O |
Tä-Hä
|
O |
|
86- Bunun üzerine Musa soydaşlarının
yanına öfkeli ve üzgün olarak döndü. Onlara dedi ki:
"Rabb'iniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?
Sizden ayrılalı çok uzun bir zaman mı geçti,
yoksa Allah'ın gazabına çarpılmak istediniz de mi
bana verdiğiniz sözden caydınız?
87- Soydaşları dediler ki; ' `Biz sana
verdiğimiz sözden kendi başımıza
caymadık. Fakat yanımızda
Mısırlılar'a ait birkaç insan yükü süs eşyası
getirmiştik. Bu yükleri ateşe attık. Samiri de
yanındaki süs eşyalarını ateşe
atmıştı.
88- Samiri, o erimiş altınlardan böğüren bir
buzağı heykelini yontarak
İsrailoğullarının önlerine dikti. Onlar da
birbirlerine "İşte sizin ve Musa'nın
ilahı budur, fakat Musa onu unuttu " dediler.
89- Oysa onlar, o buzağı heykellerinin kendilerine
cevap vermediğini, ne zarar ve ne de fayda
dokunduramadığını görmüyorlar mı?
90- Üstelik Harun daha önce onlara "Ey soydaşlarım,
bu altın heykel aracılığı ile siz
sınav geçiriyorsunuz. Aslında sizin Rabb'iniz rahmeti
bol olan Allah'dır. Bana uyunuz ve dediğimi
yapınız" demişti.
91- Onlar Harun'a "Musa bize dönünceye kadar bu buzağı
heykeline tapmayı sürdüreceğiz" dediler.
İşte asıl sınav budur. Ayetlerin
akışı, bu sınavı Hz. Musa'nın
milleti ile karşılaşması sırasında açıklamaktadır.
Hz. Musa'nın Tur dağındaki buluşması
sebebiyle bu konuya değinilmemiş ve detaylarıyla
birlikte muhafaza edilmişti ki, Hz. Musa'nın bizzat içinde
bulunduğu bir sorgulama sahnesinde açıklansın.
Şimdi Hz. Musa geri döndü. Çünkü, milletinin altından
yapılan ve böğürebilen bir "Buzağı"ya
nasıl taptığını görebilsin! Onların
"Bu sizin de Musa'nın da ilahıdır. Musa onu
unutmuş, Rabb'ini dağ başında aramaya çıkmıştır.
Halbuki Rabbi işte burada duruyor" dediklerini
işitsin.
Üzüntülü fakat azarlayıcı bir üslupla milletine
sorular yöneltmeye başladı: "Rabbiniz
size güzel
bir vaadde bulunmadı mı? Allah
onlara zaferi göstermiş ve Tevhid'in gölgesinde Kutsal
toprağa gireceklerine ilişkin söz vermişti.
Verilen bu sözün üzerinden uzun bir zaman da geçmemişti.
Hz. Musa hayretlerini açığa vurarak onları
azarlıyor: "Sizden
ayrılalı çok uzun bir zaman mı geçti, yoksa
Allah'ın gazabına çarpılmak istediniz de mi."
Sizin bu
yaptığınız iş, Allah'ın
gazabına uğramak isteyenlerin yapabileceği bir
eylemdir. Sanki siz bunu bile bile ve kasıtlı olarak
istediniz de bunun için mi bana
verdiğiniz sözden caydınız?
Hani ben giderken
anlaşmıştık. Bana verdiğiniz sözden
dönmeyecektiniz. Emrim olmadan inanç sisteminizi ve yaşam
tarzınızı değiştirmeyecektiniz!
İsrailoğulları bu sırada hayret edilecek
mazeretler ileri sürüyorlar. Bu mazeretlerinden uzun süren
kölelik hayatının, psikolojik varyasyonların ve
akli yöndeki aptallığın izlerini okumak mümkündür:
Soydaşları dediler ki: Biz sana verdiğimiz sözden
kendi başımıza caymadık. Çünkü bu
mesele gücümüzü aşıyordu: Fakat
yanımızda Mısırlılar'a ait birkaç insan
yükü süs eşyası getirmiştik. Onlar göç
ederken, kendi karılarının yanında emanet
bulunan Mısırlı kadınlara ait
yığınlarca süs eşyası getirmişlerdi.
Karıları bunları da beraber alıp
gelmişlerdi. İşte İsrailoğulları, bu
yüklerle ifade edilen süs eşyasına işaret ediyor
ve diyorlar ki: Biz süs eşyaları haram oldukları için
onlardan kurtulmak amacıyla onları attık. Samiri
onları aldı ve onlardan bir buzağı yaptı.
Samiri, "Samerra"lı bir adamdı. Kendileriyle
birlikte yolculuk ediyordu. Ya da
İsrailoğullarından biriydi. Bu takma isimle
tanınıyordu. Buzağının içinde birtakım
dilekler yapmıştı. Rüzgâr içine girdiğinde
buzağının böğürmesine benzeyen sesler çıkarıyordu.
Bu buzağıda ne can vardı ne de ruh vardı. O
sadece bir cesetti -ceset kavramı, içinde hayat bulunmayan
bedenler için kullanılır.- Onlar altından
yapılmış, böğüren bir buzağı görür
görmez, kendilerini zillet yurdundan kurtaran Rabb'lerini
unuttular. Altından yapılan buzağıya tapmaya
başladılar. Aşağılık bir düşünce
ve pörsümüş bir ruhla dediler ki: İşte
sizin ve Musa'nın ilahı budur." İlahı
burada yanımızda olmasına rağmen Musa
gitmiş onu dağ başında arıyor. Musà,
Rabb'ine giden yolu şaşırdı ve nereden ona
ulaşacağını unuttu.
Onlar bu sözle aptallık ve iğrençliğin da
ötesine geçerek yüce Allah'ın gözetimi ve denetimi altında,
onun yönlendirmesi ve yol göstermesi ile kendilerini kurtaran,
peygamberlerini töhmet altında bırakıyorlardı.
Onu, Rabbi ile ilişkisi olmamakla ve ona nasıl
varacağını bilmemekle suçlamış oluyordu.
Yani ne Hz. Musa doğru yolu bulabilmiş, ne de Rabbi ona
yol göstermiş oluyordu!
Halbuki bu konuda aldatıldıkları apaçık
ortadaydı: "Oysa onlar, o buzağı heykelinin
kendilerine cevap vermediğini, ne zarar ve ne de fayda
dokunduramadığını görmüyorlar mı?
Yani tapındıkları bu buzağı,
onların sözlerini işiten ve normal
buzağıların çağırıldıklarında
karşılık verdikleri gibi sözlerine karşılık
veren canlı bir buzağı da değildi. Bu nedenle
hayvanların düzeyinden daha alçak bir derecede bulunuyordu.
Doğal olarak da en basit şekliyle dahi onlara ne bir
fayda ne de bir zarar verebilirdi. Ne boynuzlayabilir, ne
yarışabilir, ne de değirmen veya su dolabı
çevirebilirdi?
Bütün bunlardan ayrı olarak Hz. Harun onlara öğüt
vermişti. Hz. Harun da onların peygamberiydi.
Kendilerini o zor şartlardan kurtaran peygamberin vekiliydi.
Bunun bir sınav olduğunu onlara
hatırlatmıştı. "Ey
soydaşlarım, bu altın
heykel aracılığı ile siz sınav geçiriyorsunuz.
Aslında sizin Rabb'iniz rahmeti bol olan Allah'dır. Hz.
Harun onların, Hz. Musa'ya verdikleri sözün gereği
olarak kendisine uymalarını, Hz. Musa'nın Rabb'i
ile buluşmasını tamamladıktan sonra geri döneceğini
bildirmişti. Fakat onlar Hz. Harun'un sözünü
dinleyeceklerine döneklik yaptılar, onun öğüdünden
ve O'na itaat edeceklerine ilişkin peygamberlerine verdikleri
sözden caydılar. "Musa bize dönünceye kadar bu
buzağı heykeline tapmayı sürdüreceğiz"
dediler.
Hz. Musa üzüntülü ve öfkeli bir halde milletine döndü.
Onların mazeretlerini dinledi. Böylece onların
psikolojik yönden ne denli çöküntü içinde ve düşünce
yönünden de ne kadar düzeysiz olduğunu gördü. Öfkenin
şiddeti ile kardeşine döndü. Ve bu kızgınlık
ve heyecanla kardeşinin saçından ve sakalından
tuttu.
|
|
O |
|
O |
|