6- Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı
insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun
başında, iri gövdeli, haşin, Allah'ın
kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve
emredildiklerini yapan melekler vardır.
7- "Ey kafirler! Bugün özür dilemeyin, çünkü siz
ancak yaptıklarınızın cezasını
çekeceksiniz" denir.
8- Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah â dönün.
Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve
O'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı: günde
Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.
Çünkü onların, nurları, önlerinden ve yanlarından
koşar da "Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi
bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin"
derler.
9- Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla savaş,
onlara karşı sert davran. Onların
varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür.
Mü'minin hem kendisine hem de ailesine karşı olan
sorumluluğu ağır ve korkunç bir sorumluluktur.
ileride korkunç bir ateş.... O ve ailesi bu ateşle
karşı karşıya dırlar... Kendisini
bekleyen bu ateşten hem kendini hem de ailesini uzak tutmak
zorundadır. Evet ateştir bu. Alev alev yanan dehşet
verici bir ateş... "Yakıtı insanlar ve
taşlar
olan bir ateş."
Bu ateşte insanlar taşlar gibi onlarla birlikte yanarlar.
Tıpkı taşlar gibi önemsiz, taşlar gibi
değersiz ve taşlar gibi itina gösterilmeden tutulup atılırlar.
Bu ne korkunç bir ateştir ki, taşları cayır
cayır yakıyor! Şiddeti harekete,
aşağılamaya, horlamaya varan bu azap ne
dehşetlidir! Üstelik bu ateşin çevresinde olan her
şey ve ateşin bulunduğu ortam da ürkütücüdür,
dehşet vericidir: "Başında iri gövdeli, haşin
melekler vardır." Tabiatları sorumlusu
bulundukları azaba uygundur.... "Allah'ın
kendilerine buyurduğuna karşı gelmezler ve
emredileni yaparlar." Yüce Allah'ın kendilerine
emrettiği şeyi yapmaları onların
tabiatlarının gereğidir. Yine tabiatları
gereği kendilerine emredilen şeyi yapmâ gücüne de
sahiptirler. işte onlar bu haşmetleri ile, bu
haşinlikleri ile şu korkunç, şu dehşet verici
ateş üzerinde görevlendirilmişler. Bir mümin kendini
ve ailesini bu ateşten korumalıdır. Henüz fırsat
varken, iş işten geçmeden mazeret bildirmenin işe
yaramadığı gün gelmeden ailesini bu ateşten
uzaklaştırmalıdır. İşte kafirler o
korkunç ateşin kıyısında durmuş mazeret
uyduruyorlar. Ama mazeretleri hiç bir anlam ifade etmediği
gibi iç karartıcı manzara ile baş başa
kalıyorlar:
"Ey kafirler! Bugün özür dilemeyin, çünkü siz ancak
yaptıklarınızın cezasını
çekeceksiniz."
Boşuna özür belirtmeyin, bugün özür günü değil.
Bugün herkesin yaptığının
karşılığını alacağı gündür.
Siz de bu ateşi hakkedecek işler yaptınız.
Peki müminler kendilerini ve ailelerini bu ateşten
nasıl koruyacaklar? işte burada onlara yol gösteriliyor,
umut kapısı önlerine açılıyor:
"Ey
iman
edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz
sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte
iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi,
içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların
nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da `Ey
Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü
sen her şeye kadirsin' derler."
İşte yol budur... Yol samimi ve içten gelen bir
tevbedir. Kalbi arındıran, onu kötülüklerden uzaklaştıran
bir tevbe. Kötülüklere bulaşmasına, kanmasına
fırsat vermeyen bir tevbe.
Günahtan ve hatadan tevbe etmek, işlenen suçtan pişmanlık
duymakla başlar, salih amel ile, ibadet ile sonuçlanır.
işte o zaman bu samimi tevbe kalbi temizler, günahın
kalıntılarından, tortularından
arındırır. Bundan sonra da kalbi salih amel
işlemeye teşvik eder. İşte samimi ve içten
gelen tevbe budur. Budur kalbi uyaran, günaha dönmemesi için öğüt
işlevini gören samimi tevbe.
Böyle bir tevbe gerçekleşirse yüce Allah'ın onunla
günahları örtmesi ve bu şekilde tevbe edenleri, biraz
önce surenin akışı içinde gözler önüne serildiği
gibi kâfirlerin rezil olacakları bir günde, onları
cennetlere sokması umulur. O gün yüce Allah peygamberini ve
onunla birlikte olan müminleri utandırmayacaktır.
Hiç kuşkusuz, yüce Allah'ın birçoklarının
rezil olacağı bir günde müminleri Hz. Peygamberle
birlikte bir safta olarak, aynı saygıyı göreceklerini
vurgulaması insanı umutlandıran bir teşvik ve
büyük bir saygınlık ifadesidir. Sonra yüce Allah
onlara bir nur bahşediyor: "Nurları önlerinden
ve yanlarından koşar." Bu dehşet verici,
bu dalgalı, bu korkunç, bu bunaltıcı günde onunla
tanınırlar. Kaynaşıp duran o korkunç kalabalık
içinde bu nurla yollarını bulurlar. Önlerinde ve
yanlarında ışık saçarak en sonunda bu nur
onları cennete götürür.
Onlar içinde bulundukları ortamın dehşet
vericiliğine, zorluğuna rağmen Allah'ın
huzurunda ona dua ederler, iyilik dilerler:
"Ey
Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü
sen her şeye kadirsin' derler."
Dillerin tutulduğu, kalplerin durduğu böylesine dehşetli
bir ortamda dua edebiliyor olmaları bu duanın kabul
olacağının belirtisidir. Yoksa yüce Allah'ın
belirlediği kader kabul edilmesini öngörmeseydi yüce Allah
böyle bir duayı müminlere ilham etmezdi. Şu halde
buradaki dua bir nimettir. O gün müminlere gösterilen saygıya
ve onlara bahşedilen Nur'a ek olarak yüce Allah'ın
bağışladığı
karşılıksız bir nimettir.
Bununla yakıtı insan ve taş olan ateş
arasında ne korkunç bir fark vardır? Hiç kuşkusuz
bu mükafat tıpkı biraz önceki azap gibi müminin
kendisini ve ailesini ateşten korumadaki Dolayı siyle
sonuçta altlarından ırmaklar akan cennetleri elde
etmelerindeki sorumluluğunu tasvir ediyor.
Peygamber Efendimizin evlerinde meydana gelen ve surenin
birinci bölümünde ele alınan olayın
ışığında baktığımızda
bu ayetlerin vermek istedikleri mesajı kavrıyoruz.
Bir mümin, kendisinin doğru yolu bulmasından,
kalbinin ıslah olmasından sorumlu olduğu gibi
ailesinin doğru yolu bulmasından, evinin ıslah
olmasından da sorumludur.
Talak suresinde de vurguladığımız gibi
İslam, toplumsal düzeninde aileyi esas alan bir dindir. Bu
yüzden müminin ailesine karşı olan sorumluluğunu,
evine karşı yerine getirmesi zorunlu olan görevini sık
sık vurgular. Müslüman ev, Müslüman cemaatin çekirdeğidir.
işte bu ve onun gibi diğer hücrelerden meydana gelir bu
büyük ve canlı beden. Yani İslam toplumu...
Bir ev, inanç sisteminin kalelerinden biridir. Bu yüzden kale
içerden dayanıklı ve sağlam olmalıdır.
Her fert bir giriş noktasının, bir gediğin
önünde durmalı ve sızmaları önlemelidir. Aksi
taktirde orduyu kalenin içinde bozguna uğratmak
kolaylaşır. Artık her önüne gelenin, atlı ve
yayaların girip çıkmaları zor olmaz.
Bir mümin öncelikle davayı evine, aile fertlerine
sunmalıdır. Bu kaleyi içerden güvenli hale getirmesi
onun görevidir. Davetini uzaklara götürmeden önce ailesindeki
gedikleri kapatması bir zorunluluktur.
Bunun için Müslüman bir anne gereklidir. Çünkü kalenin
güvenliği açısından tek başına Müslüman
bir baba yeterli değildir. Anne ve babanın el
birliği ederek kızları ve erkekleri eğitmeleri
kaçınılmazdır. Bir insanın sırf
erkeklerden kurulu bir İslam toplumu oluşturmaya çalışması
boş ve verimsiz bir çabadır. Böyle bir toplumda kadın
da olmalıdır. Çünkü onlar geleceğin tohumu ve
meyvesi olan neslin koruyucu bekçileridirler.
Bu yüzden Kur'an hem erkeklere, hem de kadınlara
iniyordu. Evleri düzenliyor, onları İslam hayat
sisteminin temel ilkelerine dayalı olarak kuruyordu. Müminlere
kendi şahıslarının sorumluluğunu yüklediği
gibi ailesinin sorumluluğunu da yüklüyordu: "Ey
inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun."
Bu meseleyi İslam davetçileri kavramalıdırlar,
hem de çok iyi kavramalıdırlar. Bu amaçla başlatılacak
bir çalışma öncelikle insanın kendi evine,
eşine, yani anneye, sonra çocuklara, ardından tüm aile
fertlerine yönelik olmalıdır. Bir Müslüman ev kurmak
için, Müslüman kadın yetiştirmeye büyük önem
verilmelidir. Müslüman bir ev kurmak isteyen her şeyden
önce Müslüman bir eş aramalıdır. Yoksa
İslam cemaatinin kuruluşu bir süre daha gecikecektir.
Binalar delik deşik ve harap olmaya devam edecektir.
İlk Müslüman toplum içinde bu mesele günümüzden daha
kolay çözümlenebiliyordu. O gün için Medine'de
İslam'ın egemen olduğu bir Müslüman toplum oluşturulmuştu.
İslam bu topluma insanlık hayatına ilişkin
tertemiz düşünce sistemi ile, bu düşünce sisteminden
kaynaklanan yasaları ile egemendi. O toplumda,
kadın-erkek herkesin başvuru kaynağı Allah ve
peygamberiydi, Allah'ın ve peygamberinin hükmüydü. Bir
meseleye ilişkin bir hüküm indiği zaman bu, o mesele için
geçerli olan tek ve nihai hüküm olarak algılanırdı.
İşte böyle bir toplumun varlığı, hayata
egemen olan düşüncesi ve gelenekleri Dolayı siyle bir
kadının İslam'ın istediği şekilde
kendini yetiştirmesi son derece kolaydı. Erkeklerin
karılarına öğüt vermeleri, evlatlarını
İslam'ın terbiye metodu ile eğitmeleri kolay bir
işti.
Fakat biz bugün farklı bir konumdayız. Biz bugün
cahiliye hayatı yaşıyoruz. içinde yaşadığımız
toplum cahiliye toplumu. Bu topluma egemen olan kanunlar cahiliye
kanunları, ahlâk cahiliye ahlâkı. Gelenek cahiliye
geleneği. Düzen cahiliye düzeni. inananlar arası
ilişkilerde geçerli olan davranış kuralları
cahiliye ürünü. Küfür cahiliye küfürü.
Bir kadın ister kendi kendine, ister kocasının
veya kardeşinin yahut babasının yol göstericiliği
sonucu İslam'ın öngördüğü hayatı
yaşamaya karar verdiği zaman işte bu cahiliye
toplumu ile sürekli iç içe yaşıyor, onun ezici
baskısı, ağırlığını
omuzlarında hissediyor.
Halbuki Medine'de kurulan ilk İslam devletinde
kadın-erkek, bütün toplum aynı düşünce
sistemine bağlıydı, Aynı hüküm ile
yönetiliyordu. Hayatlarını aynı inanç sistemi
biçimlendiriyordu. Ama şimdi Müslüman erkek pratik hayatta
varolmayan soyut bir düşünce sistemine inanıyor, ona göre
hareket etmeye çalışıyor. Kadın ise,
azgın cahiliye sistemine yaraşır biçimde bu düşünceye
düşmanlık besleyen, ona savaş açan bir toplumun
baskısı altında güçlükle hayatını sürdürüyor.
Hiç kuşkusuz toplumun ve geleneklerinin baskısı
kadının duyguları üzerinde erkeğinkinden kat
kat fazlasıyla etkilidir.
İşte bundan dolayı mümin erkeğin görevi
kat kat artıyor. Önce kendisini ateşten
korumalıdır. Sonra bu ezici baskının,
karşı konulmaz cazibenin etkisi altında kalan
ailesini korumalıdır.
Şu halde bu görevin ağırlığının
bilincinde olmalı, Dolayı siyle ilk Müslüman
cemaatteki kardeşinin sarf ettiğinden kat kat fazla
siyle emek sarf etmelidir. Bu yüzden Müslüman bir aile kurmak
isteyenin en başta kaleyi içerden koruyacak bir kadın
aramasının kaçınılmazlığı
kesinlik kazanıyor. Bu kadın da düşüncesini onun
beslendiği kaynaktan yani İslam'dan almalıdır.
Hiç kuşkusuz Müslüman erkek bu konuda bazı
şeylerde fedakarlık edecektir: Kadının yüzünün
yalancı parlaklığını, İslami edepten
yoksun genç ve güzel kızın çekiciliğini, içten
içe kokuşmuş toplumun parlak dış görünüşünü
feda edecektir. Bütün bunları elinin tersiyle itip Müslüman
bir yuva, Müslüman bir kale kurmasında kendisine
yardımcı olacak din unsurunu aramalıdır.
Yeniden İslami dirilişi arzulayan mümin babalar bu
dirilişin canlı hücrelerinin kendi ellerinde olduğunu
ve herhangi bir insandan önce daveti bunlara sunmak, bunları
eğitmek, bunları hazırlamak zorunda
olduklarını bilmelidirler ve yüce Allah'ın şu
çağrısına olumlu karşılık
vermelidirler:
"Ey
inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz."
Bu münasebetle bir kez daha İslam'ın temel
karakterinin, İslam'ın egemen olduğu, pratik
varlığının gerçekleştiği Müslüman
bir cemaatin kuruluşunu gerektirdiğini
vurgulayalım. En başta İslam'ın
varlığı bir cemaat esasına
dayanmalıdır. Bu cemaatin inanç sistemi İslam
olmalıdır. Sosyal düzeni İslam
olmalıdır. Kanunu İslam olmalıdır. Bütün
düşüncelerini besleyen eksiksiz kaynak İslam
olmalıdır. (Saf suresi tefsirine bakınız)
İşte bu cemaat İslam düşüncesinin
koruyucu yuvasıdır. Bu düşünceyi fertlerin ruhlarına
aşılar. Bu düşünceyi dinden döndürme amaçlı
eziyetlerden koruduğu gibi cahiliye toplumunun olumsuz
etkilerinden, baskısından da korur.
Bu bakımdan Müslüman cemaatin varlığının
ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bu toplum
içinde Müslüman genç kızlar ve Müslüman kadınlar
çevrelerindeki cahiliye toplumunun olumsuz etkilerinden
korunurlar. Artık duygu ve düşünceleri, İslami düşüncenin
gerekleri ile ezici baskıya sahip cahiliye toplumunun
gelenekleri arasında bocalamaz. Bu toplumda Müslüman genç
kız, Müslüman yuvada veya Müslüman kalede kendisinin yaşadığı
hayatı paylaşan arkadaşlar, ortaklar bulur.
işte İslam ordusu bu ve benzeri kimselerden oluşur.
Doğrusu fertlerinin birbirine İslam'ı tavsiye
ettiği, İslam düşüncesine, ahlakına,
davranış kurallarına ve tüm düşüncelerine
yuva teşkil eden Müslüman bir cemaatin kuruluşu bir
zorunluluktur -kesinlikle gereksiz bir hobi değildir-. Bu
toplum birbiriyle
olan ilişkilerinde İslama göre yaşar. İslam için
yaşar, onu korur, ona bekçilik eder ve pratik bir hayat
sergileyerek başkalarını onu yaşamaya çağırır.
Allah'ın izniyle karanlıklardan aydınlığa
çıksınlar diye sapık cahiliye toplumundan
İslama davet edilen bu kişiler böylece
İslam'ı somut şekliyle görmüş olurlar. Bu
durum yüce Allah'ın İslam'ın her yönüyle egemen
olmasına izin verdiği zamana kadar devam eder. Bundan
sonra gelen nesiller İslam'ın gölgesinde, her tarafı
ahtapot gibi saran cahiliye ye karşı onun himayesinde
yetişirler.
İlk İslam cemaatinin korunması için Peygamber
Efendimize düşmanlarına karşı
savaşması emrediliyordu:
"Ey peygamber! Kafirler ve münafıklarla savaş,
onlara karşı sert davran. Onların
varacağı yer cehennemdir. O gidecekleri yer ne kötüdür."
Müminlere kendilerini ve ailelerini ateşten
korumaları emredildikten, günahlarının
örtülmesini ve altlarından ırmaklar akan cennetlere
girmelerini sağlayacak, yürekten gelen tevbeye çağrıldıktan
sonra yer alan bu mesajın özel bir anlamı ve hayati bir
önemi vardır.
Ateşten korunmayı garantileyen Müslüman yuvanın
korunması açısından
bu
uyarının
yapılmış olması son derece
anlamlıdır, büyük öneme sahiptir. Dolayı siyle
kafirler gibi azgın, zalim ve bozguncu unsurların
dışarıdan veya münafıklar gibi sinsi
unsurların da içerden İslam karargahına
saldırmalarına izin verilmemelidir.
Ayet-i kerime kendilerine karşı cihad edilmesini ve
sert tavır takınılmasını emrederken
kafirlerle münafıkları bir tutuyor. Çünkü İslam
karargahını tehdit etme, yıkma veya parçalama
hususunda her iki grup amaç ve sonuç itibariyle benzer roller
üstlenmişlerdir. Bu yüzden onlara karşı cihad
etmek, ateşten korunmak demektir. Hz. Peygamberin ve müminlerin
onlara karşı sert tavır takınmaları
onların bu dünyadaki cezalarıdır.
"Onların varacağı yer cehennemdir. O
gidecekleri yer
ne kötüdür."
Bu da onların ahiretteki cezaları.
İşte bu gezintide yer alan ayetlerle ayetlerin
vurguladıkları anlamlar arasında uyum bu
şekilde sağlanıyor. Ayrıca bu bölüm
bütünüyle surenin ilk bölümü ile de ahenk oluşturuyor.
NUH, LUT, FİRAVUN'UN KARISI
VE HZ. MERYEM
Şimdi de üçüncü ve son gezinti sunuluyor. Ve sanki bu
gezinti doğrudan surenin birinci bölümünün devamı
niteliğindedir. Çünkü burada bazı peygamberlerin
evlerindeki kâfir kadınlarla, kâfirler arasındaki mümin
kadınlardan söz ediliyor