücelere çıkacağımızı öğretiyor. Nitekim yüce Allah, insanın içine kendi ruhundan bir soluk üflemiştir. Dolay isiyle, insanı gücünün ve kapasitesinin sınırları içinde en ideal noktaya ulaşma arzusuna sahip bir varlık olarak yaratmıştır. Bu yüzden yüce ufuklar sürekli açıktır. İnsan denen bu yaratık elinden geldiğince olgunlaşsın, derece derece yükselmeye çalışsın, hoşnut olduğu ve sevdiği niteliklere sahip biri olarak Allah'la buluşsun diye.

Bu ilginç mesajın ardından bu derin etkili gezinti sona eriyor. Yüce Allah'ın kalpleri gözettiği, gizli açık her şeylerinden haberdar olduğu sıfatları belirterek sure son buluyor:

"Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir." Her şey O'nun bilgisine açıktır. Onun egemenliğine boyun eğer. O'nun öngördüğü hikmete göre hareket eder. Böylece insanlar Allah'ın gözlerinin kendilerini gördüğünün, üzerlerinde egemen olduğunun, O'nun hikmetinin görünen, görünmeyen her işi yönlendirdiğinin bilinci içinde yaşamış olurlar. Kalplerin Allah'tan korkması, O'nun için her şeyden soyutlanması ve O'nun çağrısına koşması için bu düşüncenin yerleşmesi yeterlidir.

 

 

O

 

O