Bu ayetlerin iniş sebebine ilişkin değişik
rivayetler elimizde mevcuttur. Bunlardan biri de Buhari'nin bu
ayetle ilgili olarak aktardığı şu olaydır:
Bize İbrahim B. Musa anlattı. O da Hişam B.
Yusuf'tan duymuş. O'na ibn-i Cüreyc anlatmış, o da
Ata'dan, o da Ubeyd B. Umeyr'den Hz. Aişe'nin şöyle
dediğini duymuş: Peygamber Efendimizin Zeyneb binti
Cahş'ın yanında bal içiyor ve onunla birlikte kalıyordu.
Bunun üzerine ben ve Hafsa, Peygamber Efendimiz hangimizin yanına
gelirse "Megafir mi yedin? Megafir kokusu burnuma geliyor"
demek üzere aramızda sözleştik. Peygamberimiz:
Hayır! Sadece Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal
yiyordum. Bundan sonra asla yemeyeceğim" dedi. Ve bunu
kimseye söyleme diye ona yemin ettirdi." işte
Peygamberimizin kendisine helal olduğu halde bir daha asla
yemeyeceğim diye haram ettiği şey budur.
"Niçin Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi kendine haram
kılıyorsun?"
Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimizin bu
olayı anlattığı ve kimseye açmamasını
tembih ettiği eşi, aralarında sözleştiği
arkadaşına anlatmış, yüce Allah da
peygamberini bundan haberdar etmiştir. Bunun üzerine
Peygamberimiz tekrar eşinin yanına gelmiş, onunla
öteki arkadaşının arkasında geçenlerin alt kısmını
yüce edebinin elverdiği şekilde sayıp dökmüştür.
Peygamberimiz meseleyi bildi ini vurgulamak amacı ile
olayı kısaca anlatmakla yetinmiştir. Bunun üzerine
eşi hayretler içinde kalarak. Bunları kim sana haber
verdi diye sormuştur. Herhalde öteki arkadaşının
bunları haber verdiğini düşünmüştür. Fakat
Peygamberimiz O'na şu cevabı vermiştir: "Her
şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bana haber
verdi." Demek ki haber her şeyi bilen kaynaktan
geliyordu ve şunu ifade ediyordu: Hz. Peygamber sadece
konuştuğu şeyleri değil, iki eşinin
arasında geçen her şeyi biliyordu.
Bu olayın Hz. Peygamberin evinde eşlerinin
aralarında sözleşip birbirlerine komplo
kurduklarının ortaya çıkması üzerine
Peygamber Efendimiz son derece öfkelenmiş ve bir ay boyunca
eşlerine yaklaşmamıştır. Yine Müslümanlar
arasında dolaşan söylentilere göre eşlerini
boşamayı düşünmüştür. Sonra bu ayetler
iniyor. Peygamberimizin öfkesi de diniyor ve olayla ilgili diğer
rivayeti sunduktan sonra ayrıntılı olarak
değineceğimiz gibi tekrar eşlerine dönüyor.
Bu ayetlere ilişkin öteki rivayet de Nesai'nin Enes'e
dayandırdığı hadistir. Peygamber Efendimizin
birlikte olduğu bir cariyesi vardı. Fakat Aişe ve
Hafsa Peygamberimizin onun yanına gitmesine engel oluyordu.
Bu yüzden Peygamberimiz onunla birlikte olmayı kendine haram
etti. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:
"Ey peygamber niçin, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi, eşlerinin
hatırı için kendine haram kılıyorsun?"
İbn-i Cerir ve ibni ishak'ın aktardıkları
bir hadiste ise şöyle denir: Peygamber Efendimiz Hz. Hafsa'nın
evinde oğlu İbrahim'in annesi Mariye ile birlikte
olmuştu. Hz. Hafsa buna alınmış ve bunu
kendisini küçük düşürücü bir olay olarak algılamıştı.
Bunun üzerine Peygamberimiz, O'na bir daha Mariye ile birlikte
olmayacağına söz vererek yemin etmişti.
Ayrıca bunu kimseye söylememesini istemişti. Ancak Hz.
Hafsa gidip olayı Hz. Aişe'ye açmıştı.
işte bu surede söz konusu edilen olay budur.
Her iki rivayette anlatılan olaylar meydana gelmiş
olabilirler. Şu da var ki rivayetlerden ikincisi ayetlerin
atmosferine ve olaydan sonra Resulallah'ın konuya büyük
önem verip aşırı duyarlılık göstererek
eşlerini boşayacak kadar öfkelenmiş olmasına
daha yakındır. Fakat birincisinin rivayet zinciri,
dayanağı daha güçlüdür. Ayrıca
yaşanmış olması da mümkündür. Bu olaydan
sonra ortaya çıkan sonuçların meydana gelmiş
olması mümkündür. Peygamber Efendimizin evlerine egemen
olan atmosferin niteliğine baktığımız
zaman, bir olayın bu kadar büyütülmüş
olmasını bu derece önemsenmesini normal karşılayabiliriz.
Fakat her halükârda hangisinin doğru olduğunu en iyi
Allah bilir.
Bu olayın -yani Peygamber Efendimizin bir süre eşlerinden
uzak kalmasının etkilerine gelince, bunu imam Ahmed'in
İbn-i Abbas'a -Allah onlardan razı olsun
dayandırdığı hadis son derece etkili bir
şekilde tasvir ediyor. Bu hadis aynı zamanda o günkü
İslam toplumunun da bir tablosunu çiziyor. İmam Ahmed
der ki: Bize Abdürrezzak anlattı. O da Ma'mer'den, o da
Zehri'den, o da Ubeydullah B. Abdullah B. Ebu Sevr'den ibn-i
Abbas'ın şöyle dediğini duymuş: Öteden beri,
yüce Allah'ın "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe
ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur."
ayetinde söz konusu edilen kadınların Peygamber
Efendimizin hangi eşleri olduğunu Hz. Ömer'den sorup
duruyordum. Hatta bir gün Hz. Ömer Hacca gitti, ben de onunla
birlikte gittim. Bir süre yol aldıktan sonra Ömer ihtiyacını
gidermek için geri döndü ben de elimde bir su kabı ile döndüm.
Ömer ihtiyacını giderdikten sonra geldi. Sonra ellerine
su döktüm, abdest aldı. Bu arada: Ey müminlerin emiri,
yüce Allah'ın "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe
ederseniz,
diye
tevbe ye çağırdığı kadınlar
Peygamberimizin eşlerinden hangileriydiler?" diye sordum.
Ömer: Ne şaşılacak adamsın ey İbn-i
Abbas? dedi. (Zehri diyor ki: Vallahi Hz. Ömer ibn-i Abbas'ın
bu soruyu sormasından hoşlanmamıştı ama
bildiklerini de saklamadı) ve "Bu ayette söz konusu
edilen kadınlar Aişe ve Hafsa'dır" dedi.
Ardından olayı anlatmaya başladı. Biz
Kureyş'liler karılarımıza hakimdik. Medine'ye
geldikten sonra, karılarının egemenliğinde
olan bir toplumla karşılaştık. Daha sonra
bizim karılarımız da onlardan etkilenmeye
başladılar. Benim evim avali denilen yerde Umeyye B.
Zeyd'in mahallesinde bulunuyordu. Bir gün karıma
kızdım. Baktım o da benimle birlikte olmaktan kaçınıyor.
Onun bu davranışı hiç hoşuma gitmedi.
Karım: "Seninle yatmak istemeyişime niye
kızıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in eşleri de
ondan uzaklaşıyor ve her birinin onu bir gün bir gece
terk ettiği oluyor" dedi. Bunun üzerine hemen Hafsa'nın
evine gittim. Ve Hz. Peygamber sizinle birlikte olmak isteyince
onu geri çevirdiğiniz oluyor mu? dedim. "Evet"
dedi. "Sizden biriniz onu bir gün bir gece terk ediyor mu?"
diye sordum. Buna da "Evet" dedi. Bunun üzerine "Sizden
kim böyle yapıyorsa kendine yazık etmiş ve hüsrana
uğramıştır" dedim. "Sizden biriniz,
Resulallah'ın öfkelenmesinden dolayı Allah'ı
öfkelenmeyeceğinden, Dolayı siyle onu yok
etmeyeceğinden emin midir? Sen Resulallah'tan uzaklaşma
ve O'ndan bir şey isteme, dilediğin şeyi benim
malımdan alabilirsin. Senin komşunun -Aişe'yi
kastediyor- durumu seni yanılmasın. Çünkü o senden
daha güzel ve Resulallah tarafından senden daha çok
seviliyor" dedim.
Benim Ensar'dan bir komşum vardı. Aramızda nöbetleşerek
Peygamberimizin yanına giderdik. Bir gün o, bir gün ben.
Birbirimize o gün için inen vahyi ve öteki gelişmeleri
haber verirdik. O sıralar Gassanlıların bizimle
savaşmak üzere at koştuklarından söz edip
duruyorduk. Bir gün komşum Peygamberimizin yanına gitti.
Yatsı vakti olunca döndü ve çok önemli bir şey
olmuş gibi telaşla beni çağırdı.
Kapıya çıkınca "Çok önemli bir şey
oldu" dedi. "Ne oldu? Gassanlılar mı geldi?"
dedim. "Hayır, bundan daha önemli ve daha uzun boylu
bir şey oldu. Hz. Peygamber eşlerini boşadı"
dedi. "Hafsa'ya yazık oldu, zarar etti. Ben böyle olacağını
sanıyordum. Nitekim oldu da" dedim. Sabah
namazını kıldıktan sonra Medine'ye indim ve
Hafsa'nın evine gittim. Hafsa ağlıyordu. "Resulallah
sizi boşadı mı?" dedim. "Bilmiyorum?
işte şu odada yalnız başına oturuyor"
dedi. Sonra siyahi hizmetçinin yanına gittim ve "Ömer
için izin iste" dedim. Hizmetçi Peygamberimizin yanma girip
çıktı ve "senin geldiğini söyledim ama
sesini çıkarmadı" dedi. Ben de çıkıp
minberin yanına gittim. Bir grup oturmuş,
bazıları ağlıyordu. Orada bir süre oturdum.
Sonra kafamı kurcalayan mesele ağır bastı,
tekrar hizmetçinin yanına geldim ve "Ömer için izin
iste" dedim. Hizmetçi tekrar girip çıktı, yine
"Senin geldiğini söyledim ama sesini çıkarmadı"
dedi. Bir daha geri döndüm, gidip minberin yanına oturdum.
Ama kafamdaki mesele beni kalkmaya zorladı. Bir daha geldim
ve hizmetçiye benim için izin istemesini söyledim. O da
Peygamberimizin yanına girdi ve çıktı. "Senin
girmek için izin istediğini söyledim. Ama sesini çıkarmadı"
dedi. Tam çekip gidecektim ki hizmetçi beni çağırdı.
"Girebilirsin, sana izin verdi" dedi. içeri girdim ve
Peygamberimize selam verdim. Bir hasırın üzerine uzanmıştı.
Vücudunda hasırın izleri çıkmıştı.
"Ya Resulallah eşlerini boşadın mı?"
dedim. Başını kaldırdı ve "Hayır"
dedi. "Allahu Ekber" dedim ve konuşmaya
başladım. Bildiğin gibi ya Resulallah biz
Kureyş'liler karılarımıza hakimdik. Ama
Medine'ye gelince karılarının egemenliğinde
olan bir toplumla karşılaştık. Bizim
karılarımız da onlardan etkilenmeye
başladılar. Bir gün karıma kızdım.
Baktım o da benimle birlikte olmaktan kaçınıyor.
O'nun bu davranışı hiç hoşuma gitmedi.
Karım: Seninle yatmak istemeyişime niye
kızıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in eşleri de
ondan uzaklaşıyor ve her birinin onu bir gün bir gece
terk ettiği oluyor" dedi. Bunun üzerine hemen Hafsa'nın
evine gittim ve "Hz. Peygamber seninle birlikte olmak
isteyince O'nu geri çevirdiğin oluyor mu?" dedim.
"Evet" dedi. "Sizden biriniz O'nu bir gün bir gece
terk ediyor mu?" diye sordum. Buna da "Evet" dedi.
Bunun üzerine "Sizden kim böyle yapıyorsa kendine
yazık etmiş ve hüsrana uğramıştır.
Sizden biriniz, Rasullullah'ın öfkelenmesinden dolayı
Allah'ın öfkelenmeyeceğinden, Dolayı siyle O'nu
yok etmeyeceğinden emin midir?" dedim. Bu sözlerim
üzerine Peygamber Efendimiz biraz gülümsedi. Sonra şöyle
dedim: Ya Resulallah, Hafsa'nın yanına gittim ve O'na
şunları söyledim: Komşunun durumu seni
yanıltmasın. Çünkü o senden daha güzel ve Resulallah
tarafından senden daha çok seviliyor." Bunun üzerine
Peygamberimiz bir daha gülümsedi. Ben de "Ya Resulallah,
yanına oturabilir miyim?" dedim. "Evet" dedi.
Oturdum ve başımı kaldırıp evin içinde
göz gezdirdim. Vallahi onun bulunduğu yerin heybetinden
başka evde göz alıcı hiçbir şey yoktu.
"Ya Resulallah, Allah'a dua et, ümmetine geniş imkanlar
versin. Nitekim Allah'a kulluk etmeyen İranlılara ve
Bizanslılara geniş maddi imkanlar vermiştir."
dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz doğrularak oturdu ve
"Ey Hattab oğlu, şüphen mi var? Onlar
iyiliklerinin karşılığı bekletilmeksizin
bu dünya hayatında verilmiş milletlerdir:' dedi. Ben de
"Benim için bağışlanma dile, ey Allah'ın
Resulü" dedim. Peygamber Efendimiz eşlerine çok kızdığı
için bir ay boyunca yanlarına girmemeye yemin etmişti.
Fakat yüce Allah bu ayetleri indirerek O'nu bu kararından
dolayı azarladı:' (Bu hadisi, Buhari, Müslim, Tirmizi
ve Nesai aynı ifadelerle fakat değişik kanallarda,
Zehri'den rivayet etmişler.)
Bu, olayın siyer kitaplarındaki anlatımı
şimdi de Kur'an-ı Kerim'in güzelim akışına
bakalım:
Sure, yüce Allah'ın peygamberine yönelik şu
azarlayıcı ifadelerle başlıyor:
"Ey Peygamber niçin, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi, eşlerinin
hatırı için kendine haram kılıyorsun? Allah
çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
"Allah size yeminlerinizi kefaretle geri almanızı
meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur.
O her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir."
Peygamberimiz burada son derece etkileyici ve anlamlı bir
azar işitiyor. Buna göre bir müminin yüce Allah'ın
helal kıldığı bir nimeti kendine haram
kılması doğru değildir. Dikkat edilirse
Peygamber Efendimiz bal yemeyi veya Mariye ile cinsel
ilişkide bulunmayı şeri anlamda kendine haram
kılmamıştı. Sadece kendini bunlardan yoksun
bırakmaya karar vermişti. işte bundan dolayı
Peygamberimizin işittiği bu azar, bir insanın
bilerek, tasarlayarak, birini memnun etmek için kendini Allah'ın
helal kıldığı bir şeyden yoksun
bırakmasının doğru
olmadığını vurguluyor. Bunun üzerine yapılan
değerlendirmede ise, "Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir" denilerek, bir insanın kendini
Allah'ın helal kıldığı şeylerden
yoksun bırakmasının sorumluluk gerektirdiği,
Dolayı siyle Allah'tan bağışlama ve rahmet
dilenmesi lazım olduğu ima ediliyor. Son derece latif ve
derin etkili bir ifade ile bu mesaj iletiliyor.
Ayette belirtilen, Peygamber Efendimizin yemin etmesi
olayına gelince, yüce Allah bu tür yeminlerden dönmeyi
caiz kılmıştır. Yani kefareti verip
kurtulmayı meşru kılmıştır. Yeminin
mahiyeti realiteye ters düşüyorsa ve yeminden dönmek daha
iyi sonuç verecekse böyle yapmakta bir sakınca yoktur:
Zaaflarınıza karşı,
kaldıramayacağınız yükümlülüklere karşı
size yardım eder. işte bu yüzden zorluktan ve sıkıntıdan
kurtulasınız diye yeminden dönmeyi meşru
kılmıştır.
"O her şeyi bilir ve her yaptığı
yerindedir."
Sonsuz bir bilgiye ve hikmete dayalı olarak sizin için
kanunlar koyar. Gücünüzün kaldırabileceği ve sizin için
yararlı olan şeyleri emreder. Şu halde O'nun haram
kılmadığı şeyleri haram kılmaya,
yasaklamaya kalkışmayın. Yine O'nun helal
kıldığı şeylerden
başkasını helal kılmayın. Hiç kuşkusuz
bu değerlendirme öncesinde verilen direktifin içeriğine
uygundur.
Sonra ayet-i kerime konusuna değinmeden ve
ayrıntılara girmeden olaya işaret ediyor. Çünkü
olayın konusu önemli değil ve kalıcı unsur
olayın konusu değildir. Kalıcı olan
olayın ifade ettiği anlam ve sonuçlarıdır.
"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz
söylemişti."
Bu ayet aracılığı ile insanlık
tarihinin o hayret verici döneminde yaşanan olaylardan bir
örnek görüyoruz. İnsanlar o dönemde gökle birlikte yaşıyorlardı.
O dönemde gökyüzü açıkça ve en ince detayına kadar
onların her işine karışıyordu. Buradan
anlıyoruz ki yüce Allah, Peygamber Efendimizin eşlerinden
birine söylediği ve bir sır olarak
saklamasını istediği olayla ilgili olarak iki
eşinin arasında geçenleri Peygamberine bildirmişti.
Peygamber Efendimiz de olayı eşine
hatırlatınca sadece bir kısmına işaret
etmekle yetinmiş, olayı uzun uzun anlatmaya gerek
duymamış, ayrıntılara girmekten kaçınmıştır.
Sadece bu bilgileri edindiği kaynağı ona söylemiştir.
Hiç kuşkusuz bu kaynak her türlü bilginin asıl
kaynağıdır.
"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz
söylemişti. O bunu peygamberin diğer eşine haber
verince, Allah da bu durumu peygambere bildirmişti, o da bir
kısmını yüzüne vurmuş bir
kısmını da yüzüne vurmadı. Peygamber bunu
O'na haber verince eşi `Bunu sana kim söyledi?' dedi.
Peygamber: `Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi:
dedi."
Burada Allah'ın bilgisine ve olup biten herşeyden
haberdar oluşuna işaret edilmesi, gizliden gizliye,
kapalı kapılar ardında işbirliği yapmak,
komplolar kurmak gibi durumlara yönelik derin etkili bir anlam
ifade ediyor. Böylece Hz. Peygamber nereden öğrendin diye
soran eşini, belki de unuttuğu veya farkında
olmadığı bu gerçekle yüz yüze getiriyor. Yanı
sıra genel olarak Kur'an okuyan herkesin dikkatini bu gerçeğe
çekiyor.
Ayetlerin akışı meydana gelen olayı
anlatmayı bir yana bırakarak aralarında sözleşen
iki kadına yöneliyor ve sanki mesele şu anda
oluyormuş gibi onlara hitap ediyor:
"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz,
kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Ve
eğer peygambere karşı birbirinize arka verirseniz
şüphesiz ki O'nun dostu ve yardımcısı Allah,
Cebrail ve mü'minlerin iyileridir. Bunların ardından
melekler de O'na yardımcıdır."
Peygamberimizin iki hanımına yönelik bu hitabın
baş tarafını, kalplerinin tekrar düzelip bu olay
yüzünden uzak düştükleri Allah'a yeniden yönelmesi için
yapılan tevbe çağrısını geçtiğimiz
zaman... Evet tevbeye yönelik bu çağrıyı geçtiğimiz
zaman büyük ve dehşet verici bir atakla, insanı
iliklerine kadar titreten korkunç bir tehditle karşı
karşıya kalıyoruz.
İşte bu korkunç ve büyük atak ile olayın
derinliğini ve Peygamber Efendimizin kalbi üzerindeki
etkisinin büyüklüğünü kavrıyoruz. Mesele o kadar
önemlidir ki, yüce Allah'ın, Cebrail'in ve iyi müminlerin
ona dost olduklarının, bunun da ötesinde Meleklerin
O'na yardımcı olduklarının açıkça
duyurulmasını gerektirmiştir. Amaç Hz.
Peygamber'in gönlünü hoş tutmak ve bu tehlikeli mesele
karşısında kendisini rahat ve güvencede
hissetmesini sağlamaktır.
Demek ki mesele, Peygamberimizin duygusunda ve çevresinde
böyle bir atağı gerektirecek kadar önemsenmiş,
etkisinde kalınmış ve çok geniş boyutlu
olarak algılanmıştır. Bu gerçeği hem bu
ayetin içeriğinden hem de Hz. Ömer'in Ensari -Allah
onlardan razı olsun- arkadaşının dilinden
aktarılan rivayetten anlıyoruz. Hz. Ömer arkadaşına
soruyor: Gassanlılar mı geldiler? "Hayır, daha
önemli ve daha uzun boylu bir şey oldu" diyor.
Bilindiği gibi Gassanlılar Arap
yarımadasının kuzeyinde Suriye bölgesinde yer alan,
Roma imparatorluğu yanlısı bir Arap devletidir. O günkü
şartlarda Gassanlıların saldırıya geçmesi
tehlikeli bir olay olarak algılanırdı. Fakat
meydana gelen bir başka olay Müslümanlar tarafından
daha önemli ve daha büyük bir mesele olarak algılanmıştı.
Bu büyük kalbin huzurunu, bu saygın evin esenliğini
her şeyden üstün ve her şeyden öncelikli
görüyorlardı. Bu büyük kalbin ve bu saygın evin
karışıklığı, huzursuzluğu Müslüman
cemaata göre Romalıların işbirlikçisi Gassanlıların
saldırısından daha tehlikeliydi. Bu
değerlendirme o insanların meselelere bakış
tarzlarına ilişkin çeşitli anlamlar ifade ediyor.
Bu değerlendirme görüldüğü gibi gökyüzünün
meseleyi değerlendiriş biçimi ile paralellik oluşturuyor.
Şu halde bu değerlendirme doğru ve
tutarlıdır, köklü dayanakları vardır.
Bunu izleyen ayetin ifade ettiği anlam, şayet Hz.
Peygamber eşlerini boşayacak olursa Allah'ın
onların yerine kendisine vermesi mümkün olan eşlerin
sıfatlarının ayrıntılı olarak
belirtilmesi, ayrıca tehdit noktasında tümüne birden
hitap edilmesi de meselenin önemini ortaya koymaktadır:
"Eğer O sizi boşarsa Rabbi O'na, sizden daha iyi
kendini Allah'a veren inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden,
ibadet eden, Allah'ın uçsuz-bucaksız mülkünün yaratılışını
düşünen dul ve bakire eşler verir."
Bunlar, Peygamber Efendimizin eşlerinin ima ve işaret
yoluyla sahip olmaya çağırıldıkları
niteliklerdir.
İslam'ın belirtisi itaat etmek ve dinin emirlerini
uygulamaktır. Kalbi onaran iman gerçek ve eksiksiz olunca
İslam ondan kaynaklanır. "Kunut" ise, gönülden
itaat etmektir. Tevbe, meydana gelen günahtan pişmanlık
duymanın, itaate yönelmenin ifadesidir. ibadet; Allah ile
iletişim kurmanın yolu, O'na yönelik kulluğun
ifadesidir. Ayrıca yüce Allah'ın evreni
yaratmasını düşünmek, kavramaya çalışmak,
ibret derslerini çıkarmak ve kalp yoluyla Allah'ın uçsuz-bucaksız
mülkünü dolaşmak... işte bunlar Peygamber Efendimizin
eşlerinde bulunması istenen niteliklerdir. Onlar -bu
niteliklere sahip olmalarının yanı sıra- dul
ve bakiredirler. Nitekim O'nun şimdiki eşleri de kimisi
dul, kimisi de bakireyken O'nunla evlenmişti.
Onlara yönelik bu tehditten anlaşılıyor ki,
eşlerinin aralarında gizlice sözleşmeleri
Peygamberimizin kalbini son derece etkilemiştir. Yoksa
Peygamberimiz küçük şeylerden dolayı öfkelenmezdi.
Bu ayetlerin inişinden ve yüce Allah'ın kendisine ve
aile fertlerine hitap etmesinden sonra Peygamber Efendimiz memnun
olmuş bu sarsıntıdan sonra bu saygın ev
sakinleşmiş, yüce Allah'ın direktifleri ile huzura
kavuşmuştur. Hiç kuşkusuz bu, Peygamber
Efendimizin ailesine verilen değerin ifadesidir. Bu özen, bu
gözetim, Peygamber Efendimizin evinin Allah'ın sisteminin
yeryüzüne egemen kılmada, bu sistemin temellerini
insanlık hayatına yerleştirmede üstlendiği
role uygun düşmektedir.
Daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde, hiç
kimse tarafından denenmemiş bir yöntemle bir ümmet oluşturan,
bir devlet kuran... ilahi inanç sisteminin son şeklini
omuzlayan, yeryüzünde tüm insanların örnek alacakları
ilahi ilkelere göre biçimlenen pratik bir toplum oluşturacak
bir ümmet meydana getirme fonksiyonunu yerine getiren bu eşsiz
insanın ev hayatından sunulan bir tablodur bu.
Bu, saygın, üstün yüce ve büyük bir insanın
hayatından bir tablodur. Bu insan peygamberlik görevini
yerine getirirken aynı zamanda insanlığın
gereklerini de yerine getiriyor ve ikisini birbirinden
ayırmıyor. Çünkü, insanlığa gönderilecek
son peygamberlik misyonunu veya son hayat sistemini O'nun
üstlenmesini öngören kader yine O'nun bir insan ve bir
peygamber olmasını öngörmüştür.
Eksiksiz bir peygamberlik misyonunu kusursuz bir peygamber taşıyordu.
Bu sistemin eksiksizliğinin belirtisi insanın insan
olarak kalmasına önem vermesiydi. Bu sistemde insanın
yapıcı hiçbir enerjisine gem vurulmaz, yararlı hiç
bir yeteneği iptal edilmez. Aynı zamanda bu sistem
insanı arındırır, eğitir, onu yüceltecek
hedefe doğru yükselir.
İşte İslam, kendini özüne nüfuz edecek
şekilde kavrayan ve kendisine göre hayatlarını biçimlendiren
insanları bu duruma getirdi. Onlar İslam'ın
canlı bir nüshasına dönüşmüşlerdi. insana
özgü deneyimlerle, girişimlerle, insanın vazgeçilmez
özellikleri olan zayıflıklarla, insanın güçlü
yönleriyle dolu; semavi mesajın gerçekliği ile iç
içe, adım adım ileriye doğru giden -ailesinin ve
kendisine en yakın insanların hayatında olduğu
gibi- Peygamberlerinin pratik hayatı başarılı
bir çalışmanın somut örneği olarak gözlerinin
önündeydi. Hayallerde ve boşlukta yaşamayan kolay,
pratik ve realist bir önder isteyenler somut olarak görüyor,
ondan etkileniyorlardı.
Hiç kuşkusuz insanlığa yönelik son
peygamberlik misyonunun eksiksiz, kapsamlı ve yeterli
şekliyle indirilmesine, bu misyonu algılayacak ve
canlı bir tercümesi olacak peygamberin seçimine ve bu
peygamberin hayatının herkes tarafından okunan bir
kitap, peş peşe gelen kuşaklar için bir başvuru
kaynağı olmasına ilişkin kaderin arka
planındaki hikmet gerçekleşmiştir.
AİLENİZİ ATEŞTEN KORUYUN
Müslümanların ruhlarında derin etki bırakan bu
olayın ışığında Kur'an-ı Kerim
müminleri görevlerini yapmaya; ailelerini eğitmeye,
İslam ilkelerine göre yönlendirmeye, onlara öğüt
vermeye, Dolayı siyle hem kendilerini hem de aile fertlerini
ateşten korumaya çağırıyor. Bu arada bir
ateş sahnesini ve kafirlerin o anki durumlarını
canlandırıyor. Bunun yanında olayın
akışı esnasında yapılan tevbe çağrısının
ışığında müminler günahlarından
tevbe etmeye çağırılıyorlar ve tevbe edenleri
bekleyen cennet tasvir ediliyor. Daha sonra Hz. Peygamber
kafirlere ve münafıklara karşı cihad etmeye çağırılıyor.
İşte bu açıklamalar surenin ikinci bölümünü
oluşturuyor: