O

Tahrim

O

   

1- Ey peygamber, niçin Allah'ın sana helal kıldığı şeyi,eşlerinin, hayrı için kendine haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

2- Allah size yeminlerinizi kefaretle geri almanızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur. O her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.

3- Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. O bunu peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da bu durumu peygambere bildirmişti, o da bir kısmını yüzüne vurmuş bir kısmını da yüzüne vurmadı. Peygamber bunu ona haber verince eşi "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber: "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi " dedi.

4- Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz şüphesiz

ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır.

5- Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, Allah'ın uçsuz bucaksız mülkünün yaratılışını düşünen, dul ve bakire eşler verir.

Bu ayetlerin iniş sebebine ilişkin değişik rivayetler elimizde mevcuttur. Bunlardan biri de Buhari'nin bu ayetle ilgili olarak aktardığı şu olaydır: Bize İbrahim B. Musa anlattı. O da Hişam B. Yusuf'tan duymuş. O'na ibn-i Cüreyc anlatmış, o da Ata'dan, o da Ubeyd B. Umeyr'den Hz. Aişe'nin şöyle dediğini duymuş: Peygamber Efendimizin Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal içiyor ve onunla birlikte kalıyordu. Bunun üzerine ben ve Hafsa, Peygamber Efendimiz hangimizin yanına gelirse "Megafir mi yedin? Megafir kokusu burnuma geliyor" demek üzere aramızda sözleştik. Peygamberimiz: Hayır! Sadece Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal yiyordum. Bundan sonra asla yemeyeceğim" dedi. Ve bunu kimseye söyleme diye ona yemin ettirdi." işte Peygamberimizin kendisine helal olduğu halde bir daha asla yemeyeceğim diye haram ettiği şey budur.

"Niçin Allah'ın sana helal kıldığı şeyi kendine haram kılıyorsun?"

Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimizin bu olayı anlattığı ve kimseye açmamasını tembih ettiği eşi, aralarında sözleştiği arkadaşına anlatmış, yüce Allah da peygamberini bundan haberdar etmiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz tekrar eşinin yanına gelmiş, onunla öteki arkadaşının arkasında geçenlerin alt kısmını yüce edebinin elverdiği şekilde sayıp dökmüştür. Peygamberimiz meseleyi bildi ini vurgulamak amacı ile olayı kısaca anlatmakla yetinmiştir. Bunun üzerine eşi hayretler içinde kalarak. Bunları kim sana haber verdi diye sormuştur. Herhalde öteki arkadaşının bunları haber verdiğini düşünmüştür. Fakat Peygamberimiz O'na şu cevabı vermiştir: "Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi." Demek ki haber her şeyi bilen kaynaktan geliyordu ve şunu ifade ediyordu: Hz. Peygamber sadece konuştuğu şeyleri değil, iki eşinin arasında geçen her şeyi biliyordu.

Bu olayın Hz. Peygamberin evinde eşlerinin aralarında sözleşip birbirlerine komplo kurduklarının ortaya çıkması üzerine Peygamber Efendimiz son derece öfkelenmiş ve bir ay boyunca eşlerine yaklaşmamıştır. Yine Müslümanlar arasında dolaşan söylentilere göre eşlerini boşamayı düşünmüştür. Sonra bu ayetler iniyor. Peygamberimizin öfkesi de diniyor ve olayla ilgili diğer rivayeti sunduktan sonra ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi tekrar eşlerine dönüyor.

Bu ayetlere ilişkin öteki rivayet de Nesai'nin Enes'e dayandırdığı hadistir. Peygamber Efendimizin birlikte olduğu bir cariyesi vardı. Fakat Aişe ve Hafsa Peygamberimizin onun yanına gitmesine engel oluyordu. Bu yüzden Peygamberimiz onunla birlikte olmayı kendine haram etti. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:

"Ey peygamber niçin, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için kendine haram kılıyorsun?"

İbn-i Cerir ve ibni ishak'ın aktardıkları bir hadiste ise şöyle denir: Peygamber Efendimiz Hz. Hafsa'nın evinde oğlu İbrahim'in annesi Mariye ile birlikte olmuştu. Hz. Hafsa buna alınmış ve bunu kendisini küçük düşürücü bir olay olarak algılamıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz, O'na bir daha Mariye ile birlikte olmayacağına söz vererek yemin etmişti. Ayrıca bunu kimseye söylememesini istemişti. Ancak Hz. Hafsa gidip olayı Hz. Aişe'ye açmıştı. işte bu surede söz konusu edilen olay budur.

Her iki rivayette anlatılan olaylar meydana gelmiş olabilirler. Şu da var ki rivayetlerden ikincisi ayetlerin atmosferine ve olaydan sonra Resulallah'ın konuya büyük önem verip aşırı duyarlılık göstererek eşlerini boşayacak kadar öfkelenmiş olmasına daha yakındır. Fakat birincisinin rivayet zinciri, dayanağı daha güçlüdür. Ayrıca yaşanmış olması da mümkündür. Bu olaydan sonra ortaya çıkan sonuçların meydana gelmiş olması mümkündür. Peygamber Efendimizin evlerine egemen olan atmosferin niteliğine baktığımız zaman, bir olayın bu kadar büyütülmüş olmasını bu derece önemsenmesini normal karşılayabiliriz. Fakat her halükârda hangisinin doğru olduğunu en iyi Allah bilir.

Bu olayın -yani Peygamber Efendimizin bir süre eşlerinden uzak kalmasının etkilerine gelince, bunu imam Ahmed'in İbn-i Abbas'a -Allah onlardan razı olsun dayandırdığı hadis son derece etkili bir şekilde tasvir ediyor. Bu hadis aynı zamanda o günkü İslam toplumunun da bir tablosunu çiziyor. İmam Ahmed der ki: Bize Abdürrezzak anlattı. O da Ma'mer'den, o da Zehri'den, o da Ubeydullah B. Abdullah B. Ebu Sevr'den ibn-i Abbas'ın şöyle dediğini duymuş: Öteden beri, yüce Allah'ın "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur." ayetinde söz konusu edilen kadınların Peygamber Efendimizin hangi eşleri olduğunu Hz. Ömer'den sorup duruyordum. Hatta bir gün Hz. Ömer Hacca gitti, ben de onunla birlikte gittim. Bir süre yol aldıktan sonra Ömer ihtiyacını gidermek için geri döndü ben de elimde bir su kabı ile döndüm. Ömer ihtiyacını giderdikten sonra geldi. Sonra ellerine su döktüm, abdest aldı. Bu arada: Ey müminlerin emiri, yüce Allah'ın "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur." diye tevbe ye çağırdığı kadınlar Peygamberimizin eşlerinden hangileriydiler?" diye sordum. Ömer: Ne şaşılacak adamsın ey İbn-i Abbas? dedi. (Zehri diyor ki: Vallahi Hz. Ömer ibn-i Abbas'ın bu soruyu sormasından hoşlanmamıştı ama bildiklerini de saklamadı) ve "Bu ayette söz konusu edilen kadınlar Aişe ve Hafsa'dır" dedi. Ardından olayı anlatmaya başladı. Biz Kureyş'liler karılarımıza hakimdik. Medine'ye geldikten sonra, karılarının egemenliğinde olan bir toplumla karşılaştık. Daha sonra bizim karılarımız da onlardan etkilenmeye başladılar. Benim evim avali denilen yerde Umeyye B. Zeyd'in mahallesinde bulunuyordu. Bir gün karıma kızdım. Baktım o da benimle birlikte olmaktan kaçınıyor. Onun bu davranışı hiç hoşuma gitmedi. Karım: "Seninle yatmak istemeyişime niye kızıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in eşleri de ondan uzaklaşıyor ve her birinin onu bir gün bir gece terk ettiği oluyor" dedi. Bunun üzerine hemen Hafsa'nın evine gittim. Ve Hz. Peygamber sizinle birlikte olmak isteyince onu geri çevirdiğiniz oluyor mu? dedim. "Evet" dedi. "Sizden biriniz onu bir gün bir gece terk ediyor mu?" diye sordum. Buna da "Evet" dedi. Bunun üzerine "Sizden kim böyle yapıyorsa kendine yazık etmiş ve hüsrana uğramıştır" dedim. "Sizden biriniz, Resulallah'ın öfkelenmesinden dolayı Allah'ı öfkelenmeyeceğinden, Dolayı siyle onu yok etmeyeceğinden emin midir? Sen Resulallah'tan uzaklaşma ve O'ndan bir şey isteme, dilediğin şeyi benim malımdan alabilirsin. Senin komşunun -Aişe'yi kastediyor- durumu seni yanılmasın. Çünkü o senden daha güzel ve Resulallah tarafından senden daha çok seviliyor" dedim.

Benim Ensar'dan bir komşum vardı. Aramızda nöbetleşerek Peygamberimizin yanına giderdik. Bir gün o, bir gün ben. Birbirimize o gün için inen vahyi ve öteki gelişmeleri haber verirdik. O sıralar Gassanlıların bizimle savaşmak üzere at koştuklarından söz edip duruyorduk. Bir gün komşum Peygamberimizin yanına gitti. Yatsı vakti olunca döndü ve çok önemli bir şey olmuş gibi telaşla beni çağırdı. Kapıya çıkınca "Çok önemli bir şey oldu" dedi. "Ne oldu? Gassanlılar mı geldi?" dedim. "Hayır, bundan daha önemli ve daha uzun boylu bir şey oldu. Hz. Peygamber eşlerini boşadı" dedi. "Hafsa'ya yazık oldu, zarar etti. Ben böyle olacağını sanıyordum. Nitekim oldu da" dedim. Sabah namazını kıldıktan sonra Medine'ye indim ve Hafsa'nın evine gittim. Hafsa ağlıyordu. "Resulallah sizi boşadı mı?" dedim. "Bilmiyorum? işte şu odada yalnız başına oturuyor" dedi. Sonra siyahi hizmetçinin yanına gittim ve "Ömer için izin iste" dedim. Hizmetçi Peygamberimizin yanma girip çıktı ve "senin geldiğini söyledim ama sesini çıkarmadı" dedi. Ben de çıkıp minberin yanına gittim. Bir grup oturmuş, bazıları ağlıyordu. Orada bir süre oturdum. Sonra kafamı kurcalayan mesele ağır bastı, tekrar hizmetçinin yanına geldim ve "Ömer için izin iste" dedim. Hizmetçi tekrar girip çıktı, yine "Senin geldiğini söyledim ama sesini çıkarmadı" dedi. Bir daha geri döndüm, gidip minberin yanına oturdum. Ama kafamdaki mesele beni kalkmaya zorladı. Bir daha geldim ve hizmetçiye benim için izin istemesini söyledim. O da Peygamberimizin yanına girdi ve çıktı. "Senin girmek için izin istediğini söyledim. Ama sesini çıkarmadı" dedi. Tam çekip gidecektim ki hizmetçi beni çağırdı. "Girebilirsin, sana izin verdi" dedi. içeri girdim ve Peygamberimize selam verdim. Bir hasırın üzerine uzanmıştı. Vücudunda hasırın izleri çıkmıştı. "Ya Resulallah eşlerini boşadın mı?" dedim. Başını kaldırdı ve "Hayır" dedi. "Allahu Ekber" dedim ve konuşmaya başladım. Bildiğin gibi ya Resulallah biz Kureyş'liler karılarımıza hakimdik. Ama Medine'ye gelince karılarının egemenliğinde olan bir toplumla karşılaştık. Bizim karılarımız da onlardan etkilenmeye başladılar. Bir gün karıma kızdım. Baktım o da benimle birlikte olmaktan kaçınıyor. O'nun bu davranışı hiç hoşuma gitmedi. Karım: Seninle yatmak istemeyişime niye kızıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in eşleri de ondan uzaklaşıyor ve her birinin onu bir gün bir gece terk ettiği oluyor" dedi. Bunun üzerine hemen Hafsa'nın evine gittim ve "Hz. Peygamber seninle birlikte olmak isteyince O'nu geri çevirdiğin oluyor mu?" dedim. "Evet" dedi. "Sizden biriniz O'nu bir gün bir gece terk ediyor mu?" diye sordum. Buna da "Evet" dedi. Bunun üzerine "Sizden kim böyle yapıyorsa kendine yazık etmiş ve hüsrana uğramıştır. Sizden biriniz, Rasullullah'ın öfkelenmesinden dolayı Allah'ın öfkelenmeyeceğinden, Dolayı siyle O'nu yok etmeyeceğinden emin midir?" dedim. Bu sözlerim üzerine Peygamber Efendimiz biraz gülümsedi. Sonra şöyle dedim: Ya Resulallah, Hafsa'nın yanına gittim ve O'na şunları söyledim: Komşunun durumu seni yanıltmasın. Çünkü o senden daha güzel ve Resulallah tarafından senden daha çok seviliyor." Bunun üzerine Peygamberimiz bir daha gülümsedi. Ben de "Ya Resulallah, yanına oturabilir miyim?" dedim. "Evet" dedi. Oturdum ve başımı kaldırıp evin içinde göz gezdirdim. Vallahi onun bulunduğu yerin heybetinden başka evde göz alıcı hiçbir şey yoktu. "Ya Resulallah, Allah'a dua et, ümmetine geniş imkanlar versin. Nitekim Allah'a kulluk etmeyen İranlılara ve Bizanslılara geniş maddi imkanlar vermiştir." dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz doğrularak oturdu ve "Ey Hattab oğlu, şüphen mi var? Onlar iyiliklerinin karşılığı bekletilmeksizin bu dünya hayatında verilmiş milletlerdir:' dedi. Ben de "Benim için bağışlanma dile, ey Allah'ın Resulü" dedim. Peygamber Efendimiz eşlerine çok kızdığı için bir ay boyunca yanlarına girmemeye yemin etmişti. Fakat yüce Allah bu ayetleri indirerek O'nu bu kararından dolayı azarladı:' (Bu hadisi, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesai aynı ifadelerle fakat değişik kanallarda, Zehri'den rivayet etmişler.)

Bu, olayın siyer kitaplarındaki anlatımı şimdi de Kur'an-ı Kerim'in güzelim akışına bakalım:

Sure, yüce Allah'ın peygamberine yönelik şu azarlayıcı ifadelerle başlıyor:

"Ey Peygamber niçin, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için kendine haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

"Allah size yeminlerinizi kefaretle geri almanızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur. O her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir."

Peygamberimiz burada son derece etkileyici ve anlamlı bir azar işitiyor. Buna göre bir müminin yüce Allah'ın helal kıldığı bir nimeti kendine haram kılması doğru değildir. Dikkat edilirse Peygamber Efendimiz bal yemeyi veya Mariye ile cinsel ilişkide bulunmayı şeri anlamda kendine haram kılmamıştı. Sadece kendini bunlardan yoksun bırakmaya karar vermişti. işte bundan dolayı Peygamberimizin işittiği bu azar, bir insanın bilerek, tasarlayarak, birini memnun etmek için kendini Allah'ın helal kıldığı bir şeyden yoksun bırakmasının doğru olmadığını vurguluyor. Bunun üzerine yapılan değerlendirmede ise, "Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" denilerek, bir insanın kendini Allah'ın helal kıldığı şeylerden yoksun bırakmasının sorumluluk gerektirdiği, Dolayı siyle Allah'tan bağışlama ve rahmet dilenmesi lazım olduğu ima ediliyor. Son derece latif ve derin etkili bir ifade ile bu mesaj iletiliyor.

Ayette belirtilen, Peygamber Efendimizin yemin etmesi olayına gelince, yüce Allah bu tür yeminlerden dönmeyi caiz kılmıştır. Yani kefareti verip kurtulmayı meşru kılmıştır. Yeminin mahiyeti realiteye ters düşüyorsa ve yeminden dönmek daha iyi sonuç verecekse böyle yapmakta bir sakınca yoktur: "Allah sizin dostunuzdur." Zaaflarınıza karşı, kaldıramayacağınız yükümlülüklere karşı size yardım eder. işte bu yüzden zorluktan ve sıkıntıdan kurtulasınız diye yeminden dönmeyi meşru kılmıştır.

"O her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir."

Sonsuz bir bilgiye ve hikmete dayalı olarak sizin için kanunlar koyar. Gücünüzün kaldırabileceği ve sizin için yararlı olan şeyleri emreder. Şu halde O'nun haram kılmadığı şeyleri haram kılmaya, yasaklamaya kalkışmayın. Yine O'nun helal kıldığı şeylerden başkasını helal kılmayın. Hiç kuşkusuz bu değerlendirme öncesinde verilen direktifin içeriğine uygundur.

Sonra ayet-i kerime konusuna değinmeden ve ayrıntılara girmeden olaya işaret ediyor. Çünkü olayın konusu önemli değil ve kalıcı unsur olayın konusu değildir. Kalıcı olan olayın ifade ettiği anlam ve sonuçlarıdır.

"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti."

Bu ayet aracılığı ile insanlık tarihinin o hayret verici döneminde yaşanan olaylardan bir örnek görüyoruz. İnsanlar o dönemde gökle birlikte yaşıyorlardı. O dönemde gökyüzü açıkça ve en ince detayına kadar onların her işine karışıyordu. Buradan anlıyoruz ki yüce Allah, Peygamber Efendimizin eşlerinden birine söylediği ve bir sır olarak saklamasını istediği olayla ilgili olarak iki eşinin arasında geçenleri Peygamberine bildirmişti. Peygamber Efendimiz de olayı eşine hatırlatınca sadece bir kısmına işaret etmekle yetinmiş, olayı uzun uzun anlatmaya gerek duymamış, ayrıntılara girmekten kaçınmıştır. Sadece bu bilgileri edindiği kaynağı ona söylemiştir. Hiç kuşkusuz bu kaynak her türlü bilginin asıl kaynağıdır.

"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. O bunu peygamberin diğer eşine haber verince, Allah da bu durumu peygambere bildirmişti, o da bir kısmını yüzüne vurmuş bir kısmını da yüzüne vurmadı. Peygamber bunu O'na haber verince eşi `Bunu sana kim söyledi?' dedi. Peygamber: `Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi: dedi."

Burada Allah'ın bilgisine ve olup biten herşeyden haberdar oluşuna işaret edilmesi, gizliden gizliye, kapalı kapılar ardında işbirliği yapmak, komplolar kurmak gibi durumlara yönelik derin etkili bir anlam ifade ediyor. Böylece Hz. Peygamber nereden öğrendin diye soran eşini, belki de unuttuğu veya farkında olmadığı bu gerçekle yüz yüze getiriyor. Yanı sıra genel olarak Kur'an okuyan herkesin dikkatini bu gerçeğe çekiyor.

Ayetlerin akışı meydana gelen olayı anlatmayı bir yana bırakarak aralarında sözleşen iki kadına yöneliyor ve sanki mesele şu anda oluyormuş gibi onlara hitap ediyor:

"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Ve eğer peygambere karşı birbirinize arka verirseniz şüphesiz ki O'nun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve mü'minlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de O'na yardımcıdır."

Peygamberimizin iki hanımına yönelik bu hitabın baş tarafını, kalplerinin tekrar düzelip bu olay yüzünden uzak düştükleri Allah'a yeniden yönelmesi için yapılan tevbe çağrısını geçtiğimiz zaman... Evet tevbeye yönelik bu çağrıyı geçtiğimiz zaman büyük ve dehşet verici bir atakla, insanı iliklerine kadar titreten korkunç bir tehditle karşı karşıya kalıyoruz.

İşte bu korkunç ve büyük atak ile olayın derinliğini ve Peygamber Efendimizin kalbi üzerindeki etkisinin büyüklüğünü kavrıyoruz. Mesele o kadar önemlidir ki, yüce Allah'ın, Cebrail'in ve iyi müminlerin ona dost olduklarının, bunun da ötesinde Meleklerin O'na yardımcı olduklarının açıkça duyurulmasını gerektirmiştir. Amaç Hz. Peygamber'in gönlünü hoş tutmak ve bu tehlikeli mesele karşısında kendisini rahat ve güvencede hissetmesini sağlamaktır.

Demek ki mesele, Peygamberimizin duygusunda ve çevresinde böyle bir atağı gerektirecek kadar önemsenmiş, etkisinde kalınmış ve çok geniş boyutlu olarak algılanmıştır. Bu gerçeği hem bu ayetin içeriğinden hem de Hz. Ömer'in Ensari -Allah onlardan razı olsun- arkadaşının dilinden aktarılan rivayetten anlıyoruz. Hz. Ömer arkadaşına soruyor: Gassanlılar mı geldiler? "Hayır, daha önemli ve daha uzun boylu bir şey oldu" diyor. Bilindiği gibi Gassanlılar Arap yarımadasının kuzeyinde Suriye bölgesinde yer alan, Roma imparatorluğu yanlısı bir Arap devletidir. O günkü şartlarda Gassanlıların saldırıya geçmesi tehlikeli bir olay olarak algılanırdı. Fakat meydana gelen bir başka olay Müslümanlar tarafından daha önemli ve daha büyük bir mesele olarak algılanmıştı. Bu büyük kalbin huzurunu, bu saygın evin esenliğini her şeyden üstün ve her şeyden öncelikli görüyorlardı. Bu büyük kalbin ve bu saygın evin karışıklığı, huzursuzluğu Müslüman cemaata göre Romalıların işbirlikçisi Gassanlıların saldırısından daha tehlikeliydi. Bu değerlendirme o insanların meselelere bakış tarzlarına ilişkin çeşitli anlamlar ifade ediyor. Bu değerlendirme görüldüğü gibi gökyüzünün meseleyi değerlendiriş biçimi ile paralellik oluşturuyor. Şu halde bu değerlendirme doğru ve tutarlıdır, köklü dayanakları vardır.

Bunu izleyen ayetin ifade ettiği anlam, şayet Hz. Peygamber eşlerini boşayacak olursa Allah'ın onların yerine kendisine vermesi mümkün olan eşlerin sıfatlarının ayrıntılı olarak belirtilmesi, ayrıca tehdit noktasında tümüne birden hitap edilmesi de meselenin önemini ortaya koymaktadır:

"Eğer O sizi boşarsa Rabbi O'na, sizden daha iyi kendini Allah'a veren inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, Allah'ın uçsuz-bucaksız mülkünün yaratılışını düşünen dul ve bakire eşler verir."

Bunlar, Peygamber Efendimizin eşlerinin ima ve işaret yoluyla sahip olmaya çağırıldıkları niteliklerdir.

İslam'ın belirtisi itaat etmek ve dinin emirlerini uygulamaktır. Kalbi onaran iman gerçek ve eksiksiz olunca İslam ondan kaynaklanır. "Kunut" ise, gönülden itaat etmektir. Tevbe, meydana gelen günahtan pişmanlık duymanın, itaate yönelmenin ifadesidir. ibadet; Allah ile iletişim kurmanın yolu, O'na yönelik kulluğun ifadesidir. Ayrıca yüce Allah'ın evreni yaratmasını düşünmek, kavramaya çalışmak, ibret derslerini çıkarmak ve kalp yoluyla Allah'ın uçsuz-bucaksız mülkünü dolaşmak... işte bunlar Peygamber Efendimizin eşlerinde bulunması istenen niteliklerdir. Onlar -bu niteliklere sahip olmalarının yanı sıra- dul ve bakiredirler. Nitekim O'nun şimdiki eşleri de kimisi dul, kimisi de bakireyken O'nunla evlenmişti.

Onlara yönelik bu tehditten anlaşılıyor ki, eşlerinin aralarında gizlice sözleşmeleri Peygamberimizin kalbini son derece etkilemiştir. Yoksa Peygamberimiz küçük şeylerden dolayı öfkelenmezdi.

Bu ayetlerin inişinden ve yüce Allah'ın kendisine ve aile fertlerine hitap etmesinden sonra Peygamber Efendimiz memnun olmuş bu sarsıntıdan sonra bu saygın ev sakinleşmiş, yüce Allah'ın direktifleri ile huzura kavuşmuştur. Hiç kuşkusuz bu, Peygamber Efendimizin ailesine verilen değerin ifadesidir. Bu özen, bu gözetim, Peygamber Efendimizin evinin Allah'ın sisteminin yeryüzüne egemen kılmada, bu sistemin temellerini insanlık hayatına yerleştirmede üstlendiği role uygun düşmektedir.

Daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde, hiç kimse tarafından denenmemiş bir yöntemle bir ümmet oluşturan, bir devlet kuran... ilahi inanç sisteminin son şeklini omuzlayan, yeryüzünde tüm insanların örnek alacakları ilahi ilkelere göre biçimlenen pratik bir toplum oluşturacak bir ümmet meydana getirme fonksiyonunu yerine getiren bu eşsiz insanın ev hayatından sunulan bir tablodur bu.

Bu, saygın, üstün yüce ve büyük bir insanın hayatından bir tablodur. Bu insan peygamberlik görevini yerine getirirken aynı zamanda insanlığın gereklerini de yerine getiriyor ve ikisini birbirinden ayırmıyor. Çünkü, insanlığa gönderilecek son peygamberlik misyonunu veya son hayat sistemini O'nun üstlenmesini öngören kader yine O'nun bir insan ve bir peygamber olmasını öngörmüştür.

Eksiksiz bir peygamberlik misyonunu kusursuz bir peygamber taşıyordu. Bu sistemin eksiksizliğinin belirtisi insanın insan olarak kalmasına önem vermesiydi. Bu sistemde insanın yapıcı hiçbir enerjisine gem vurulmaz, yararlı hiç bir yeteneği iptal edilmez. Aynı zamanda bu sistem insanı arındırır, eğitir, onu yüceltecek hedefe doğru yükselir.

İşte İslam, kendini özüne nüfuz edecek şekilde kavrayan ve kendisine göre hayatlarını biçimlendiren insanları bu duruma getirdi. Onlar İslam'ın canlı bir nüshasına dönüşmüşlerdi. insana özgü deneyimlerle, girişimlerle, insanın vazgeçilmez özellikleri olan zayıflıklarla, insanın güçlü yönleriyle dolu; semavi mesajın gerçekliği ile iç içe, adım adım ileriye doğru giden -ailesinin ve kendisine en yakın insanların hayatında olduğu gibi- Peygamberlerinin pratik hayatı başarılı bir çalışmanın somut örneği olarak gözlerinin önündeydi. Hayallerde ve boşlukta yaşamayan kolay, pratik ve realist bir önder isteyenler somut olarak görüyor, ondan etkileniyorlardı.

Hiç kuşkusuz insanlığa yönelik son peygamberlik misyonunun eksiksiz, kapsamlı ve yeterli şekliyle indirilmesine, bu misyonu algılayacak ve canlı bir tercümesi olacak peygamberin seçimine ve bu peygamberin hayatının herkes tarafından okunan bir kitap, peş peşe gelen kuşaklar için bir başvuru kaynağı olmasına ilişkin kaderin arka planındaki hikmet gerçekleşmiştir.

AİLENİZİ ATEŞTEN KORUYUN

Müslümanların ruhlarında derin etki bırakan bu olayın ışığında Kur'an-ı Kerim müminleri görevlerini yapmaya; ailelerini eğitmeye, İslam ilkelerine göre yönlendirmeye, onlara öğüt vermeye, Dolayı siyle hem kendilerini hem de aile fertlerini ateşten korumaya çağırıyor. Bu arada bir ateş sahnesini ve kafirlerin o anki durumlarını canlandırıyor. Bunun yanında olayın akışı esnasında yapılan tevbe çağrısının ışığında müminler günahlarından tevbe etmeye çağırılıyorlar ve tevbe edenleri bekleyen cennet tasvir ediliyor. Daha sonra Hz. Peygamber kafirlere ve münafıklara karşı cihad etmeye çağırılıyor. İşte bu açıklamalar surenin ikinci bölümünü oluşturuyor:

 

 

O

 

O