O

Tegabün

O

   

1- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nun dur, hamd O'nadır. O'nun gücü her şeye yeter.

2- Sizi yaratan Allah'tır. Bununla beraber kiminiz kâfirdir, kiminiz mü'min. Allah yaptıklarınızı görmektedir.

3- Gökleri ve yeri hakka dayalı olarak gerektiği gibi yaratmıştır. Size şékil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş O'nadır.

4- Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olara bilendir.

İman esasına dayalı bu evrensel düşünce, Allah'ın birliğini öngören inanç sisteminin tüm tarihi boyunca mü'minlerin öğrendiği en geniş boyutlu ve en ince düşüncedir. Kuşkusuz Allah tarafından gönderilen bütün peygamberler Allah'ın birliği ilkesini getirmiştir; varlıklar alemini ve tüm yaratıkları O'nun var ettiğini, varlıklar alemindeki her canlıyı O'nun koruyup gözettiğini anlatmışlar. Biz bundan kuşku duymayız. Çünkü Kur'an-ı Kerim bütün peygamberler-den ve bütün peygamberlik misyonlarından bu gerçeği aktarır. Şu halde uydurulmuş ve tahrif edilmiş kitaplarda veya Kuran'ın tümüne ya da bir kısmına inanmayan bazı kimselerin karşılaştırmalı dinlere ilişkin yazılarında gördüğümüz görüşlerin hiçbir değeri yoktur. Allah'ın birliği esasına dayalı inanç sistemlerinden sapmalar, bu inanç sistemlerinin izleyicileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, bunlar katışıksız tevhid inancını veya Allah'ın varlıklar üzerindeki egemenliğini ve onlarla iletişimini bütünüyle kapsamıyorlar. Hiç kuşkusuz bu, dinlerin aslından olmayıp sonradan baş gösteren bir sapmadır. Çünkü ilk peygamberden son peygambere kadar Allah tarafından gönderilen bütün dinler birdir. Yüce Allah'ın bu temel prensiplerle çelişen bir din göndermesi mümkün değildir. Fakat, din adına uydurulmuş veya tahrif edilmiş kitaplarda gördüklerine dayanarak bu tür sözler söyleyenler var.

Şu da var ki, bu gerçeği bu şekilde vurgulamak, yüce Allah'ın zatına, benzersiz sıfatlarına ve bu sıfatların evren ve insan hayatı üzerindeki etkilerine ilişkin İslami düşüncenin önceki ilahi dinlerden kaynaklanan düşüncelerden daha geniş boyutlu, daha ayrıntılı ve daha doyurucu olduğu gerçeği ile çelişmez. Bu durum dinin özüne ve üstlendiği en son görevin mahiyetine uygun düşmektedir. Ayrıca dinin kendisine hitap etmek, yönlendirmek; tüm gerekleri, ayrıntıları ve sonuçları ile bu kapsamlı ve eksiksiz düşünceyi kafasına yerleştirmek üzere geldiği insanın olgunlaşma süreci ile de uyuşmaktadır.

Bu kapsamlı ve eksiksiz düşüncenin bir gereği, insan kalbinin -yapabileceği oranda- ilahlık gerçeğini ve yüceliğini kavraması, ilahlığın sonsuz gücünü hissetmesi ve evren içinde bu gücün gözlemlenebilen etkilerini görmesidir. Yine bu gücü insanın iç alemindeki görülen ve kavranabilen etkileri ve faaliyetleri aracılığı ile hissetmesidir. Bu ilahi gücün sınırsız etki alanında, duygunun, aklın ve sezginin yabancısı olmadığı faaliyetleri arasında yaşamasıdır. Bu gücün büyük küçük, önemli-önemsiz her şeyi çepeçevre kuşattığını, her şeye egemen olduğunu, her şeyi yönlendirdiğini, her şeyi koruduğunu, hiçbir şeyin gözünden kaçmadığını görmesidir.

Yine bu evrensel düşüncenin bir gereği de, insan kalbinin son derece keskin bir duyarlılık, sürekli bir hazırlık, bir korku, bir bekleyiş, bir ümit, bir arzu ile yaşamasıdır. Her harekette, içinde depreşen her duyguda Allah'a bağlı kalarak, O'nun gücünü ve egemenliğini duyarak, O'nun bilgisini ve gözetimini düşünerek, O'nun ezici gücünü ve karşı konulmaz üstünlüğünü hissederek, rahmetini ve lütfunu umarak, her durumda kendisine yakın olduğunu bilerek hayatını sürdürmesidir. '

Son olarak, evrensel İslami düşüncenin bir gereği de insan kalbinin varlıklar aleminin topyekün yaratıcısına yöneldiğini hissetmesi ve onlarla birlikte Rabbine yönelmesidir. Varlıklar aleminin Rabbini övgüyle tesbih ettiğini duyması ve onlara katılmasıdır. Varlıklar aleminin Allah'ın emri ve hikmeti uyarınca hareket ettiğini görüp Allah'ın koyduğu yasaya ve şeriata boyun eğmesidir. Bu yüzden İslam düşüncesi, bu anlamda iman esasına dayalı evrensel bir düşüncedir. Öbür anlamlarda da İslam düşüncesinin evrenselliği Kur'an-ı Kerimcin birçok yerinde, değişik konularda, kapsamlı, eksiksiz, kuşatıcı ve ince imani düşüncenin çeşitli yönlerinin sunuluşunu içeren bölümlerde belirginleşmektedir. Buna en yakın örnek de bu cüzde yer alan Haşir suresinin son kısmıdır.

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nun dur, hamd O'nadır."

Göklerde ve yerde yer alan her şey Rabbine yönelmiştir. O'nu övgüyle tesbih eder; varlıklar aleminin kalbi mü'mindir, varlıklar alemindeki her şeyin ruhu mü'mindir, Allah her şeyin sahibidir ve her şey bu gerçeğin bilincindedir. Yüce Allah zatı itibariyle övgüye layıktır, yarattığı varlıklardan uludur. Buna rağmen insanoğlu şu koskoca varlık okyanusunda kalbi kafir, ruhu donmuş, inatçı, isyancı biri olarak duruyor, Allah'ı tesbih etmiyorsa, dostuna, efendisine yönelmiyorsa anormal ve kural dışı bir varlık olarak ortada kalır. Varlıklar aleminde yer alan tüm varlıklar tarafından dışlanmış gibi olur.

"O'nun gücü her şeye yeter."

Çünkü yüce Allah'ın gücü sınırsızdır. Hiçbir şeyle sınırlandırılamaz, kontrol altına alınamaz. Kur'an bu gerçeği mü'minin kalbine nakşeder, bu sayede mü'min bu gerçeği öğrenir, tanır, içeriğinden etkilenir. Rabbine güvenip dayandığı zaman, hiçbir sınır, hiçbir engel tanımadan dilediğini yapan, dilediğini gerçekleştiren bir güce güvenip dayandığını bilir.

Yüce Allah'ın gücüne, her şeyin O'nu tesbih edişine, varlıklar aleminin övgüyle O'na yöneldiğine ilişkin bu anlayış daha kapsamlı ve daha büyük imani düşüncenin bir yönünü oluşturur.

İkinci uyarıcı mesajla, övgüyle Allah'ı tesbih eden mü'min varlık okyanusunda bazen mü'min, bazen kafir olan insan kalbinin can alıcı noktasına dokunuluyor. Kuşkusuz tüm varlıklar içinde sadece insanoğlu böylesine ilginç, böylesine tuhaf bir tavır takınmaktadır.

"Sizi yaratan Allah'tır. Bununla beraber kiminiz kafirdir, kiminiz mü'min."

İnsanoğlu Allah'ın iradesi ile, O'nun gücü ile varolmuştur. Hem küfür hem de imana yönelebilme imkanı kendisine tanınmıştır. Bu iki yönlü yeteneği ile insanoğlu Allah'ın yarattığı tüm varlıklardan farklı bir nitelik kazanmıştır. Yine bu yeteneğinin gereği iman emaneti omuzlarına yüklenmiştir. Kuşku yok ki bu, büyük bir emanet, korkunç bir sorumluluktur. Bununla beraber yüce Allah insana büyük lütufta bulunarak eğri ile doğruyu ayırt edebilme ve seçebilme yeteneğini bahşetmiştir. Bunun yanı sıra davranışlarını değerlendireceği, yönünü tayin edeceği bir ölçüyü yardımına göndermiştir. Bu ölçü yüce Allah'ın insanlar arasında seçtiği elçisine indirdiği dindir. Böylece yüce Allah bütün bunlar aracılığı ile omuzlarına yüklediği emaneti taşımada insana yardımcı olmuştur, O'na hiçbir şekilde haksızlık etmemiştir.

"Allah yaptıklarınızı görmektedir."

Yüce Allah insanın her yaptığını gözetir. Niyetinin ve hedefinin gerçek mahiyetini görür. Şu halde insanoğlu bir şey yaparken kendisini gözetleyen ve her şeyini gören Allah'tan sakınmalıdır.

İnsanın gerçek mahiyetine ve varlık bütünü içindeki konumuna ilişkin bu anlayış, insanın varlık içindeki konumu, yetenekleri ve insanın varlıkların yüce yaratıcısı karşısındaki yükümlülükleri ile ilgili açık, doğru ve tutarlı İslam düşüncesinin bir yönünü oluşturmaktadır.

Üçüncü mesaj, varlıklar aleminin önünde gizli bulunan temel gerçeğe, köklü hak ilkesine işaret ediyor. Gökler ve yeryüzü bu gerçeğe dayanmaktadır. Bunun yanı sıra insanın bedensel yapısında somutlaşan Allah'ın olağanüstü sanatına da işaret ediyor. Ve en sonunda her şeyin O'nun huzuruna döneceğini vurguluyor.

"Gökleri ve yeri Hakk'a dayalı olarak gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş O'nadır."

Bu ayetin "Gökleri ve yeri Hakk'a dayalı olarak gerektiği gibi yarattı." şeklindeki başlangıcı, mü'minin bilincine, evrenin yapısında asıl olanın hak olduğu, hakkın sonradan ortaya çıkmış veya gereksiz bir şey olmadığı, evren binasının bu temele dayandığı gerçeğini yerleştiriyor. Gökleri ve yeri yaratan ve her ikisinin hangi temele dayandıklarını bilen yüce Allah'tır bu gerçeği bu şekilde vurgulayan. Bu gerçeğin mü'minin duygusunda yer etmesi, ona dininin ve çevresindeki varlıklar aleminin dayandığı hakka karşı güven bahşeder, bağlılığını arttırır. Çünkü hakkın üstün gelmesi kaçınılmazdır. Hakkın kalıcılığı tartışılmazdır ve batılın köpüğü kaybolduktan sonra yerini koruyacak olan haktır.

Bu ayetin içerdiği ikinci gerçek ise şudur: "Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır." Bu ifade insanın zihninde kendisinin Allah katında ne kadar saygın bir yere sahip olduğu ve yüce Allah'ın hem bedensel hem de duygusal şeklini güzel yapmakla kendisine ne büyük bir lütufta bulunduğu düşüncesini uyandırıyor. Çünkü insan, bedensel yapısı açısından yeryüzündeki canlıların en mükemmelidir. Yine duygusal yapısı ve akıl almaz sırlarla dolu ruhsal yetenekleri açısından da canlıların en gelişmişidir. işte bu yüzden kendisine yeryüzünde halifelik görevi verilmiştir. Bunun için kendisine oranla son derece geniş olan bu mülke yerleştirilmiştir.

İnsanın organik yapısının genel mimarisine veya herhangi bir organının yapısına yönelik araştırıcı bir bakış, "Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır." gerçeğini bütün çıplaklığı ile ve somut olarak görür. Bu mimaride güzellik ve mükemmellik iç içedir. Güzellik şekilden şekle farklılık gösterir. Fakat insanın organik yapısının projesi özü itibariyle güzeldir, eksiksiz bir sanat ürünüdür, insanı yeryüzünde diğer bütün canlılardan üstün kılan tüm görevlere ve özelliklere elverişlidir.

"Dönüş O'nadır."

Her şeyin, her meselenin ve her yaratığın dönüşü O'nadır. Şu evren ve şu insan O'na dönecektir. Çünkü her şey O'nun iradesi ile varolmuş ve O'na dönecektir. O'ndan gelir O'na döner her şey. Başlangıç ve sonuç O'dur. Her şeyi başından sonuna kadar kuşatan O'dur. Ama O, sınırsızdır!

Bu bölümde yer alan dördüncü mesaj ise; her şeyi çepeçevre kuşatan, insanın gizlisini ve açığını bilen ve göğüslerde saklanan sırlardan haberdar olan yüce Allah'ın ilminin tasvirine ilişkindir:

"Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olanı bilendir."

Bu gerçeğin mü'minin kalbine yerleşmesi O'nun Rabbini gereği gibi tanımasını, gerçek anlamda bilmesini sağlar. iman esasına dayalı evrensel İslam düşüncesinin bir yönünü zihnine yerleştirir. Duygularını ve hedeflerini etkiler. Böylece insan, her yönüyle Allah'ın gözlerinin önünde olduğunun bilincinde olarak yaşar. Çünkü Allah'ın haberdar olmadığı hiçbir sır yoktur. Vicdanların derinliklerine saklanıp ta O'nun göremediği herhangi bir niyet söz konusu değildir. O, göğüslerin içini bilir.

Kuşkusuz, insanın hem kendi varlığının hem de tüm evrenin varlığının gerçek mahiyetini, yaratıcısı ile olan ilişkisini, Rabbine karşı takınacağı tavrı kavrayabilmesi ve her hareketinde ve yönelişinde O'ndan korkup sakınması için bunun gibi üç ayet yeterlidir.

PEYGAMBERLERİN İNSAN OLMASINA İTİRAZ

Surenin ikinci bölümü, tıpkı Peygamber Efendimizi yalanlayan, O'nun insan oluşuna itiraz eden, bu yüzden kendilerine sunduğu açık ve anlaşılır belgeleri inkar eden Mekkeli müşrikler gibi, peygamberlerini ve onların sunduğu belgeleri yalanlayan, peygamberlerin insan oluşlarına itiraz eden bu yüzden suçüstü yakalanıp yurtları yerle bir edilen geçmiş milletlerin acı akıbetlerinden söz ediyor.

 

 

O

 

O